Ankara’da seyahatimiz öncesi eşimle konuşmamda “Çocukluğum hâlâ o topraklarda bir yerlerde yaşıyor. Yeşil Bayburt’u bir görsen!” demiştim…

Acele etmişim!

Şehirler, insanlarla birlikte değişiyor. Bizler bu değişime dur diyemiyoruz. Peki, zenginlikler ve değerler yok edilmeden de gelişime ayak uydurulamaz mı? Balık tutmak isteyen, pikniğe gitmek isteyen, Çoruh’a girmek, yün yıkamak için nehir kenarına gelen, sebze meyvenin yanında; dışarıdan gelen misafirlerine semaver çayından ikram etmek isteyen, memuru, işçisi, hepsi bu mahalledeydi. Zahit mahallesi yerine 'bahçeler başı' gibi isimler söylenirdi doğduğum yere. Yaz zamanı geldiğinde, solumuza gelincikler, düğün çiçekleri  tarlaları, meyve ağaçlarını alır; sağımızdan gürül gürül akan, kışa doğru buz tutan, yaz geldiğinde taşıp coşacak kadar gür olan Çoruh Nehrimiz ile el ele yürürdük. İzmir’in Kordon’unda yürümek bile bu kadar keyifli gelmemişti yıllar sonra bana.

Evimizin karşısında eski terminale bakan tarafta dağ eteğine kurulu kendine yeten bir kayak merkezimiz bile vardı. Bugünün dünyasında yazın sahil kıyısına, kışın lüks işletmelere kaçan insanların tatmak istediği duyguyu, bizler tüm imkansızlıklara rağmen muhteşem doğanın nimetleri sayesinde yaşıyorduk.

En büyük gözdelerimizden biri olan Bayburt Kalesi’nin bugün kafası güzel. Sanırım içeride bıraktıkları içki şişelerinden…

Şehit Osman Türbesi deseniz aynı şekilde. İnsan sormadan edemiyor, ismini o duvarlara kazımanın sadece görsele değil tarihe, geleceğine ve ecdadına da zarar verdiğini bilip bilmediklerini. Şuurun ne zaman kaybedildiğini!

Bu tepeden şehre bakarken gözümün önünde eski günler geldiğinde; Bayburt değişmiş diyemiyor insan. Bozulmuş yetmiyor! Yitirilmiş Bayburt!

Şehrin dışına çıkınca daha rahat nefes alıyor, kendine geliyorsun. Takdirlerin en  büyüğünü hak eden Baksı’da içinize çektiğiniz hava, çocukluğumun temiz, oksijen dolu günlerine tam götürdü derken; kendime kızgınlığım başladı. Neden dedim kendi kendime, neden ağaç dikmiyorsun! Alacağım izinler doğrultusunda merkezde belli noktalara dikeceğim fidanlar, ömrüm yeterse tepeden baktığımda geçmişin izi ve geleceğin güzelliklerini sunacak canım şehrime.

Anlatmakla, yazmakla, gezip görmekle, tatmakla biliyorum anlatılabilecek bir şehir değil Bayburt! O dönemleri yaşamadığınız sürece burada bahsettiklerimi kelime sınırlarında tutmak fayda etmeyecek. 

Bugün içme suyunu plastikten içse de…Çeşmelerinden akan şifalı sulardan bir tas içemeyip, hamamlarından akan sularla arınmadıysan, yazın Millet Bahçesi'nden, Köşkayağı'ndan Çoruh’a (şambelle) lastik ile atlayıp, (kışın aynı keyfi kızakla yaşamadıysan) namı diyar Dursun'un g...den  çıkmadıysan, o daldığın sulara sinekli oltanı takarak inmediysen piknik alanına (çeğilliğe), yağmur bastığında elinde poşet (golbez) salyangoz toplayıp, eski terminal lokantasına götürmediysen, taş köprünün altındaki un değirmeninden un alıp kavut çorbası yapmadıysan, kız isteme vs.vesilesiyle Mevlana Cami'nin içinde misafir olmadıysan, meyve ağaçlarının tepesinden sallayıp düşürdüğün meyveleri elde terazi satmadıysan, sonbaharda biriken yaprakların (gazellerin) içinde saklanmadıysan, kulübenin (galıfın) tepesinden sırtüstü yıldız örtüsünü izlemediysen…; Bayburt’u gördüm, yaşadım, tattım, anladım diyemezsin!

Bir şehir kimliğinden nasıl uzaklaştırılır, yeşil betona, doğa katliama, sağlık egzoz gazına nasıl terk edilir? 

Bir şehrin gelişim seviyesindeki en büyük etkenlerden birisi yeşil alan örtüsü, doğal alanlar vb. unsunlarken; kendiliğinden var olan bu güzellikler insan eli ile nasıl talan edilir. 

Bugün Bayburt’ta rastgele dizilmiş o (sözüm ona) gösterişli binalarınızın camından, diğer bina camına bakmanın hissiyatından mutlu olan var mıdır? Şehir, sadece akarsu kenarında konut yapılabilecek araziye mi sahip? Arka bölümlere, biraz daha çorak yerlere yerleşimler sağlanamaz mıydı? 

Her ne olursa olsun bundan kendimi de suçlu sayıyorum. 30 yılı aşkın zamandır Bayburt dışında olan ben! Suçluyum bu durumdan. 

Peki ya sizler? 

Bayburt’un senelerdir içinde, merkezinde olanlar! Hiç mi vicdanınız sızlamadı? Haydi ilk binayı diktiklerinde, ilk sıralı ağaçları kesmeye başladıklarında anlayamadınız gelecek felaketi; sonrasındaki işlere neden dur demediniz? Bugün birinizin evladına Allah korusun zeval gelecek olsa önünde siper olacakken, evlatlarınızın geleceği olan doğa talan edildiğinde neden ses çıkarmadınız?

O baltaları ağaçlara biz vurduk. Görsel olarak gördüğüm en çirkin mimariye sahip binaların harcını kendi ellerimizle kardık!

Ama hâlâ geç değil…

Kendi adıma gerekli izinler doğrultusunda fidanlar dikeceğime söz veriyorum. 

Sizler de en azından geleceğiniz için 'Beton Bayburt’tan 'Yeşil Bayburt’a yeniden kavuşmaya var mısınız?

Hep birlikte, yeşilliklerine kavuşmuş, kendini yeniden bulmuş bir Bayburt’a kavuşalım.

DAHA FAZLA GEÇ OLMADAN…

Ekim 2015