Sevgili hemşerilerim, bilirsiniz huyumuzdur…
Fincancı dükkanına girmiş bir fil gibi davranan geçmiş dönem yerel yöneticilerini ve yetersiz siyasetçileri “tav tav olup, sav sav olduktan sonra” suçlarız.
Oysa işin başındaki asıl suçlular; akşam dükkanını kapamış veya dairesindeki işinden çıkmış beyler yahut etrafı toplamış, yemeğini yapmış evinde eşiyle çocuklarıyla oturan kadınlardır. Bu evlerde görünüş üç aşağı beş yukarı şöyledir: Hanım, uyduruk dizilerden birini izliyor, kızı cahillerin yazdığı romanlardan okuyor, oğlu telefon veya bilgisayar başında, eşi ise kendilerinin gazetelerine göz atıyor.
Şimdi bu klişe aile çeşitli çeşitlemelerle, ülkemizde ya da memleketimizde belirli bir seçmenin profilini yansıtıyor. Kendi ortak havuzundan beslenen bu akıl; fanatizminden vazgeçip sağlıklı olarak aldığı hizmeti değerlendirmez. İçine doğduğu kültürün suyunun yönüne muhalif olamaz. Çünkü kendi de bir şekilde bu ortak algının içerisindedir. Ayrıca kişisel birikimi verilen hizmetin yanlışlarını ve uzun vadede topluma vereceği tahribatı görmeye yetmez, aksine yapılanları gözü kapalı biçimde destekler!
Sonra da geçmiş tüm yanlışlardan ve olaylardan ders almadan, tutup seçeceği kişiden kusursuz hizmet bekler. Maalesef kötü gönlünüz var!
Ne yazık ki doğup büyüdüğüm memleketimde de, yaşadığım ülkenin en büyük köyünde de genel davranış kalıbı bu.
Bu yüzden suçun asıl büyüğü seçilenlerde değil, seçenlerde!
Başka ülkelerden seçmen getiremeyeceğimize, eldeki malzeme de bu olduğuna göre, tek hakkımız dosdoğru eleştiri: Toplumun belirli bir kitlesi kendisine benzeyende asla eksik görmüyor. Siyasetin işleyiş mekanizması ile partiye eleştiri yöneltmiyor. Yanlışın nerede olduğuyla ilgili çok yönlü bir özeleştiri ve sorgulayıcı zihin de geliştirmiyor. Dönüp kendisinde ise hiç hata bulmuyor. Hata ve kusurlar gösterildiğinde ise kötü niyete yoruyor, yapılana toz kondurmuyor.
Bayburtlu seçmenimiz bu anlamda gerçekten bir başka! Çünkü tutup bunlara rağmen kimseye 4 yıldan fazla da tahammül edemiyor. Bu aslında binicinin değiştiği, atın değişmediği bir oyun gibi. Kabahat seçilen insanda değil ki. Sonuçta yeni gelen de aynı yöntemle huzurunuza çıkarılan, aynı tüzük, aynı birikim ve aynı davranış kalıplarının bir üyesi.
Atanan belediye başkanının işe yarayıp yaramayacağını, sizin istediğiniz değerleri taşıyıp taşımadığını; sadece iman kuvvetine ve liderin emrine göre seçmek çok büyük bir vebal. Bu sadece liderin ve öteki dünyasını hazırlayanın işine yarar; sizlerin, bizlerin veya Bayburt’un değil.
Seçmenin bilgisini yoğunlaştırıp diğer seçenekleri tartması için çabalamaktan başka elimizde demokratik bir hakkımız yok.
Hemşerilerime önerim: Bence siz/biz kusur ve kabahati atananlarda değil, kendimizde arayalım. Sözün özü; seçmen anlayışımız ile değerlendirmelerimizde arayalım!
Bu zihniyetle seçeceğimiz hiç kimse aradığımız değil!
İşin aslını pat diye söyleyeyim mi? Kusura bakmayın ama bu kadar tahribata rağmen inatla aynı yoldaysak, sizler de bizler de; Bayburt’a ve dolayısıyla bizlere doğru dürüst hizmet edecek çapta bir adayın, seçmeni değiliz!
Çünkü nitelikli bir seçmen olmak büyük emek ve özveri ister. Ağır işçiliktir!
Nasıl mı? Önce kimseye ait değil bağımsız olacak. Öğrenmeye açık, mesafeli duracak. Milli, dini, etnik aidiyetini ahlakının üstüne koymayacak. Eğitimin kalitesini sorgulayacak. Karşılaştırmalı okumalar yapacak. Siyaset tarihini öğrenecek. Uluslararası ilişkileri takip edecek. Gizli örgütlerin amaçlarını az çok bilecek. Sağlığı sadece üç dakikada muayene olup ilaç almak olarak görmeyecek. Çıkarı için verilen bir pula oyunu satmayacak. Eleştirecek. Kıyaslayacak. Yani algı kapısını kilitlemeyecek, öğrendikçe gelişecek, geliştikçe değişecek. Emek verdiği için de hakkının peşine düşecek!
Bu dar vakitlerde değiştiniz değiştiniz; yoksa, aslı öyle olanın temsilcisi de yine öyle olur!
Atasözümüz gerçeği yine sakınmadan söylüyor:
“Mal kötüyse, kabzımal ne yapsın?”