1895 tarihinde Bayburt’ta ve ülkede Ermenilerin sebep olduğu olayların bir an önce durdurulması için Osmanlı İmparatorluğu tarafından gerekli bütün tedbirleri almaktaydı. Sadece Ermenilerin çıkardığı hadiselere değil, aynı zamanda imparatorluğun diğer unsurlarının da herhangi bir olaya sebebiyet vermesine rıza göstermiyordu. 

1895 tarihinde Bayburt’ta ve ülkede Ermenilerin sebep olduğu olayların bir an önce durdurulması için Osmanlı İmparatorluğu tarafından gerekli bütün tedbirleri almaktaydı. Sadece Ermenilerin çıkardığı hadiselere değil, aynı zamanda imparatorluğun diğer unsurlarının da herhangi bir olaya sebebiyet vermesine rıza göstermiyordu. 

1895 yılında başta İstanbul hadisesi olmak üzere, ülkenin farklı şehir ve kasabalarında Ermeni olaylarının ortaya çıkması üzerine, Osmanlı Padişahı II. Abdulhamit, ülkede yapılması gerekenler hakkında bir irade-i seniyye çıkardı.

İrade-i seniyyede yer alan hususlar şunlardır:

1- Başta Dersaadet olmak üzere, Hüdavendigar vilayetinde de bir arbede yaşanmış, Samsun,  Amasya, Tokat’ta Ermeni fesat hareketleri vuku bulmuştur. Buralarda gerekli tedbirler alınarak, vuku‘atın kabl-el vuku‘ önünü almağa ihtimam olunub kan dökülmeğe katiyen meydan verilmemesi sağlanmalıdır. Yani, herhangi bir bölgede olayın çıkmasına izin verilmemeli ve kesinlikle kan dökülmemeledir. Bunun için gereken tedbirler alınmalıdır.
2- Kargaşanın hâkim olduğu bölgelerde, asayişin sağlanmasında seraskerlik makamı yetkili olacak ve beyhude yere kan dökülmemesi için polis, zabıta ve askeri birlikler birlikte hareket edecekler.
3- Adana, Sivas, Bayburt ve diğer şehirlerde olayların önüne geçebilmek için ihtiyat askeri sayısı artırılacaktır. Trabzon civarında toplanan yaklaşık iki bin Ermeni’nin olay çıkarmasının engellenmesi maksadıyla yöredeki acemi birlikler talim ettirilecek.
4- Ermeni patrikhanesinin gönderdiği tahriratta bahsedilen, bazı fesatçıların askeri birliklere saldırı planları engellenecektir.
5- Komiteler teşkil ederek, silahlı olarak sınırı geçmeye çalışan Batum’daki Ermenilerin, bir uygunsuzluğa meydan vermemeleri için bu tecavüzleri engellenecek. Yine aynı şekilde Taraklu muhitinde, köyleri basarak çeşitli faaliyetler sergileyen Ermenilerin de bu hareketleri engellenecektir.
6- Ermenilerin Erzincan civarında rovelvor ve martini tüfeklerle Müslümanlara saldırısı engellenecek. Hükümetin emirlerine itaatlerinden dolayı silah taşımayan ve kendilerini taş ve sopalarla muhafaza etmeye çalışan Müslümanların, bu saldırılara maruz kalmaması için bölgede örfi idare ilan edilecektir.
7- Refahiye, Kuruçay, Bayburt,  Van, Sivas, Erzurum, Mamuretülaziz, Diyarbekir, Bitlis, Suriye ve Adana taraflarında çıkan hadiselerin de engellenmesi için gerekli tedbirler alınacakatır.
8- Hiçbir sınıf halkının diğer sınıfa tecavüz eylememesine fevkalade dikkat olunacak ve kanuna aykırı davrananlar hakkında gereken yapılacak.
9- Olayların yatıştırılması için bölge ileri gelenlerinden ulema ve sair kişiler, nasihatçı olarak görevlendirilecektir.

Görüldüğü gibi II. Abdulhamit, ülkede kavga ve gürültünün çıkmasını kesinlikle istemiyor ve alınacak askeri ve idari tedbirlerle boşyere kan dökülmemesini arzu ediyordu. Padişah, hiçbir sınıfın diğer sınıfa tecavüzüne müsaade edilmeyeceği, kimse hakkında hilaf-ı adalet muamele olunmaması düşüncesiyle de devletin olaya bakışını ortaya koyuyordu.

