Fethullah Gülen’in “füruat” sözcüğü üzerine pek çok yorum yapıldı. Ama konumuz bu değil.

Bu sözcüğün fıkhi yönünü ilahiyatçılar izah etti. Ben sadece bu kelimeyi dün bir yerde görünce aklıma bambaşka çağrışımlar getirdiği için “daldan dala atlayarak” bir yazı kaleme alacağım.

Füruat deyince aklıma fer’i gelir. Fer’i deyince aklıma Feriye gelir. Feriye deyince aklıma İstanbul’da Dolmabahçe’nin biraz ilerisinde sahilde yer alan Feriye Lokantası gelir.

Feriye lokantası Osmanlı’nın son dönemlerinde saraydı. Ama “ikincil” derecede bir saraydı. Zaten, feriye de ikincil demek.. Asliye anlamındaki “birincil” saraylar ise Dolmabahçe ve Çırağan...

(Burada bir parantez açayım: Çırağan Sarayı, 1909’da yanmış, 30’lu yıllarda BJK tarafından, İnönü stadı yapılana kadar Şeref Stadı adıyla kullanılmış, 1990 yılına kadar boş kalmıştır. Bugünkü o görkemli eski haline kavuşturan ise Turgut Özal’dır.)

Evet, tarihimizde ilk kanlı darbe olan 1876 darbesinin mağduru Abdülaziz’in, bileklerini keserek intihar ettiği ama zannımca öldürüldüğü yer de bir Feriye Sarayı idi.

Kabataş Erkek Lisesi ve geçen yıl çatısı yanan Galatasaray Üniversitesi de birer Feriye Sarayı idi.

Tophane’ye ilerleyen caddenin adının Meclis-i Mebusan olması ise boşuna değildir.

Zira, Mimar Sinan Üniversitesi binası, Osmanlı’nın son Meclis binasıdır.

Hani bugün güney sınırlarımızda bazı sıkıntılar yaşıyoruz ya... Hani tam 90 yıl önce Lozan’da verdiğimiz yerler vardı ya... Hani o yerler Misak-ı Milli sınırlarımız içinde kalıyor ya...

İşte o Misak-ı Milli, bir Osmanlı meclisinin aldığı karardır. Ve o kararın alındığı yer, işte bu üniversitenin bulunduğu yerdir.

(Gerçi bugün Mimar Sinanlı “bazı” öğrencilerin, “Bize ne Musul’dan Kerkük’ten Suriye’den Mısır’dan” diyerek “artizlik” yapması da ironik bir durumdur ama konumuz bu değil; geçelim.)

Suriye demişken... 1918’de Suriye cephesinde yenilen ve İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Paşa, Sultan Vahdettin’in teşvikiyle nereye gitti? Samsun’a...

Samsun’dan Erzurum’a giderken “İçimizde kumandanlığa en layık olan sensin” diyerek Mustafa Kemal Paşa’nın önünü açan kim? Kazım Karabekir... Yani 1925 yılından Atatürk’ün ölümüne kadar kallavi bir eziyete maruz kalmış bir yiğit kumandan.

Bu eziyete imza atan kimdi? Atatürk... Atatürk kimdi? CHP genel başkanı... CHP’nin ikinci genel başkanı kimdi? İsmet İnönü...

Ama İnönü ne yaptı? Atatürk’ün ölümünden 2 ay sonra Kazım Karabekir’i milletvekili yaptı. Karabekir, hatta 1946’dan ölene kadar yani 1948’e kadar TBMM başkanlığı da yaptı.

Alın size bir ironi daha.. Atatürk ölene kadar genelkurmay başkanlığı yapan, hatta öldükten sonra 6 yıl daha aynı göreve devam eden Fevzi Çakmak, 1946’da, Demokrat Parti’den milletvekili seçildi.

Ama Atatürk’ün, Nutuk’ta “hain bir dimağ” olarak tesmiye ettiği Kazım Karabekir CHP’den milletvekili oldu. 

Tam burada bir tenakuza daha işaret edelim. Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi diye bir fakülte var. Bu fakültede, diğerlerinde olduğu gibi inkılâp tarihi dersi de var.

İnkılâp Tarihi hocası, öğrencilere “Nutuk” sınavı yaptığında, o Nutuk’ta öğrenci neyi de görmüş olacak? Herhalde o fakülteye ismi verilmiş olan komutanın “hain, dinci” olduğunun yazıldığını da görecek!

Evet füruattan girdim ama gördüm ki teferruata girmişim! Ama bilirim ki resmî tarihin tâli, fer’i, ikincil saydığı konular çoğunlukla aslî, birincil konulardır!