Ülkemiz gün geçtikçe artan nüfusu yanında, sanayi yatırımları ve diğer sektörlerde oluşan büyüme ile beraber enerji arz-talep dengesi noktasında sıkıntılar ile karşı karşıyadır. Ülkemiz büyüyor ve gelişiyor olmanın bir takım sıkıntılarını aşmak, gelecekte bu sıkıntılarla yüzleşmemek adına şimdiden gerek 2023 vizyonu gerekse bölgesindeki jeopolitik ve stratejik konum gereği enerji üzerinde hassasiyetle durmaktadır.
Ülkemiz gün geçtikçe artan nüfusu yanında, sanayi yatırımları ve diğer sektörlerde oluşan büyüme ile beraber enerji arz-talep dengesi noktasında sıkıntılar ile karşı karşıyadır. Ülkemiz büyüyor ve gelişiyor olmanın bir takım sıkıntılarını aşmak, gelecekte bu sıkıntılarla yüzleşmemek adına şimdiden gerek 2023 vizyonu gerekse bölgesindeki jeopolitik ve stratejik konum gereği enerji üzerinde hassasiyetle durmaktadır.
Bu hassasiyetle yola çıkan devlet kurum ve kuruluşları ülkenin var olan tüm potansiyel enerji kaynaklarını değerlendirme yoluna gitmiş ve bu fikre paralel olarak HES (Hidroelektrik santral) projelerine hız vermiştir. Bu kapsam dahilinde ülkenin neredeyse tüm büyüklü küçüklü, irili ufaklı derelerine su kullanım hakkı çerçevesinde lisans verilmiş ve ülkemizin tamamına yakın tüm dereleri, nehirleri, akarsuları 49 yıllığına özel şirketlere kiralanmıştır. Su kullanım hakkı alan şirketler de derhal bu su kaynakları üzerinde DSİ’nin ya da tüzel firmaların hazırladığı projeler çerçevesinde ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) raporları hazırlatarak inşaat çalışmalarına başlamış ya da başlayacaklardır.
Enerji talebi karşısında oluşturulması gereken arzı sağlamak üzere yapılmak istenen tüm bu santral projeleri, ülkemizde çevre bilincini de beraberinde geliştirmiş ve birçok STK ( Sivil Toplum Kuruluşu ) bu çalışmalar üzerinde hassasiyetle durmuştur. Bundan yaklaşık 15 yıl kadar önce Doğu Karadeniz’de Fırtına Vadisi’nde verilen ve kazanılan mücadele, bugün yine Rize’de fitili yakılmak üzere tüm ülkeye yayılmıştır. Halk kitlelerinin bilinçlenmesi ve farkındalığının artmasıyla ülkenin bir çok bölgesinde “HES’lere Hayır” sesleri yükselmeye başlamıştır. Hiç kuşkusuz bu “Hayır” sloganı, önemli gerçekler ve geleceğimizi ilgilendiren hususlar içermektedir.
Doğu Karadeniz’de yeniden alevlenen bu mücadele, başlangıçta yalnız ve bölgesel bir mücadele iken, bugün tüm ülke köşelerinde aynı dert konuşulmakta, aynı kaygılar yüreklerde yer tutmaktadır. Kendi bölgesinde santral başlamamış vatandaşlarımız “ Ne olacak ki, elbette santral yapılmalıdır, ülkemizin enerjiye ihtiyacı var” derken, koca iş makineleri kendi köylerinde, kendi mahallelerinde ağaçları bir bir devirmeye başladığında hata yaptıklarını anlamış, flora, fauna ve endemik türler, canlı yaşam yok olunca bu fikirden caymışlardır.
Peki niye HES’e hayır ?
Elbette bu “hayır” kuru kuruya söylenen, günümüz muhalefet anlayışıyla bezenmiş bir “hayır” değildir. Ülkemizde henüz “su yasası” yok iken ve havza bazlı plan çalışmaları yapılmadan, ciddi biçimde irdelenmemiş, hatalı ÇED projeleri ardı ardına verilirken, 75 kilometrelik bir vadide 24 adet tünel tipi HES yapılıyorsa, buna elbette akıl ve vicdan sahipleri hayır demelidir.
Ülkemizde sayıları 1700 dolaylarında küçüklü büyüklü HES projeleri için EPDK’dan lisans alınmış ancak buna karşın neredeyse tümüne dava açılmıştır. Buraya kadar gelinen süreçte ise, tümüne yakınına yürütmeyi durdurma ya da iptal kararı çıkmıştır.
Eğer ülkenin herhangi bir köşesinde benzer gerekçelerle mahkemeler bu projeleri tek tek iptal ediyorsa, bunun yanlış olduğunu anlamak için daha fazla düşünmeye de gerek olmadığı inancındayız. Hukuki olarak mahkemeler, bütüncül havza planlaması yapılmadan, bu tip projelerin ekolojik dengeye zarar vereceğini öne sürmüş ve alınan ÇED raporlarının ciddi çalışmalardan yoksun ve kapsamlı olmadığını kararlarını dile getirmişlerdir.