Devletin bu bakış açısı, gerçekten uygulamalarda da kendini gösteriyordu. Nitekim Bayburt olaylarının vuku bulduğu tarihlerde, Kiğı kazasında bazı aşiretlerin Ermeniler üzerine saldırısı akabinde; Erzurum Valisi Rauf Bey, derhal emirler vererek askeri tedbirlerin alınmasını istedi. Kiğı Ermeni murahhassının şikâyetine göre, Pülümür aşiret reislerinden bazıları yanlarındaki 500 kişi ile Ermenilerin sakin olduğu köylere baskınlar yaparak, mal ve eşyalarını gaspa yeltenmişlerdir. Meselenin duyulması üzerine, derhal iki bölük ihtiyat askeri silah altına alındı ve mevcut jandarma ve ihtiyat askeri ile birlikte olayın önüne geçilmeye çalışıldı. Devletin olaya bakışının en somut göstergesi, olayların müsebbiplerinin şaki yani eşkiya olarak değerlendirilmesi, şiddetli biçimde cezalandırılmaları ve gaspa uğrayan Ermeni ahaliye aşar mahsulünden yardım verilmesidir.

Bayburt olayları esnasında da gerekli bütün hassasiyet gösterilmiştir. Hadise sırasında Bayburt’ta bulunan bir Nizamiye taburu kargaşayı engellemeye çalışmıştır. Ancak, şehrin büyüklüğü ve binaların dağınıklığı ve de civar köyleri şehre bağlayan yolların sayı olarak çokluğu güvenliği sağlamağa elverişli olmaması nedeniyle olay 6-7 saat kadar sürdükten sonra ancak sakinleşebilmiştir.

Olay esnasında eşyaları kaybolanların, eşyaları bulunarak oluşturulan komisyon tarafından sahiplerine iade edildi. Olayların teskin edilmesi ve suçluların yakalanarak cezalandırılması için şehirde idare-i örfiye ilan edildi. Böylece bir süre askeri idare hakim oldu, Müslüman ve Hıristiyanlardan yaklaşık 170 kişi tutuklanarak ifadeleri alınmak üzere divan-i harbe sevk edildi.

Anadolu Umum müfettişi Şakir Paşa da, olayları inceletmek ve hadisenin önünün alınamamasında yetkililerin ihmalleri olup olmadığını öğrenmek için topçu Binbaşı Asaf Bey ile Hukuk mektebi mezunlarından Hayri Bey’i olayın ertesi sabahı derhal Bayburt’a gönderdi.

Belgelerden anlaşıldığı kadarıyla, Bayburt olaylarının elebaşı Haçatur adlı bir tüccardır. Şingah mahallesi sakinlerinden olan Ağababayanoğlu Haçatur 50 yaşında, okuma yazmayı bilen, evli ve çocuk sahibi birisidir. Olaylar akabinde şehirde başlatılan tahkikat sonucu, Haçatur Efendi, kardeşi Ohannes ve Sarrafyan Arakil ile birlikte yakalanarak, mahkemeye çıkarıldı. Haçatur her ne kadar sorgulama esnasında kendisine yöneltilen iddiaları reddetse de, diğer sanıkların ifadelerinden onun grubun lideri olduğu açık bir şekilde görülmektedir.  İsyan için yaklaşık 40 kişilik bir isyancı grup tertipleyen, Haçatur’un kendisi de grubun miralay’ı olmuştu. Haçatur’un olayın baş mimarı olduğu, olay esnasında Ermeni kadınlarının “Hani Haçatur’un askerleri” şeklinde bağırmalarından da anlaşılmaktaydı. 

Haçatur Efendi, mahkemede verdiği ifadede olay günü ailesiyle beraber evinde bulunduğunu ve vakanın çıktığını duyar duymaz bir-iki yakınıyla evin bir köşesine saklandığını ve ortalık sakinledikten sonra meydana çıktığını söylemiştir. İfadenin devamında, askerlerin evini aradığını dile getiren Haçatur “ evin içinde yalnız kadınlar vardı ve kadınlar hakkında bir günâ muamele olduğu yoktur” diye kadınların kötü bir muameleyle karşılaşmadıklarını itiraf etmiştir. 

