Fransız hükümetince Türkiye’nin doğu illerini tetkik amacıyla görevlendirilen “Théophile Deyrolle” adlı bir natüralist, 1869 yılında Trabzon ilinden başlayarak doğu illerini geziyor. Seyahat notlarını da 1875’te “Le Tour du Monde” adlı seyahat mecmuasında yayınlıyor.

Behram DestanoğluFransız hükümetince Türkiye’nin doğu illerini tetkik amacıyla görevlendirilen “Théophile Deyrolle” adlı bir natüralist, 1869 yılında Trabzon ilinden başlayarak doğu illerini geziyor. Seyahat notlarını da 1875’te “Le Tour du Monde” adlı seyahat mecmuasında yayınlıyor.

Yayınlanan bu notların dikkate değer bölümlerini “Reşad Ekrem Koçu”, “Trabzon’dan Erzurum’a  Seyahat” adıyla Türkçe’ye  çevirip yayınlıyor. (İstanbul, Çığır Kitabevi) Bir şekilde elime geçen bu seyahat yazısını büyük bir merak ve ilgiyle okudum; anılan seyahat yazısının iki ayrı bölümünde Fransız seyyah  Bayburt’la ilgili gözlem ve izlenimlerine de yer vermiş.

O yıllardaki Bayburt’u, sevgili hemşehrilerimin ve değerli okurlarımızın da merak edecekleri düşüncesiyle bu natüralist Fransız’ın Bayburt’la ilgili  yazıp çizdiklerini sunmak istedim.

“1869’da Trabzon’dan Erzurum’a” adlı gezi yazısından Bayburt ile ilgili kayda değer bölümleri, yorumlamadan, olduğu gibi alıp iki ayrı yazı dizisi halinde tüm okurlarımızla paylaşmaya karar verdim.

Fransız seyyahın, gözlem ve izlenimleri:

“…

Yusuf adında bir çobana rastladım. Yaman bir avcı idi. Bana ayı, yaban keçisi ve keklik vuracak ve vurduracaktı. Bir sabah Yusuf gün doğmadan bana geldi, beni alıp yaban keçisi avına götürdü. Kaymaklıda iki gün daha kaldım. Gümüşhane’ye döndüğümde beni evinde misafir eden ihtiyar Ermeni’ye veda ettim.

Bayburt yolu bir müddet iki yanında meyve bahçeleri uzanan Harşit suyunu takip eder. Bu bahçelerin büyük bir kısmı büyük feyezanlarda su basan bir arazide yapılmıştır, fakat suların istilâsına karşı taş ve çalı ile yapılmış kuvvetli setlerle korunmuştur.

Gece su kenarında durduk. Çadırımı güzel bir çayırın ortasına kurdum. Sabaha karşı katırcılara katıldık ve kervan halinde yürümeğe başladık. Sabahleyin buğday yüklü binden fazla merkebe rastladık. Erzurum’dan gelip Trabzon’a gidiyorlardı. Orada yüklerini gemiler bekliyordu...

Öğleden sonra üçte Murat hanına geldik. Biraz sonra küçük bir vadiye girdik ki bir takım kavisler yapan Harşit suyu burada artık bir dere idi. Ulu ağaçların, meşelerin, kavakların, kızıl ağaçların yerine de bodur bir takım ağaçlar kaim olmuştu. Yabani elmalar ve ahlatlar, meyve ağaçlarının son izleri olarak görünüyordu.

Bizi Balhar yaylasına çıkaran sırtı tırmanmağa başladık. Yayla, güzel çayırlar ve çok iyi sürülmüş tarlalarla kaplıydı. Öküz ve manda sürüleri otluyordu. Akşama doğru denizden bin altı yüz on metre yüksekte Balhar’a vardık. Muhtar bizi büyük bir eve misafir etti. Bu ev kârgir idi. Çatısı ahşaptı, üzerine toprak atılmış, toprak bir taraça olmuştur. İçi büyük bir ahır idi. İnsanlara ayrılan yüksekçe kısım ile hayvanların bulunduğu kısmı sadece bir parmaklık ayırıyordu…

Sabahleyin Balhar’ın başlıca meydanında toplanan danaların insanı sağır eden bağrışmalarıyla uyandım. Her evden bu güzel hayvanlardan birkaç tane çıkıyordu... Yaylada genişleyen dereler, büyük bataklıklar vücuda getiriyor. Burada birçok bataklık kuşu, birkaç çeşit ördek görülüyor. Kamışlıklar arasından sesleri geliyor. Kız kuşu sürüleri, adetleri icabı, başımızın üstünde dönüyorlar. Bu yaylanın koru kısmında pek bol olarak keklikler, çeşit çeşit çayır kuşları görülüyor...

Saat on birde bir vadiye inmeye başladık. Bir dönemeçten sonra Bayburt göründü. Şehrin kapısında yarı vahşi ve harikulâde güzel bir tazı sürüsü gördüğüm zaman hayret ettim. İçlerinden bir tanesini kendime alıştırmağa çalıştım; fakat okşamama rağmen verdiğim güzel yiyeceklere rağmen hiçbirisi serseri hayatını feda ederek peşim sıra gelmek istemedi.

Bayburt kalesinin muhtelif görünüş ve üsluptaki yapısına bakılırsa birçok defalar tamir ve tecdid edildiği anlaşılır. Duvarların muhtelif yerlerine gömülmüş ve taş levhalar üzerine yazılmış birçok Arapça kitabeleri var.

Dört bin nüfuslu olan Bayburt, Çoruh üzerindedir. Su, kasabayı ikiye böler. Güzel mevsimlerde kolay geçilir. Kıyılarında bin beş yüz elli metre irtifada yetişen yegâne ağaçlardan kavaklar ve söğütler var. Bu arık steplerin ortasında nebat ancak su kenarlarında görünüyor. Karakargalar, alacakargalar, saksağanlar şehri doldurmuş ve insanlarla tuhaf bir ahbaplık tesis etmiş, handa kiraladığım odanın ortasına kadar giriyorlar ve teklifsiz yemeğimin artıklarını topluyorlardı.

Bayburt’un başlıca gelirini hububat ve koyun ticareti temin eder; kervanların sık sık geçmesi de şehre fayda verir. Civarında ne ağaç ne meyve görülür. Bayburt’ta satılan kiraz Erzincan ve Gümüşhane’den gelir.

Kırk sekiz saat kaldıktan sonra 20 Haziran’da cenubu şarkide 130 kilometre uzakta Erzurum’a doğru yola çıktım...

…”

(*) Oğlum Okan Destanoğlu’na katkılarından dolayı teşekkür ederim.

NOT: Natüralist Fransız’ın, Bayburt ve Kop Dağı’na ilişkin gözlem ve izlenimlerini, yine “1869’da Bayburt” başlığı altında ve özgün şekliyle bir sonraki buluşmamızda sizlerle paylaşacağım.

E-Mail: [email protected]