Doğu Anadolu'da ün yapmış Halk şairlerinden biri de Celalidir. Aşık Celali değeri nisbetinde tanıtılmamış ve üzerinde gerektiği kadar durulmamış bir Halk şairidir. Şiirlerindeki temel konular din, tasavvuf, sosyal tenkit, şikayet ve daha çok güzelliği övmedir. Onun şiirleri çevresinde güçlü şairlerle ve medrese ile tanıştıktan sonra daha da olgunlaşır. Celali, genç yaşta şiir söylemeye başlamıştır. Bayburt ve çevresinin en büyük bilgi ocağı olan Çayıryolu köyü medresesine gider: ''Hacı Hoca'' adında bir müderristen ders alır.
Doğu Anadolu'da ün yapmış Halk şairlerinden biri de Celalidir. Aşık Celali değeri nisbetinde tanıtılmamış ve üzerinde gerektiği kadar durulmamış bir Halk şairidir. Şiirlerindeki temel konular din, tasavvuf, sosyal tenkit, şikayet ve daha çok güzelliği övmedir. Onun şiirleri çevresinde güçlü şairlerle ve medrese ile tanıştıktan sonra daha da olgunlaşır. Celali, genç yaşta şiir söylemeye başlamıştır. Bayburt ve çevresinin en büyük bilgi ocağı olan Çayıryolu köyü medresesine gider: ''Hacı Hoca'' adında bir müderristen ders alır.
Aşık Celali bulunduğu çevreden başka, Erzurum, Erzincan, Tercan, Tortum gibi kasaba ve şehirlerdeki aşık çevrelerini dolaşarak şiir ve musiki toplantılarına katılır, bu yeni çevre ona köylülük özelliklerini hiç bir zaman kaybettirmez. Onun sosyal çevresi doğduyu köy ve hayatında bir takım önemli hadiselere sebeb olan çevresindeki köylerdir. Aşık Celali, Zihni'den sonra Bayburt ve çevresinin en çok bilinen şairlerinden biridir. Celali'nin şiirlerinde Zihni'nin etkileri hissedilmez. Şairin olgunluk devresindeki şiirlerinde bu etkileri görebiliriz. Aşık Celali'nin Bayburt ve çevresinde tanınan halk şairleri üzerinde de önemli etkileri vardır. Aşık Hicrari'nin şiirlerinde Celali'nin etkileri çok bariz olarak görülür. Hicrani'den bir dörtlüğü örnek olarak verelim.
Evvel esaletten bildirim halim,
Bize bu selvinin ummanı derler,
Bağubanım İrşadi, servim Celali,
Bize o çiceğin reyhanı derler.
Celali'nin yaşadığı dönem, bölgede aşık geleneğinin en canlı olduğu Sümmani ve şenlik gibi büyük şairlerin yaşadığı dönemdir. Bu Celali için hem şans hem de şanssızlık olabilir denebilir. Şanstır çünkü Sümmani ile tanışmış onunla karşılaşmalar yapmış ve takdir edilmiştir. Şanssızlığına gelince saz çalmayışı ve şiirlerini müzikle söylemeyişi onun yaşadığı dönemde popüler olmayışının sebebidir.
Medrese tahsilinin şaire verdiği mistik dünya görüşü onun sanatında da etkisini gösterir. Celali, yarı halk yarı tekke şairi olur. Bununla beraber bu ikilik içinde daha çok asıl kaynağına doğru eğilmiştir.
Şiirlerinde tasavvuf düşüncesine de yer vermiştir. Bir koşmasın da tasavvufun neş'e ve coşkunluğunu şöyle dile getirir:
Kınamayın beni hakkı sevenler,
Rüzgar esmeyince dal ırganır mı?
Külli boş değildir aşka düşenler,
Katre düşmeyince sel uyanır mı?
Buldu Celali'yi Kırklar, yediler,
Erkanı öğretip hizmet verdiler,
Haşre dek bu çarhı çevir dediler,
Sormadım ki buna kol dayanır mı?
Celali dini konulardaki bilgisinin yanı sıra özellikle mizahi şiirlerde de başarılı olmuştur. Destanlarda olup biten gülünç olayları, halk mizahına uygun bir şekilde anlatmayı becermiştir. Onun mizahı olan Kalos Batakçı destanları ölümünden sonra çok yayılıp derneklerde sevilerek söylenmiştir. Aşık Celali'nin şiirlerinde hafif laubali edaya tesadüf edilmez. Onlarda en coşkun anlarında bile, hırslarına gem vurmasını bilen ihtiraslarını iradesi ile dizginleyen bir sanatkar gayreti görülür.