Haçatur Efendi, aslında kendisini kurtarmak için bu düşünceleri ifade ederken, farkında olmadan çok önemli bir hususa temas etmiştir. O husus ta, askerlerin evdeki kadınlar hakkında herhangi bir işlem yapmamaları gerçeğidir.

Gerçekten de bu durum dikkate değer bir olgu olup, Türklerin isyancı bir çete reisinin evini ararken, suçluyu ve suçsuzu ayırt edici bir hukukla hareket ettiğini gösteren bir örnektir. Haçator Efendi’nin bu sözleri, sadece bir tutanaktaki ifade olmayıp, aynı zamanda Türklerin Ermenilere karşı şefkat ve merhametli yaklaşımının bir çete reisi ağzından kabulü özelliğini de taşımaktadır.

Bu itiraf şunu göstermektedir ki, Türkler Ermeniler için günümüzde iddia edildiği gibi bir soykırım yoluna başvurmamışlardır. Şayet böyle olmuş olsaydı, herhalde çete reisinin ev halkı da bundan nasibini almış olurdu.

Devletin olaylara bakışının en somut göstergelerinden biri de, Kısanta’da meydana gelen hadise karşısında alınan tutumdur. Şakir Paşa’nın İstanbul’a 28 Ekim 1895 tarihinde gönderdiği tezkereden anlaşıldığına göre, Kısanta’da galeyana gelen Müslüman ahali, buradaki Ermeniler üzerine hareket etmiş ve büyük bir karışıklık çıkmıştır. Bunun üzerine Şakir Paşa hemen olay yerine müfrezeler göndererek “yağmagirlik ve nüfusu katle cüret eden şakîlerin seriyyen ref’ (ortadan kaldırma) ve tenkillerine itina olunması” için kumandan ve kaymakama emir verdi.  Böylece Müslüman halkın Ermenilere zarar vermesinin önü alınmaya çalışıldı.

Aynı şekilde seraskerlik makamı gibi diğer devlet organları da Şakir Paşa’nın gösterdiği hassasiyeti gösterdiler. Bu sayede köyleri Ermeniler tarafından basılan Müslümanların, bir intikam fikri ile hareket etmesinin ve meselenin daha da büyümesinin önü alınmak istendi.

Bundan başka, Osmanlı hükümeti davasındaki haklılığı dünyaya duyurmak için ajansları devreye soktu. Gazeteler bugün olduğu kadar geçmişte de gündemi belirleyen önemli yayın organlarıydı. Yukarıda bahsedildiği gibi, Osmanlı Devleti içinde meydana gelen bazı hadiseler, kısa süre sonra dış basında da yer alıyor ve Avrupa kamuoyu bu bilgilerle Osmanlı’ya bakıyordu.

Osmanlı hükümeti de, 1895 olaylarında karışıklığı Ermeni fedailerinin çıkardığını, ancak gazetelerin yanlı ve maksatlı yayımlar yaparak kendilerinin suçlu gösterildiğini biliyordu. Bu yüzden Anadolu’da Ermeniler tarafından yapılan baskınlar ve çıkarılan isyanlar hakkında bazı Avrupa gazeteleri bilgilendiriliyordu.

Bayburt’ta çıkan hadise de bu bağlamda değerlendirildi ve bölgede cereyan eden diğer vakalarla birlikte, özellikle Bitlis’te Ermenilerin bir Cuma namazı esnasında Müslüman ahaliye saldırısı olayı ile birlikte Avrupa’ya basınına bildirildi. Telgraflar çekilerek ajanslar durumdan haberdar edildi.  Böylece Ermeni fedailerinin, saldırılarını camilere kadar götürdüğü hususuna dikkat çekilerek, ne kadar haksız oldukları tüm dünyaya duyuruldu.

