Alaturka ismiyle yine yarışmalar (!) düzenleniyor. Lâtin kökenli olup, “Türk tarzı veya Türkkârî” manâsına gelen bu kelime, çoktan aslî manâsını kaybedip, “alaturka kafa, alaturkalık,” gibi küçültücü bir manâya bürünmüştür. Dolayısıyla musikîmize günümüzde hakaret anlamı taşır. Meslekten olanlar bu kelimeyi kullanmazlar. Bilinçli veya bilinçsiz muârızlarımız kullanırlar. İşin daha hazin yanı, dünyanın hiçbir yerinde Türk Musikîsinin muârızı yoktur.

Alaturka ismiyle yine yarışmalar (!) düzenleniyor. Lâtin kökenli olup, “Türk tarzı veya Türkkârî” manâsına gelen bu kelime, çoktan aslî manâsını kaybedip, “alaturka kafa, alaturkalık,” gibi küçültücü bir manâya bürünmüştür. Dolayısıyla musikîmize günümüzde hakaret anlamı taşır. Meslekten olanlar bu kelimeyi kullanmazlar. Bilinçli veya bilinçsiz muârızlarımız kullanırlar. İşin daha hazin yanı, dünyanın hiçbir yerinde Türk Musikîsinin muârızı yoktur.

Bütün aleyhtarlar, ülkemizdedir. Özellikle yarım yamalak batı müziği yapan Türkler, milî kültürümüzün yabancısı olduklarından bu fiili işlerler. Bu batı müziğine kul köle olanlar, aslında doğru dürüst o müziği de bilmezler. Batı standartlarında müzik yapabilecek beş kişi bile sayamayız.



Gelelim mahut yarışmaya. Görünen o ki, kazanan veya kazanamayan bütün eserciklerin yeri çöp kutularıdır. Harcanan muazzam paraların üstüne buz gibi bir şişe Taşdelen içilmesini tavsiye ederiz. Başka türlü bu hengâme hazmedilmez.



Program orkestraları, tam bir curcuna havasında. Gırnataların varyasyonları, Beyoğlu sazlarında bile yapılmayacak cinstendir. Hele kemancılar? Yay beraberliğini bile beceremeyen, sahne edâsıyla iş yaptıklarını zanneden bu kişiler, eskiden radyonun üç yüz metre açığına bile sokulamazlardı. Şimdi ne değişti ki, bu kerizciler sâzende yerine sayıldı? Hele kanunîlerin “çakala-çukala”ları, dümbelekçilerin patırtısı ve dahi başlarındaki şefler!



Saz takımlarında neler yok ki? Dümbelek, bu takımların beş keçili ağası. Piyanocusu, bas gitarcısı, elektro bağlamacısı, sürekli kabalardan çalmayı marifet sanan, gergedan böğürtülü viyolonseller.



Tanpınar, Türk Mûsikîsinin, dekor, ışık ve renk efektlerine ihtiyacı olmadığını hayatı boyunca işlemiştir. Şimdiki uygulamalarda, Amerikan müzikallerinin ve Paris kabarelerinin havası sergileniyor. Çünkü icra ettikleri ve müzik adına sergiledikleri hava-cıva görüntülerini başka türlü kurtaramazlar.



Bu yarışmaları tezgâhlayanlar, sadece üç buçuk dakikalık şarkıların yarışmasını düzenliyorlar. Meselâ Peşrev yarışması, Yürüksemâî yarışması, Ağırsemâî yarışması düzenleniyor mu? Biraz sıkar değil mi? Mevlevî Âyîni düzenleyin de görelim?



Çerden çöpten güftelere giydirilmiş işporta malı makamlarla uydurulan, asla bir yeniliği ve orijinalitesi olmayan üç buçuk dakikalık şarkıcıklarla göz boyamak daha kolay değil mi? Ciddî eser yarışmaları düzenlemek bile sizlere üç buçuk attırır.



Jürilerde bir de bestekârlıkları ve şâirlikleri kendilerinden menkul şahıslar var. “İyi iyi, güzel güzel” terânesiyle kafa sallamak, aslında hiçbir şey iken bestekâr-sanatçı yerine konmak! Ne hazin durum yarabbi! Kandırana mı yanarsın, kandırılana mı?



Şimdi bu işi kotaranlara sorarız: “Siz ne yapmak istiyorsunuz Allah aşkına?”



Bir popçunun Nihavent başlayıp Hicaz biten eserini, Buselik adıyla tezgâhlayamazsınız. Hicaz’ı mı bilmiyorsunuz, Nihavend’i mi? Buselik makamından da mı bîhabersiniz? Yoksa her şeyi bilip anladığınız halde, kulağınızın üstüne yatıp takıyye mi yapıyorsunuz?



Tezgâhlanan şarkıların ikisi üçü hariç, hepsi yürütülmüş nağmelerden kurulmuş. Bunu da mı duyamadınız? Yahut ön Jürilerin oyununa mı geldiniz?



Size tavsiyemiz şu olacak. Sakın ola ki, bir daha böyle işlere kalkışmayın.



Bestekâr geçinenlere de üç çift lâfımız var. Bu ülkede bir sessiz kamuoyu vardır. Güzeli ve doğruyu çok iyi sezinler. Bu kamuoyu sizleri hiç bir şekilde kaale almaz. Yaşarken sanat mevtâsı olursunuz. Geleceğe kalamazsınız. Kaynaklarda yer alamazsınız. Kendinizi kandırmayın. Menfaatleri için sizi kandıranların sözlerini ciddiye almayın. Bestekârlık hakkında Büyük Arel’in bir sözü vardır: “Bestekârlık kuyu açmaya benzer. Önce bulanık su gelir. Siz devam edin. Mutlaka duru suya ulaşırsınız.”



Tanrı, Türklere Dede Efendi, Itrî, Cemil Bey gibi dehâlar armağan etmiş. Örnek alınız, önce benzemeye, nasipse aşmaya çalışınız. O zaman kalıcı olursunuz. Böyle başarılı bir bestekârın -çocuk bile olsa- ellerini öperim.