Elbette ülkemiz, enerjiye karşı olan talebi karşılama noktasında ülkenin potansiyel kaynaklarını kullanmalıdır. Ancak bunu yaparken yüzyıllar boyunca size hizmet edecek doğayı ve çevreyi de korumanın amaçlanması gerekmektedir. STK’ların üzerinde sıklıkla durduğu nokta, çevre-enerji etkileşiminin iyice irdelenmeden, bu tip projeleri değil hayata geçirmek, lisans dahi verilmemesi gerektiği yönündedir.
Ne gibi sorunlar oluşmakta?
Öncelikli hedefi enerji üretmek olan bir anlayışla yola çıkıldığında gelecekte bizleri büyük tehlikelerin ve sorunların beklediği aşikardır. Örneklemek gerekirse; İkizdere Vadisi’nde yapılması planlanan 24 adet HES projesiyle dere yatakları 25-30 metre genişlikten 5-7 metre genişliğe kadar daralmıştır. Tünellerden çıkan hafriyatlarla dolduran dere yatakları ileriki zamanlarda taşkınlar için tehlike oluşturmaktadır. Bunun yanında hayvan geçişleri, balık ve sucul yaşam gibi bir çok ekolojik konu göz ardı edilerek projeler devam etmektedir. Bir başka sorun enerji nakil hatlarıdır. İkizdere Vadisi dar ve uzun bir vadi olması nedeniyle yapılacak santraller sonrası, bölge adeta enerji ağları ile örülmüş olacak ve neredeyse her köyün üzerinde 2-3 adet yüksek gerilim hattı geçecektir. Yapılan son çalışmalara göre enerji hatlarının insan sağlığı üzerine etkilerine bakıldığında, bölge bu noktada kanser hastalığıyla yüz yüzedir. Türkiye’nin endemik bitki çeşitliğinin % 28’ine sahip olan bir vadide bu tür çalışmalar ile tüm endemik türlerin kaybolması kaçınılmazdır. Böyle bir acı sonuç karşısında, doğal tahribatın yanında ilaç ve kozmetik sanayi alanında da ekonomik tahribat gerçekleşmesi beklenmelidir. Yapılan patlatmalar ile yüzey sularının yok olması ise bir başka sorun olarak karşımıza çıkmakta, açılan tüneller ile tüm yüzey suları yeraltında tünellere toplanmakta, bölgede yaşayan insanların su temini noktasında sıkıntılar oluşmaktadır. Kesilen binlerce ağaçtan, dünyada nesli tükenmek üzere olan alabalıkların yok olmasından, arıcılığın ve dünyaca ünlü Anzer balının yok olma tehlikesinden bahsetmiyoruz bile…
Ülkemizin korunması gerekli, Bakanlık onaylı Turizm Master Alanları, bugün HES tehlikesi altındadır. Bu projeler hayata geçerse başka Doğu Karadeniz vadileri olmak üzere, önce vadilerde susuzlaştırma, sonrasında sosyal yaşamın son bulacağı insansızlaştırmayı beraberinde getirecektir. Tarım alanlarının yok olduğu bölgelerde göç ve işsizlik had safhaya ulaşacaktır.
Yukarıda yazılanlar sadece ülkenin bir köşesinde yaşanan sorunların bir kısmını oluşturmakta, ülkemizin her yerinde aynı ya da benzer sancılar mevcut.
Ne yapılmalı?
Hem enerji üretip hem çevreyi korumak mümkün mü? Elbette bunun cevabı EVET. Ancak bu evet diye haykırılan cevabı sağlamanın bazı bedelleri de tabiidir ki var. Öncelikle havza bazında tüm vadilerde enine boyuna tüm hususların yer aldığı kapsamlı bir havza planlaması yapılması gerekmektedir. Bunun yanında hala ülkemizde var olmayan Su Yasası’nın da derhal çevresel ve doğal etkiler göz önüne alınarak çıkartılması gerekmektedir. Ülkenin su kaynaklarının etkin ve verimli kullanılabilmesi ancak bu hususlar dikkate alınarak gerçekleştirilen projeler ile mümkün olacaktır. Dereye bırakılacak “can suyu” miktarlarının uluslar arası standartlara göre düzenlenmesi, dere hayvan geçişlerinin sağlanması gibi birçok detaylı konu da bu çerçevede incelenmeli ve yürürlüklerde yerini almalıdır.
Hiç kuşkusuz ülkemizin sadece HES projeleri ile enerji açığına cevap vermesi beklenemez. Türkiye’deki 220 milyar kWh üretimin bugün itibarıyla Türkiye’deki 1700 adet HES projesi hayata geçse dahi toplam üretimin %5’ine karşılık gelecektir. Küçük bir enerji uğruna ülkemizin tüm doğal yaşam alanlarını yok edemeyiz.