Ermenilerin Bayburt’ta çıkardıkları hadiseden sonra, Hindi köyünden Zakar isimli fedai, güvenlik birimlerine başvuru yaparak, olay hakkında ihbarda bulundu. Daha sonra Bayburt idare meclisi tarafından ifadesi alındı. Olayın tahkikatı istintak dairesine bırakıldı ve soruşturma birkaç gün devam etti. Bayburt Bidâyet Mahkemesi, olaya karışan ve zanlı ya da fail olarak yakalanan kişilerin, olaya müdahale derecelerinin belirlenmesi için polis ve zabıta jurnallerinin araştırılmasını istedi. Mahkeme bundan başka zanlıların celb ve tevkif suretlerini yani zanlıların ne şekilde yakalandıklarına dair zabıtnamelerin de getirilmesini istedi.

Bayburt zabıta memuru vekilliği, yakalanan kişilerin olaya medhaliyet derecelerinin kendilerince bilinmediğini ve Bidâyet Mahkemesi ve istindak şubesince gönderilen kayıtlarda isimleri yazılı kişilerin, kumandanlık tarafından kendilerine gönderilen emirlere binaen tevkif edildiklerini ve zanlıların istindak dairesinde sorgulandıklarını dile getirdi.

Yapılan incelemeler sonunda, başta şehrin Ermeni ileri gelenlerinden Haçator ve Arakil Efendiler olmak üzere, ilk etapta on üç kişi olayla ilgisi olduğu için zabıta tarafından tutuklandı, tahkikata başlandı ve idare-i örfî ilan edilmesini müteakip istindak dairesi evrakları örf-i idare mahkemesine gönderilerek zanlılar burada yargılandı.

Bayburt kaymakamlığı Kısanta ve Pülürek köylerinde meydana gelen karışıklığın incelenmesi ve gerekli tedbirlerin alınması için girişimde bulunarak buralara birlikler gönderdi. Kısanta’da yapılan tahkikat esnasında Ağbıyıkoğlu Ağba isimli şahsın evinde ilginç bir belgeye rastlandı. Ermenice olarak yazılmış olan ve tercümesi kaza idarecilerine gönderilen bildiri de, Ermenilerin birlik ve beraberliği hususuna dikkat çekilmiştir.  Ermeni millet birliği bildirisi adını taşıyan bu metinde dikkati çeken önemli noktalar bulunmaktadır:

* 

Ermeni Millet Birliği Bildirisi

Vatanını seven kardaşlar! Millet sevgilisü içün ve bizim vatan içün sair birâderlerimiz dökdüğü kan içün sizlerden beş lira matlûb ederim. Ümidimiz var ki bu işe girmek ve sair karındaşlarımıza örnek olmak içün ve birde millet-i memleketinizin borcunu eda etmek içün sizden matlup olunan nâçiz meblağ eda etmek ve bunun mukâbilinde alacaksınız bir ilm-uhaber lakin Allah’dan inayet alacaksınız nasıl ki bundan birkaç gün mukaddem sizler ta‘lan olunmuştur. Şimdi sizlere ihtar ederim ki umum Ermeni lazımdır ki kendi borcunu eda eylesun.

Ermeni Milleti Birliği 7 Ağustos 1895

*

Metinden de açıkça anlaşılacağı üzere, fedailer hedefledikleri bağımsız Ermenistan fikri- kendi ifadeleriyle memleketlerin Ermenistan olması- için adeta bir zorunlu bağış kampanyası başlatmışlardır. Kampanyaya katılımı artırmak için vatan, millet ve din kavramlarını kullanmışlar ve insanların bu duygularını istismar yoluna gitmişlerdir. Metnin başında niçin para istenildiğini, millet sevgilisi için, bizim vatan için ve Ermenilerin döktüğü kan için cümleleriyle izah etmişlerdir. Bundan başka yardım eden Ermenilerin bu yardımlarının asıl karşılığını Allah’tan inayet olarak alacakları da vurgulanarak dini duyguları istismar yoluna gidilmiştir.

