Vefâtından iki ay evvel, 27 Mart 2019'da yazmış, sosyal medyada yayınlamışım.. Sevgili Başkanıma Cenabı Allahtan rahmet ile mağfiret dilerim.. 

***

On beş yaşından, şimdilerdeki tabir ve tarifiyle ergen çağlarından beri arkadaşız; sevinçte, tasada... Bayburt Ülkü Ocakları, sonra, Ülkü Yolu ve Ülkücü Gençlik derneğimizde fiilen başbaşa geçen beş yılımız var. Sonra, 80 darbesinın çileli yılları, askerlik ve devam eden süreç içinde bugüne kadar hep birbimize sevgi ve saygı duyduk.

Bundan bir süre evvel ve bugün Bayburtlu hemşehrileri ve dostlarının, gönüldaşlarının, hülasa ülküdaşlarının ziyaretleri vesilesiyle hastane odasında çekilmiş resmini görünce içim daraldı.. Keşke bu hastahane fotoğraflarını yayınlamasak...

Naci Memiş başkandan bahsediyorum sevgili dostlar. Naci Başkan, bilgi ve kendine has becerisiyle, derin müktesebat ve bu müktesebata hakimiyeti ile Rab'bın ona bahşettiği özel bir yetenek olan insicamı mükemmel, yüksek idrak mahsulü hitabetiyle, kendini TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNE adamış bir serdengeçtidir.

ÜGD'li yıllarda, bilgi ve malumat edinmede birbirimizle (birkaç kişi daha vardı) adeta yarışırdık. O daha ziyade, İslâmi, tasavvufi hususlara ağırlık verir, Kur'anı anlamaya, hıfzetmeye çalışırdı.. Sayesinde bilmediğimiz bir çok hususu onun bu gayretlerinden dolayı öğrenmiş olurduk.. Bizim ağırlık verdiğimiz, yoğunlaştığımız hususlar daha başka idi; sanat, edebiyat, az da olsa eyyamilik (..................), bilenler bilir.

Bir gün (doksanlı yıllar) bana dedi ki; "Biliyorum güceniksin, ya sen olacaktın, ya da ben.. Ocakta (O, MTTB'den gelmişti ocağa) benden daha kıdemli olduğun için, benden daha fazla sosyal faaliyetler ve diğer hususlarda hizmetin olduğu için ve bu içinleri çoğaltmak mümkün olduğu için kırgınsın, bunu başka yerlerde gıyabında söyledim, şimdi yüzüne de söylemek isterim."

Kastettiği Bayburt ÜGD Başkanlığı idi. Büyüklerimiz daha itidalli, daha layık onu görmüştüler, o olmuştu.. Evet, bence de onun olması daha isabetli olmuştu, iyi ki de öyle olmuştu.. Zira ben karakter ve tabiatım icabı o gün için, o görevi layıkıyla yapamayabilirdim. İhtilalin Ocak Başkanıydı O, ne demek istediğimi anlamışsınızdır umarım. Çıtayı hep yüksek tuttu, lakin şansı yaver gitmedi, sebebine Allahüâlem demekten başka bir şey gelmiyor aklıma.. Zira, bugün, dünyada ve özellikle ülkemizde tek yükselen değer olan MİLLİYETÇİLİĞİN, siyasi yelpazede banisi olan Başbuğ Alparslan Türkeş'in daha otuzlu yaşlarda "sır kâtibi" olmak her yiğidin kârı olmasa gerek.. Onun eline su dökemeyecekler, bugün Türkiye'nin kaderine etkin, makam, mansıp, imkân ve isim sahibi oldular, ne yazık ki bu fırsatları da almış oldukları şuurun tam zıddına kullanır oldular, neyse bu husus içimizde bir hicrandır geçelim bir lahza.

Naci Başkanla akranız. Ben ona daha bugüne kadar ismiyle hitap etmedim.. "Reis" veya, "Başkan, Başkanım", dedim. O da bana "Faruk Paşa" demiştir.. Asker Ocağında üç gün aynı ranzada yatmamıza rağmen bu mesafeye her zaman korumuşuzdur.. Bu elbette karşılıklı sevgi ve saygının beslediği bir şeydi. Birbirimizle barışık olmadığımız, hatta ters düştüğümüz hususlarda olmadı değil, hatta limoni, avami tabiriyle küs olmuşluğumuz da vardır.

Velhasılı Türkiye'yi en tepe noktada yönetecek kalite ve kalibrede olduğu halde süfli ve kirli hiç bir dünyevi makam ve imkân için eğilmedi.. Bizzatihi birinci elden bir takım mahfillerce kendisine yapılan maddi ve siyasi ikbal tekliflerini elinin tersiyle itmesini bilen bir onur ve vakar sahibi olduğuna şahidim.

Bütün bunları niye yazdım.. Ma'şeri Bayburtta da yazmış idim.. Neden bugün tekrar yazma gereğini duydum, inanın farkında değilim.. Sosyal medyada gördüğüm ve beni fazlasıyla etkileyen, üzen hastane odasındaki resimden sonra bu satırlara kadar gelmişim.

Sevgili Başkanıma, dost ve yarenime, ülküdaşıma cenab-ı Allah'tan acil şifalar, ahir hayatında huzur ve afiyet dilerim.

Arzederim efendim...



Faruk Nafiz Kılıçalan, Naci Memiş ve Yunus Meral, Tekirdağ...