“Osmanlı Devletinin Kuruluşu EFSANELER ve GERÇEKLER” adıyla yayınlanan gerçekten değerli eseri okuyorum. Yedi bilgin bir araya gelmiş ve bir “panel” yapmışlar. Bildiriler toplanmış ve yayınlanmış, elimdeki kitap ortaya çıkmış.

Yanlış anlaşılmamak için hemen söylemeliyim, Osmanlı Türk Tarihinin de, Dünya Tarihinin de en önemli bölümlerinden birisidir. Bizim tarihimizdir. Ancak böyle olması dokunulmaz olmasını ve bilimlik yaklaşımla eleştirilmemesini gerektirmez.

Tam tersine, böylesine büyük bir gücün neden bozulduğunu ve dağıldığını anlamak için iyice irdelenmesi gerekir.

Kaba bir bölümleme ile 14, 15, 16. Yüzyılların YÜKSELME, 17, 18, 19. Yüzyılların GERİ ÇEKİLME dönemleri olarak değerlendirilmesi yanlış olmaz.

17. Yüzyılda olmaya başlayan, hızla akıl ve bilimden uzaklaşma, kurucu kavim olan TÜRKLÜĞÜN DIŞLANMASI, dinde ve dilde yozlaşma sürecidir.

Bu yazıda bugünlerde gündeme sokulan “Osmanlıca Zorunlu Dersi” dolayısıyla dil meselesine dokunmak istedim. Başlangıçta adını andığım kitapta çok ilginç bir örnek var. Önce o örneği aynen kitaptan alıp, sonra yorumlayalım: Sencer Divitçioğlu’nun konuşmasından:

“b. OS: Tevarih-i Al-i Osman’da, Sultan Alaeddin’in, Osman’ı sultan olarak tanıdığını yazarken, bu bağlamda şunu da ekler: “Davul vurulduğunda, Osman Bey ayağa kalkarmış” Aslında, beyin yaptığı bu hareket düpedüz anlamsızdır. Peki, ne demektir bu? Belki de Rûhi’den yapacağım şu alıntı muammayı çözmeye yardım eder:”

“Osman Bey’i uçdağı Türk beyleri dirilüp kurultay, yani büyük cemiyet ve sohbet idüp Oğuz töresi üzerine han diktiler… Pes mecmu-i örü tutup Oğuz resmince üç kerre yükinüb baş kodılar, develü obalardan KAMERON (kımızlar?!) getirüp Osman Bey’e sağrak sundular.”

Divitçioğlu, Ruhi’den aldığı bu sözleri yorumlamış. Onun yorumu konumuzun dışında.

Gelin biz de Osmanlıca yazısı ve dili açısından yorumlayalım.

Osmanlıca elbette Türkçedir, ama 17. Yüzyıldan sonra artık yozlaşmış bir Türkçedir.

Ama bakın 16. Yüzyılda Y. Beyazıt döneminde yazılan Türkçeye… Bugünün Türkçesiyle anlaşılmayan bir yanı var mı?

17. Yüzyıldan bir örnek verirsek ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Peçevinin bir anlatımı:

“Bir püşte-i refia üzerinde bir kale-i adîm-ül bedel ve asîr-ül amel’dir ki… hususâ içinde bir deyr-i acîb-üssiyer ki, der-ü divarı rühâm-ı rengin ile…”

İşi bir de Osmanlıca yazısı açısından ele alalım. Divitçioğlu’nun ve Panele katılan 6 bilginin ve de Ruhi Tarihi’ni eski yazıdan yeni yazıya aktararak yayınlayan iki değerli bilginin atladığı bir konu. Yanlış onlarda değil, Arap yazısını biraz değiştirerek Türkçe yazmakta ve okumakta… KAMERON (KIMIZLAR?!) kelimesi “kaf, mim, re, nun” harflerinin yan yana dizilmesiyle yazılmış. Böyle olunca “Kameron” diye okunabilir. Ama böyle bir kelime yok. Develi obalardan getirilen KIMRAN’dır. Kırman deve sütünden yapılan ayran benzeri bir içecektir. Kımız ise at sütünden yapılır. Develi obalardan kımız niye gelsin ki?

Sen nereden biliyorsun, demezsiniz umarım. Derseniz de haksız sayılmazsınız. 1990 yılından beri Türkistan Ülkelerinde KIMRAN içip duruyorum da ondan biliyorum. Yoksa az çok eski yazıyı ve Osmanlıcayı bilmeme karşılık ben de kırmanı bilmesem KAMERON diye okuyabilirdim.

O kadar çok örnek var ki?..

Diyorum ki: Ey Arap yazısını kutsallaştıranlar bilin ki, o yazı bizim dilimize uygun değildir. Bu yüzden Osmanlılar da dertliydi. Çözüm arıyorlardı. 2. Abdülhamit de, Enver Paşa da…

Çözümü Atatürk buldu ve iyi etti. Latin harfleri denilen, Etrüsk-Göktürk damgaları kaynaklı harfler alındı. Ama Atatürk de yanıltıldı ve Q (q) alınmadı. Bu yüzden birçok kişi Türkçeyi konuşurken hata yapıyor. Bu da ayrı bir yazı konusu, önceden yazmıştım, yine yazarım.