Bu bildirinin yanı sıra Ermenilerin “iane tezkeresi” olarak adlandırdıkları ve Ermeni halkını yardım vermeye çağırdıkları aynı tarihli bir tezkere daha bulunmuştur. Son iki satırı net bir şekilde okunamayacak durumda olan tezkere metninin Osmanlıca tercümesi şu şekilde idi:

*

İane Tezkeresi

Vatanperver Ermeni Birader! Ermeni milletinin ve bizim mukaddes vatanın halâsı nâmında diğer karındaşlarımızın şecaatlari ve dökdüğü kan mükabilinde vatanperverliğiniz içün adleten ve merhameten beş lira-yı Osmanî tahsis olunmuşdur. İşbu teşebbüsât-ı mukaddeseye hissedâr ve diğer birâderlerine emsal olmak ve mamâfih milletime olan vazifenizi ikmâl itmek içün sizden matlûbumuz olan şu mezbûr-u mikdar meblağı bize gönderebileceğinize asla şübhe etmeyiz. meblağ-ı mezbûrun teslimine emin olmak içün mühürlü bir ilm-u haber alacaksınız ve karîben Hak Taala tarafından daha büyük mükâfatlara nail olacaksın. Bir iki gün mukaddem size tebliğ olduğu gibi  şimdi de bir Ermeni …

7 Eylül 1895 Ermeni İhtilâl Memuriyetinin Kısanta Şubesi 

*

Bir öncekinde olduğu gibi bu tezkerede de hemen hemen aynı temalar üzerinde durulmuştur. Halktan istenilen paranın, Ermeni fedailerinin döktüğü kanların mukabilinde olduğu ve bu işin vatanperverliğin gereği olarak düşünüldüğü ifadede edilmektedir. Cemiyet yardım istenildiğinde akla herhangi bir şüphe gelmesini önlemek için de çare düşünmüş ve görevlilere yardım toplamaya yetkili olduklarına dair ilmühaber vermiştir. Yine bu tezkerede de yapılacak yardımların asıl karşılığının Allah katında olacağı gibi temeli İslam kültür ve medeniyet anlayışı ile örtüşen bir inanışı ortaya koymaktadırlar.

Tahkik Heyetinin Oluşturulması ve Heyetin Faaliyetleri

Bayburt’ta meydana gelen Ermeni olaylarından dolayı, gerek şehir merkezinde gerek köylerde yaşayan Türkler ve Ermenilerde korku ve panik hakim olmuştur. Hatta bazı köylerde yaşayan Ermenilerin korkularından köyün dışına çıkmadıkları da görülmüştür. İşte bu gibi vaziyeti daha iyi görmek, araştırmak ve yapılması gerekenleri saptamak üzere padişah yaverlerinden Ferik Saadeddin Paşa, mahkeme-i temyiz azasından İbrahim Bey ve sicil-i ahval azalarından Cemal Bey’den oluşan bir tahkik heyeti oluşturulup Bayburt’a gönderildi. İncelemelere başlayan heyet, 28 Kasım 1895 tarihinde ilk raporunu sundu. Heyet başkanı Ferik Saadeddin Paşa raporunda, 28 Kasım itibariyle Bayburt’ta her hangi bir vukuat olmadığını, herkesin yerli yerinde durduğunu ancak Ermenilerin bir kısmında hala tedirginlik bulunduğunu dile getirdi. Bu tedirginliğin giderilmesi için heyet, başta şehrin müftüsü olmak üzere Müslüman eşraf, Ermeni rahip ve ileri gelenlerini ayrı ayrı huzura çağırarak, şehirde huzur ve güven ortamının yeniden tesis edilmesi için yapılması gerekenleri ve alınması gereken tedbirleri müzakere etti.

Erzurum Valisi Rauf Bey’in sadarete gönderdiği bir tahriratta da, Bayburt’un ulema, meşayih ve eşrafının köylere nasihat için gönderildiği ve bu gibi kargaşa zamanlarında Müslüman halkın ne şekilde tavır ve harekette bulunmaları gerektiği konusunda vaaz ve nasihatte bulunulduğu ifade edildi. 

Tahkik heyeti raporundan anlaşıldığına göre, nasihatler etkili olmuş ve Müslüman ahalinin gösterdiği itaatkâr tutum gibi, Ermenilerin de “veliyyünnimetlerine daima sadık olduklarını ve bu işlerin müsebbiplerinden hoşnut olmadıklarını” beyan ettikleri anlaşılmıştır.  Hadiseleri çıkaranları lanetleyen Ermeni halk , tesis edilen huzur ve barış ortamında yeniden dükkânlarını açarak iş başı yapmaya başladılar. Kargaşanın çıktığı köylere de nasihat heyetleri gönderilerek, oralarda da sükunet sağlanmaya çalışıldı. Bundan başka, heyet üyeleri nahiye müdürlerini toplayarak, onlarla fikir teatisinde bulundu ve alınan kararların müdürler aracılığıyla köylere duyurulması sağlandı.

