Bundan bir iki yıl öncesinde televizyonların baş gündemi “küresel ısınma” idi. İklimlerin değiştiği, göllerin kuruduğu, her tarafta çölleşmenin ortaya çıktığı hususu, en çok tartışılan konulardan biri idi. Ancak son zamanlarda yağan yağmurlar, meydana gelen seller, bu tartışmayı unutturdu.

Bundan bir iki yıl öncesinde televizyonların baş gündemi “küresel ısınma” idi. İklimlerin değiştiği, göllerin kuruduğu, her tarafta çölleşmenin ortaya çıktığı hususu, en çok tartışılan konulardan biri idi. Ancak son zamanlarda yağan yağmurlar, meydana gelen seller, bu tartışmayı unutturdu.

Neyse konumuz küresel ısınma değil, size bu gün yine arşivin derinliklerinden sesleneceğim. Bundan bir asır öncesine gidip, 1891-1893 yıllarına ait bir olayı anlatacağım. Osmanlı arşiv belgelerine göre, söz konusu iki yıl boyunca ülkemizin bazı şehirlerinde yeteri kadar yağmur yağmamış ve belgelerin ifadesiyle barânın fikdanından dolayı yani yağmurun yetersizliğinden ötürü kuraklık olmuştur. Kuraklık özellikle Doğu Anadolu bölgesinde etkili olmakla birlikte, Gümüşhane ve Bayburt gibi Doğu Anadolu hududundaki Karadeniz şehirlerinde de görülmüştür. Hatta kuraklık buralarla sınırlı kalmamış çok uzaklardaki Trablusgarp’ta dahi hissedilmiştir.

Her iki yılda meydana gelen kuraklığın doğal sonucu olarak ürünlerin mahsulü azalmış ve kıtlık ortaya çıkmıştır. Yeteri kadar mahsul alamayan ve mahsusüzlük sebebiyle memleketlerinde aç kalan insanların bir kısmı maişetlerini temin için başta Trabzon olmak üzere, Lazistan, Malatya, Sivas ve Amasya’ya göç etmişlerdir.

Yaşanan felaketi en iyi anlatan kişi, dönemin Trabzon valisi Kadri Bey’dir. Vali Bey, dönemin başbakanlığına gönderdiği yazıda kıtlık dolayısıyla Erzurum vilayetine mensub Bayburd ve Tercan kazaları ahalisinden dahi bir takımı temin-i maişet içün aileleri ile beraber Trabzon Vilayeti sahilindeki kazalara göç etmişlerdir. Diyerek Bayburtluların içinde bulunduğu sıkıntıları gündeme taşımıştır.

Hani günümüz yaşlılarının hep anlata geldiği ve maalesef gençlerin dinlemekten sıkıldığı o yokluk ve perişanlık günleri tekrar tekrar dile getirilmiştir. Neler çekmemiş ki yerlerinden yurtlarından göçüp gidenler, iş buluruz ümidini taşıyarak yollara düşenlerin bir kısmı, bırakın iş bulmayı yiyecek ekmek dahi bulamamışlardır. Ya belediyeler ya da hayır hasenat sahiplerinin yardımıyla hayata tutunmak zorunda kalmışlardır. Vali Kadri Bey’in ifadesine göre kıtlık o denli etkili olmuştur ki, Trabzon ve Rize sancaklarına bağlı kazalar ve nahiyelere geçici olarak yerleşen ailelerin nüfusu otuz binlere ulaşmıştır. Bir anda bu kadar nüfusun bölgeye akın etmesi, sorunu daha da zorlaştırmış ve hükümet tarafından biçare olarak tanımlanan bu insanlar, köy kenarlarında ve orman aralarında siperlenüb zor bir hayat sürmüşlerdir. Yaşadıkları mahaller pek sağlıklı olmadığı gibi, kışın şiddetine karşı dayanacak elbiseleri dahi yoktu. Bütün bunlardan dolayı kolera, tifo ve dizanteri gibi bulaşıcı hastalıklara yakalananlar olmuştur. Aileler üçer beşerli gruplar halinde farklı köylere dağıldığından, yani toplu olarak bir arada bulunamadıklarından ciddi sağlık tedbirleri de alınamamıştır.

Meseleye kesin çözüm bulunması için çok uğraşlar verilmiş ve göçmenlerin memleketlerine geri gönderilmesi kararlaştırılmıştır. Fakat bu defa da memlekete gidecek olanların, tarlalarına ekecek tohumlarının olmadığı anlaşılmış ve yeni çözümler aranmaya başlanmıştır. Netice de devletin yardımıyla göçmenlerin yaraları sarılmaya çalışılmış ama acıyı yaşayanların hafızasından silinememiştir.

Söz konusu bu hüzünlü hadiseyi hafızamızın bir köşesinde saklı tutarak, elimizdekilerin kıymetini bilmeli, kaynakları bilinçsizce tüketmemeliyiz diyor, hepinize sağlıklı ve bereketli günler diliyorum.

Yazıma Osmanlı tarihçisi Hadidi’nin Bayburt’un fethini anlattığı şu dizelerle son veriyorum.

Meger bir kal‘ a vardı gâyet a‘lâ
Kim adı Payburd u hısn-ı zîbâ

Tokuz yüz hem yegirmi yıl Nebî’nün
Bu fethe târih oldı hicretinün.

    
(*) Bozok Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü