Türkiye tarihinin aslında çokça şahit olduğu, “sınırlılar-sınırsızlar” savaşında son dönemlerde yeni yeni tecrübeler ediniyoruz.
 
Muhalefet, izleyemediği Proaktif Siyaset sebebiyle, “birileri hükümeti zora soksa da bizde nemalansak” demektedir.
 
Hükümete muhalif olan her şeyi “meşru” görerek arkasına düşen bir muhalefet anlayışı ile karşı karşıyayız.
 
Bu durum muhalefeti, bazen “ak” dediğine “kara” bazen de “kara” dediğine “ak” diyen bir zeminde karşımıza çıkarmaktadır.
 
Bunu Gezi hadisesinde, 17 Aralık’ta, son dinlemelerde ve montaj kasetlerde gördük.
 
Muhalefet son derece “kışkırtıcı” bir dil kullanıyor.
 
Aslında bunu da bilinçli olarak yapıyorlar.
 
Karşı tarafı tahrik ederek, sinirlendirmeye ve saldırtmaya uğraşıyorlar.
 
Çünkü sinirlenen insan aklıselimini kaybeder ve hata yapar.
 
Bu bir “zayıf taktiğidir” ve tarihte hep kullanıla gelmiştir.
 
Bir gurup ya da kişi, karşısındakinin gücünü görmüşse ve ona güç yetiremeyeceğini anlamışsa onu tahrik ederek hata yaptırır.
 
Şunu bazı yazılarımda da yazmıştım; bizim muhalefetimiz, bugünkü gücü ile İktidarı sandıkta yenmeye yeterli olmadığı için “hancı tavuğu gibi yolcu fırsatçılığına” tevessül etmeyi bir tarz haline getirdi.
 
Fakat ne olursa olsun iktidar bu tahriklere gelmemeli ve aklıselimini asla yitirmemelidir.
 
Tahriklerden medet umanlara, ülke ve millet adına sabırla tahammül etmelidir.
 
O zaman Millet gereken cevabı mutlaka sandıkta verecektir.
 
Yenilen güreşçi güreşe doymazmış gerçi. Yenilseler de sert üslupla saldırıya devam edeceklerdir.
 
Fakat buna rağmen yaşanan hadiseler siyasetimizi şekillendirememeli.
 
Bu güne kadar olduğu gibi iktidar, siyasete yön vermeli iradesini ortaya koymaya devam etmelidir.
 
Geçmişte iktidarları endişeye sevk eden çeşitli kötü zihniyetler istediklerini öncelikle değiştirdikleri siyaset algılarıyla elde ettiler.
 
Korkan iktidarlar da, önce korumacı kanunlar çıkardılar.
 
Arkasından da, başta ekonomi ve özgürlükler olmak üzere kaybetmeye başladılar.
 
Bu da birilerine iktidarı, “totaliter, diktatör” gibi lanse etme fırsatı verdi.
 
Ekonomik olarak sarsılan toplumlar da bu yakıştırmalar inanmaya başladı.
 
Son olarak şunu da ifade etmeliyim.
 
Ben Başbakanın 17 Aralık sonrasında özellikle Emniyette ve diğer kurumlarda yaptığı yer değiştirmeleri oldukça yerinde buluyorum.
 
Eğer bir gün bile tereddüt edilseydi, bugün farklı bir Türkiye’yi ve farklı bir İktidarı konuşuyor olabilirdik.
 
Bugün bunu ispatlayamam ama tarihimizden örneklendirebilirim.
 
Adnan Menderes’in 1960 Darbesi’nde ki gecikmesinin getirdiği sonuçlar buna en iyi örnektir.
 
Darbeyi hazırlayanların, darbe sonrası nasıl zil takıp oynadıkları da ortadadır.
 
Bugün iktidarı eleştirenler de eğer başarsalardı hiç kuşkum yok aynı tavrı sergileyeceklerdi.
 
Eğer 17 Aralık’ta amaç gerçekleşseydi, İktidar yara alacaktı.
 
Çünkü 17 Aralık’ın asıl amacı İktidarı sarsmaktı.
 
Bu sarsıntı sonrasında da İktidara, sanki 30 Mart’a “demokratik yollarla gitmiş” görüntüsü verilecekti.
 
Oysa siyasetin en önemli yüzü onur ve haysiyet olmalıdır.
 
Ülkemizin kazandığı siyaset algısı mutlaka yaşatılmalıdır.
 
Aksi halde muhalefetinde kaybedeceği bir zemine sürükleniriz.