30 Kasım 1895’de köyleri dolaşan heyet, hiç de hoş olmayan manzaralarla karşılaşmıştır. Özellikle Ermenilerin Müslümanlarla birlikte yaşadığı bazı köylerdeki Ermenilerin, korkularından başlarına beyaz sarık sararak İslamiyet’i kabul ettiklerini bildirdikleri ve kiliselerine de beyaz bayrak çektikleri görülmüştür.  Bu durum heyet üyelerini cidi biçimde rahatsız etmiştir. 

Benzer duruma Balahor köyünde de rastlanmış ve burada da bir kısım Ermenilerin aşırı derecede tedirgin oldukları görülmüştür. Hatta bunlar işi biraz daha ileri götürerek kiliselerinde salavat getirmeye başlamışlardır.  Bunun duyulması üzerine heyetin rahatsızlığı bir kat daha arttı ve derhal Bayburt kaymakamını Balahor köyüne gönderdi.  Köyde incelemelerde bulunan kaymakam, devletin kesinlikle bu tür davranışları tasvip etmediğini, kimsenin kendilerine zarar veremeyeceğini söyleyerek onları ikna etti. Bunun üzerine, köydeki Ermeniler “başlarındaki sarıkları çıkararak kiliselerinde icrâ-yı ayin eylemeye başladılar.  

Diğer köylerde de korkularından başlarına beyaz sarık sarıp, kiliselerine bayrak çekerek İslamiyet’i kabul ettiklerini ilan eden Ermenilere karşı heyet üyeleri, nasihat ve tavsiyelerde bulunarak “kalplerini tatmin” etmeye çalıştılar. Tahkik heyeti bu gibi davranış sergileyen Ermenilere, padişahın kesinlikle bunu istemediğini ifade etmekten başka, herkesin kendi dininde kalarak inançlarını sürdürmesinin, padişahın esas isteği olduğunu ilettiler. Saadeddin Paşa devletin, herkesin kendi dininde kalarak, kendi mabedinde ibadetini yerine getirmesini istediğini Ermenilere söyledi. Paşa daha sonra, kiliselere çekilen bayrakların indirilmesini ve Ermenilerin başlarındaki sarıkların çıkarılmasını ve herkesin hiç çekinmeden işi gücüyle uğraşmasını tavsiye etti.  Kısa süre sonra da Ermeniler sarıklarını çıkarıp normal hayatlarına döndüler.

1 Aralık 1895’de daha kapsamlı bir rapor sunan tahkik heyeti,  Saadeddin Paşa’nın şehirde incelemelerde bulunduğunu, bir erkân-ı harbiye yüzbaşısını köylerde görevlendirdiğini ve ayrıca 20 askerin de köyler arasında dolaştırıldığını sadarete bildirdi. Raporda heyetin temel gayesinin, asayişi yeniden temin ederek, halkın huzur içinde yaşamasını sağlamak olduğu hususu da özellikle vurgulandı.  

Tahkik heyeti yaptığı inceleme ve araştırma neticesinde Bayburt ve köylerinde yapılması gerekenleri şu şekilde sıralamıştır:

Tahkik Heyetine Göre Bayburt’ta Yapılması Gerekenler

Heyet Bayburt olaylarının, buraya bağlı köy sayısıyla orantılı olarak uzun sürdüğü kanaatine varmıştır. Bölgede huzur ve güven ortamının yeniden tesis edilmesi için de birkaç öneride bulunmuştur. Buna göre;

1-Köyler arasında dolaşmak ve yakın kazalardan yapılabilecek hücumların engellenebilmesi için acilen bir tabur süvari askeri gönderilmeli.
2-Olayda bulunup da sonradan silah altına alınmış olan Bayburt ahalisinden müteşekkil taburun, şehirde istihdamı hükümetçe uygun bulunmayacağından hemen değiştirilmesi gerekir.
3-Kaza kaymakamına yardımcı olması için Erzurum vilayetinden bir müdür ve iki memur geçici olarak süratle buraya gönderilmelidir.
4-Buradaki yerli taburun değiştirilmesi ve gerekli donanımların ikmali sağlanmalıdır.