Şair çevresindeki gençlere bilgiyi, gerçeği, ahlakı öğretmek için sık sık konuşur, sohbet ederdi. Şairin cemiyeti içindeki klavuzluk rolünü bilmeyenler sanatçının halk terbiyesi ve ahlakını en kolay ve en tesirli şekilde geliştiren bir sihirbaz olduğunu anlamayanlar, Celalinin bu samimiyetini kötü niyetle tefsir etmişler ve dedikodu yapmışlardır. Buna öfkelenen şair de bu öfkesinin şöyle şiirleştirmiştir:
Künkefün şehrinde eylesem kasem,
Bilmem hangi gülde, sümbülde dursam,
Şimdiki cahile yol budur desem,
Derler ki Celali bu cambazlıktır.
Celali'nin şiirleri coşkun bir sel gibi akar, ruhunun ışığı ile aydınlanan mısralarında aşkın zehirli neşesi sezilir. Ümit etmeyen, teselli beklemeyen, kırık ve yaralı gönlünün davasını manzumelerinde arar. Bütün acılarını koşmalarının kırık satırlarında haykırır. Aşık Celali'yi yakından tanımak için şairin bu haykırışlarını duygulu bir sessizlik içinde dinlemek gerekir.
Celali ağıt yazma alanında da büyük bir başarı göstermiştir. Aşıklara, gençlere, ölenlere, şehit olanlara, dul kalanlara, vurulanlara ağıt düzer. İlk karısının ölümü dolayısı ile yazdığı ağıt en güzel şiirlerindendir. Bu koşmasının iki dörtlüğünü sunalım:
Evbark yapmak için tenli mereği,
Düzüp kotardığın tepir eleği,
Şu kavdan yaptığın tecir tereği
Divanı Bariye yadigar götür.
De ki, Kadir Mevlam bize ilişme,
Dünyada sızlayan çıbanı deşme,
Celali baba'dan sorup söyleşme
Bu dertli çobandan bir selam götür.
Celali, XIX. yüzyıl halk şiirimizin üzerinde önemle durulması gereken bir simasıdır. Hayatını yoksulluk ve geçim kaygısı içinde tamamlayan üzgün ve bezgin şair, yüreğinden kopan feryatları dokunaklı bir dille mısralarına aktarmıştır. Bu güne kadar edebi kişiliğin yeterince anlaşılmamasına ve incelenmemesine şiirlerinin azlığı bir sebeb diye gösterilebilir. Ancak mevcut dizeleri ile ondaki sanat cevherini görmemiz yeterlidir.
Aşık Celali'den bahseden bazı yazılarda onun Bektaşi-Alevi inancına bağlı olduğu ileri sürülür. Bu, şiirleri dikkate alınmadan doğmuş, yanlış bir yakıştırmadır. Hiçbir şiiri bu iddiaya hak verecek nitelikte değildir. Tam tersine o Tanrı'sına gönülden bağlı Bektaşilikle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan bir kişi olduğunu şu dörtlüğünde çok güzel ifade etmektedir:
Nideyim alemde Devleti malı,
Görünür toyluğun devr-i zamanı,
Medet Mevlam medet, yanar Celali,
Bilen bilsin, kınayanlar kınasın.
Celali halka yönelmiş, şiirlerini halkın diliyle hatta mahalli yerli ağızla söylemiştir. Bu yüzden bazı şiirlerini anlamak için yaşadığı bölgenin ağzını bilmek gerekir. Bazı şiirlerinde rastlanılan yabancı asıllı kelimeler Medrese öğreniminin bir kalıntısıdır.
Aşık Celali, halk şiirimizin hemen hemen her türünde eser vermiş bir şairdir. Koşma, Semai, Destan, Gazel ve Divan gibi heceli ve aruzlu türlerin en güzel örneklerini vermiştir. Celali ‘müstezat'da yazmıştır. Bu onun şiirlerinin incelemesinde dikkat çeken bir noktadır. Halk şairlerinin müstezat söylemeleri ancak ''kalem şuarası'' kesiminde rastlanan bir olaydır ve örnekleri azdır.
Celali tam bir kalem şairi sayılmasa da, aruzla şiir yazması ve divan biçimlerini kullanması medrese öğrenimi görmesi ile açıklanabilir. Divan kültürünü almasına rağmen tam hazmedememiştir. Aynı yüzyılda yaşamış aşıklarda da bu durumu görüyoruz.
Aşık Celali bir tarikata mensup olduğu için şiirlerinde aşk konusuna az yer vermiştir. Beşeri aşkı işleyen iki koşması vardır. Güzelliğin geçiciliğini aşağıda bir dörtlüğünü vereceğimiz koşmasında şöyle dile getirir:
Güzelliyen mağrur olma sevdiğim,
Geçer bu güzellik pişman olursun,
Kuşanır sıfat-ı Hak Libasına,
Binbir atlı Şaha düşman olursun.
Dünyanın faniliği ve ölüm şairin en çok işlediği temalardandır. Celali'nin ölüme bakışı bile müspettir, metafizikten uzaktır. Onun ölüm tasavvuru hayata bağlıdır, ölümün izahını halkta yaşayan canlı benzetişlerle ve elle tutulur unsurlarla yapar. Mesela Azrail'i yaman bir at üzerinde, elinde kılıç, müthiş bir yavmacı olarak düşünür. Celali karşısına dikilen Azrail'in portresini şöyle çizer:
Arap at altında melek donlu yar,
Gene bir kazayı çöllemiş gelir,
Elinde zülfikar, kabzeler kanlı,
Bağdat'ı, Basra'yı çöllemiş gelir.
Aşık Celali tabiat konusuna da şiirlerinde yer vermiştir. Şair tabiatla baş başa kalır, onu över ve dağların tasvirini şöyle yapar:
Karşı yatan ulu dağlar,
Kar tutar, bellerin senin
Yazın kışın belli olmaz,
Celali der, tuzak kurdun,
Pusularda sindim, durdum,
Yahşi yerden yaman vurdun,
Kırılsın ellerin senin.
Celali'nin nasihat şiirleri yanında övgü şiirleri de vardır. Övgülerinde yapmacılığa kaçmayan bir samimiyet vardır. Bazen bir köyün güzellerinin övgüsünü yaptığı gibi, kendisine her zaman dost kucağı açan gerçek hamisi köy ağalarınında övgüsünü yapmıştır.
Aşık Celali bütün bunlara rağmen bir huzursuzluğun şairidir. Çevresinin bütün olaylarından etkilenmiş ve şiirinin meydana gelmesinde bu olaylar rol oynamıştır. Akrabası olan Kerimoğulları'nın ailesine yaptığı baskı ve zulümler, Celali'yi bir huzursuzluk şairi yapmış, böyle bir huzursuzluk ortamında yaşayan şairi beddua ve taşlama yazmaya teşvik etmiştir:
Bana kan kusturdu o kanlı zalim,
Yahşi günlerimi yaman eyledi,
Surur-u sevda da halim perişan,
Gör nice kan üzre bir kan eyledi.
Şair, bazı şiirlerinde de talihsizliğinden şikayet eder:
Şahin pervaz edip çıktı elimden,
Şöhret zülfikarı düştü belimden,
Şat gözümden aksa Fırat dilimden,
Elim elmas kese alıp satan yok.
Celali; şiirlerinde geleneğe bağlı kalmış, aşık tarzı söyleyiş hakimdir. Şiirlerinde asıl kaynağı olan halka yönelmiş halk arasında yaşayan canlı söyleyişlere yer vermiştir. Şiirlerinde ayrıca divan edebiyatından alınma bazı mecaz ve mazmunlara da yer vermiş ve özellikle ”Leyla ve Mecnun” mazmununu çok kullanmıştır:
Mecnun gözyaşına Derya dedikçe,
Her Katresi birden Mevla dedikçe,
Sevda çöllerinde Leyla dedikçe,
Arşa direklenmiş aşk ocakları.
Şiirlerinde inancını duygu ve düşüncelerini daha kuvvetlendirici ve vurucu bir şekilde ortaya koyabilmek için Kur'an’dan alınma ayetlere de yer vermiştir.
Sonuç olarak Celali'nin sanatındaki ana çizgileri şöyle özetleyebiliriz: Celali, toplumla iç içe yaşamış, şiirlerinde halk ruhunu terennüm etmiş bir halk şairidir. Onun sanatının önemli bir yönü taşlama ve mizahtır. Haksızlıklar karşısında susmayan Zihni gibi, Celali'de büyük taşlama ve mizah ustasıdır. Kişi ve toplumdaki düzensizlikleri iğneleyen şair, bazen bir gencin ölümü, bir tabiat tasviri, bir güzelin övgüsünde içten, duygulu ve samimi bir söyleyişle karşınıza çıkar.
Hece ve aruz türlerinin pek çoğunda örnekler vermiş şairimizin, aruzlu şiirlerindeki hatalara rağmen heceyle yazmış olduğu şiirlerinde oldukça başarılıdır, hatalar yok denecek kadar azdır.
Celali, ölüm ve tasavvuf konusunda da sanatının tüm inceliklerini ortaya sermiştir. Sırtını sarp yaylalara yaslamış bu şiir hükümdarının manevi huzurunda saygı ile eğilirken, onun memleketini çok güzel tanıtan bir dörtlüğü ile yazıma son vereceğim:
Karadeniz olsa aşıkın aşkı,
Yüksektir yaylamız coşamaz burda,
Bir yiğit ne kadar kahraman olsa,
Karlı dağlar vardır aşamaz burda.