"Kendimiz dışında nereye koştuysak, gurbette kaldık."

***

Savaş bitmişti.

Şehrin soluk ve yorgun, delik deşik sokaklarından naralar duyuluyordu.
Savaşı kazananlar, zafer sarhoşuydu.

İlk önce devrik kumandan konuştu…

Yendi mi yenildi mi henüz karar veremediğinden, ne dediğini bilmiyordu:

“Kaleyi başkalarına devredeceğim diye gözüme uyku girmiyordu. Bu akşam gözlerimi artık huzurla yumabilirim” diyordu ama gel gör ki yine uyuyamayacaktı!

Ertesi sabah, günün ilk ışıklarıyla sabah namazı için yola koyulanlar, devrik başkanın helallik istediğini okuyacak, abdest tazelemek zorunda kalacaklardı…

Bir diğer kumandan, o kadar savaş yaşamış olmalı ki, artık nerede savaşır olduğunun farkında bile değildi. Nefesini topladı, yanaklarını şişirdi… Göz bebeklerini sabitleyemiyordu artık: “Pensilvanya patladı.” Dedi.

Kızılca kıyamet koptu.
Ordu rahatlamıştı.

Herkesin sakinleştiğini düşününce, sözü yeni kumandan aldı.

Sağ elini, savaş öncesi İstanbul beyliğinden yalvar yakar getirtilen damperli kamyonun damperi gibi ağır aksak kaldırdı ve nihayet sol göğsünün üzerine koydu.

Artık o değil ama çarşı hamamının gurnası büyüklüğünde ki yüzüğü konuşmaya hazırdı: -Ki bu sözler, ancak bir gurna başında aklanabilirdi!-

“İstiklal harbinde savaşan kardeşlerim..." diye başladı söze… Kendi cephesinde olduğunu düşündüğü 20-25 bin kişiyi kastediyordu… “Bayburt beyliği hiçbir zaman yanlıştan yana olmadı” dedi ama devamını getiremedi…

Başka ne denilebilirdi ki!

-Savaşı kaybedenler, bu sözlerin ardından tövbe için sıraya girebilirdi!-

Her sabah kavga edip, her akşam barışan insanlardan oluşan bu kentte; akşam barışmalarına sırtını dönen bir diğer kumandandaydı sıra…

Orduya hitabında üç beş kez “kurtuluş mücadelesi”, birkaç kez “uzun adam” demişti ama belli ki keyfi yerinde değildi. Birkaç güne kadar, ilk sinyalle, hem de apansız bir şekilde orduyu terketmenin hesabını yapıyordu zihninde!

O ‘öldüğü takdirde ordunun başına kim geçecek” deseler, ‘bari bunu söylemeyin’ derdim.

Ama o “esnafım ben, işime gücüme geri dönerim” diyecekti!

***

Işıksız ve umutsuz, kullanılmış ve atılmaya hazır şehirde, artık gece yarısı olmuştu.

Savaşı kaybeden 15-20 bin kişiye, sabaha kadar şehri terk etmeleri emredilmişti.

Yoksa sonları felaketti!
Kendileri bilirdi…

Kumandanlar kararlı adımlarla "karanlığa" doğru yürüyordu. Bir misyonları vardı.
Ya da hemoroitleri…

Veya her ikisi birden.

Not:
Daha düne kadar, bu şehirde hiç kimse bir diğerine “onlar” diye hitap etmemişti ama gel gör ki kendilerinin “onlar” olduğunu “onlar” söyledi. Ve şehir yönetmenin “savaş” olduğuna, “onlar” karar vermişti!



Aydın Tepe

Lise çağından hatırlıyorum.
Hâlâ duruyor mu bilmiyorum ama Aydıntepe'de garip bir kale direği vardı.
Sol tarafı kırık, sağ tarafı sağlam.
Kırık taraftan atıldığında “golü” saydırmanın mümkünü yoktu.
Yenmek istiyorsan, sağ taraftan gol atmanız gerekirdi.
Yani direğin sağlam olduğu köşeden…

Demem o ki; Aydıntepe’de şüpheli gole kimse “gol” demez.


***

30 Mart 2014, Saat 16.00

Aydıntepe İlçe Seçim Kurulu sandıkları açtı.
Kazananı açıkladı.
Gol net mi?
Net.

Sağlam sandıklar Bayburt’a geldi.
Kaybeden parti itiraz etti.

Bu defa Bayburt İl Seçim Kurulu sandıkları açtı, saydı.
Kazananı açıkladı.
Gol net mi?
Net.

Kaybeden parti, bir kez daha itiraz etti.
Futbol kurallarının dışında bir hareketti, fauldü bu yaptığı ama "hakem" görmezden geldi.

Hakem su molası verdi.
Suya götürdü, susuz getirdi.

Sandıklar yeniden açıldı.
"On kusurlu hareket"ten biriydi sandıktan çıkan.
Penaltı vermesi gerekirken, hakem maçı bitirdi.

İlk defa bir maçta, maçın hakemi görüntülerden disiplin kuruluna sevkedildi.

Maçın hakemi görüntülerde ne yapıyor?
Talimatı kimden aldı?

***

YSK maçı iptal etti ama bu saatten sonra iptal etmese ne olur!
1 Haziran’da kim kazanırsa kazansın umurumda değil.

Çünkü Aydıntepe kaybetti!
Aydıntepeli'nin hiç suçu günahı yokken, Aydıntepeli'ye kaybettirdiler.

Kırık direğin “gol mü değil mi” diye uzayan neşesini çaldılar…
O sahanın da keyfini kaçırdılar…

Utanmadılar, arlanmadılar…
Bir küçük kentin huzuruna mal olacağını bile bile, sahte golle mutlu olacak kadar arsızlar…

Ki bak, “sus pus”lar…

***

Sadece günahsız ve sahipsiz küçük bir kentin daha neşesi bozulmasın diye…
Huzur ve vicdan, küçücük bir kentte de olsa, yaşayabilsin diye…

Maçın gözlemcisi tayin edilen Savcı’nın kararını bekliyorum.