Tahkik heyeti Bayburt’taki çalışmalarını tamamladıktan sonra Erzurum’a hareket etti.

Ferik Saadeddin Paşa’nın önerileri dikkate alındı ve ilk etapta Erzurum vilayeti evkaf muhasebecisi Hüsnü Efendi, kaza kaymakamına yardımcı olmak için zaruri ihtiyaçlarının karşılığı olarak 50 kuruş yevmiye ile Bayburt’a gönderildi. 

Böylece yavaş yavaş şehirde sükunet hakim olmaya başladı ve sıra yakalanan fedailerin yargılanmasına geldi.     

Mahkumların Yargılanması

Bayburt hadisesinden altı gün sonra Hindi köyünden Zakar veled Tevan hükümet yetkililerine gelerek itiraf ve ihbarda bulunmuştur. Yetkililer de Zakar’ın Ermeni Fesat Cemiyeti hakkındaki ihbarını değerlendirerek harekete geçti ve bu doğrultuda hareket ederek, olayda suçlu olanları yakalayarak ifadelerini aldı. Bayburt Bidayet Mahkemesi tarafından, fedailerden Zakar, Aruzkalı Simon, Kopuzlu Tevanoğlu Sirop, Everekli Ohannesoğlu Artin ve Serkis, Avadisoğlu Dikran, Simonoğlu Pitos, Kirkoroğlu Manuk, Arakiloğlu Manuk, Hindili Kirkoroğlu Varcabet, Lüsunklu Bedrosoğlu Mesrop, Pülürekli müdür Ohannesoğlu Mukdis Kiyor, Lüsunklu Serkisoğlu Leon haklarında soruşturma yapılarak, ifadeleri alındı.

Olaya karışan bir kısım Ermenilerin ifadesinin alınması ise Divan-ı harb-i örfi şubesine bırakıldı. Bunlar arasında Bayburt kaza merkezinde sakin olan Sağıryan Hacı Siyak, Varzahan köyünde sakin İspirli Acemoğlu Bağdasar, Bayburtlu Manukoğlu kunduracı Kısa Kirkor, Serkisoğlu Sobacı Ağop, Balahorlu Haparoğlu İstepan, Lüsunklu Sihakoğlu Takfur, Serkisoğlu Kasbar, Keleverekli Markaroğlu Varcabet Mikail, Trabzon’un Tosi köyünden Melkunoğlu Katırcı Ohannes bulunmaktaydı.

Sorgulanan Ermenilerin yanı sıra, Trabzon’un Tosi köyünden Eminoğlu Katırcı Ahmet gibi onlara özellikle silahların nakliyesi esnasında yardımları dokunan Müslümanlar da bulunmaktaydı.

Katırcı Ahmet, Artinoğlu Avadis, Bayburtlu Ağababayan Haçator ve kardeşi Ohannes, Sarrafyan Arakil, Mıgırdıçoğlu Manuşaryan Karabet, Kirkoroğlu meyhaneci Dikran, kunduracı Uzun Mukir, Mukdis Manukoğlu Keşişoğlu Sihak, Koçuyan Manuk, İsrailyan Karabet, Hindili Tomas, Parsihoğlu Parnu, Kısantalı Papaz Artin, Bayburtlu Artinoğlu Simonoğlu Avadis, Givli Paşalınınoğlu Parsanoğlu Sihak hakkında Divan-i harb-i örfi şubesince soruşturma yapıldı.

KAYNAKÇA:

Yard. Doç. Dr. Yunus Özger / 1895 Bayburt Ermeni Ayaklanmaları, IQ Yayınları, İstanbul 2008

Editör: 1890’lı yıllarda Bayburt’ta yaşanan Ermeni olaylarıyla birlikte 1910’lu yıllarda yaşanan Ermeni olaylarının nedenlerini ortaya koyan, “1895 Bayburt Ermeni Ayaklanmaları” adlı yazının devamına buradan ulaşabilirsiniz...