Geçtiğimiz yıllarda yapılan Rüzgar santrali talep toplama çalışmalarında açıkça görülmüştür ki, ülkemizde yerli ve yabancı birçok yatırımcı Rüzgar gücünden faydalanmak istemekte ve bu konuda devletin önlerini açmasını beklemektedirler. Rüzgar, jeotermal, güneş ve dalga gibi alternatif çok sayıda enerjinin değerlendirilmesi gerektiği ortadadır. Sadece su kaynakları ile bu sorunu çözmeye kalkmak gelecek kuşaklara talan edilmiş bir doğa bırakmakla eş değer sonuçlar doğuracaktır.
Çevre-Enerji ikilemi arasında kalmadan hem çevreyi gözeterek hem de enerji üretmek, kamunun asıl yararına olan konudur. Kamu yararı adı altında yapılmak istenen projelerin gerçekten kamu yararı gözetmesi için, her yönüyle incelenmesi gerekmektedir. Burada “millet iradesi” esas alınmalıdır. Doğa ve insan yaşayışına etkilerin minimize edildiği bir enerji üretme yaklaşımına bugün çevre hassasiyeti olan STK’ların destek vereceği açıktır.
Doğal güzelliklere sahip ülkemizin bu değerlerini HES projeleriyle yok etmekten ziyade, turizme kazandırmak ve insanların beğenisine sunmak gibi bir duruşu sergilemek gerekmektedir. Bugün Asya ve Avrupa’nın en büyük şelalesi olan Erzurum Tortum şelalesi sadece bahar aylarında değil 4 mevsim akacak ise bu mahkeme kararını oluşturan düşüncenin altında STK’ların kararlı duruşunun yer aldığı inancındayız. Yıllardır sadece bahar aylarında su verilen bu doğal güzellik açılan davalar sonucunda artık 4 mevsim akma özgürlüğüne kavuşmuştur. Bu gibi daha bir çok güzelliği koruma adına STK’lar ve bilinçli kitleler harekete geçmiş ve çok sayıda davaya dahil olmuşlardır.
Aynı şekilde dünyanın UNESCO tarafından korunması gereken 200 vadisi arasında yer alan İkizdere Vadisi’nde de benzer iptal kararları çıkmış, çıkmaktadır. Bugün tamamı yapılmış ve işletmeye açılmak için beklenen Cevizlik HES projesi mahkemenin verdiği yürütmeyi durdurma kararı ile işletmeye açılamamaktadır. Bir başka benzer örnek olan tarihi değeri ile Hasankeyf’te de baraj çalışmalarına yönelik hukuksal ve kitlesel mücadele sürmektedir.
Tüm bu karşı duruşlu tavrın ardında, enerjiye karşı olmak değil, doğayı, çevreyi, yaşamı, tabiatı ve geleceği koruma bilinci yer almaktadır. Bu bizim hem inancımızın gereği hem de insani ve vicdani sorumluluğumuzdur.
Sonuç ve Özet
Ülkemiz bir yandan doğu ile batı arasında en önemli enerji köprüsü olmaya yönelik çalışmalara ve diplomatik hamlelere hız verirken öte yandan iç potansiyeli değerlendirmeye yönelik de çalışmalara başlamıştır. Ülkemizde HES sayılarını bir anda binler düzeyinde arttırmaya yönelik bu ani ve hazırlıksız hamle, uluslar arası sözleşmelerden ve bilimden uzak temellerde ivmelendiğinden doğa bilincine sahip STK’lar ve hukuki eksikleri yönüyle de mahkemeler tarafından iptal kararlarıyla yüz yüze kalmışlardır.
Ülkenin milli gelirinin yanlış ve hatalı yatırımlarla eriyip yok olmaması adına daha planlı ve düzenli bir çerçeve dahilinde tüm projelerin iptal edilerek en baştan ve dünyaca kabul görmüş standartlar ışığında yeniden ele alınarak planlaması ülkemizin yararına olacaktır. Bu çerçeveyi oluşturmak üzere, havza planlaması, ÇED yönetmeliği, su yasası gibi mevzuat eksikliklerinin de giderilmesi gerekmektedir.
Türkiye’nin “Enerji mi Çevre mi ?” sorusuna vermesi gereken tek ve akılcı cevap “her ikisi de” olmalıdır. Bu ikilemi dağıtmak ve ortak akılla hareket ederek hem gelecek kuşaklara daha sağlıklı bir çevre ve doğal hayat bırakabilir, hem de ülkemizin kalkınmasında en önemli araçlardan biri olan enerji konusunu çözüme kavuşturabiliriz. Konuyla ilgili bakanlıklar ve diğer resmi kurumlar, sivil toplum kuruluşları arasında çözüm odaklı çok iyi bir koordinasyon acilen sağlanmalıdır.
Bu yaklaşımla bakıldığında, ülkemizde bir an önce bahsedilen eksikleri kapatmaya yönelik çalışmalara başlanmalıdır.
İnanıyoruz ki ülkemiz, büyüme hamlesini, doğasını koruyarak gerçekleştiren ender ülkeler hanesinde yer alacaktır.
Saygılarımla.
(*) Mimar Mühendisler Grubu Yerbilimleri Komisyon Başkanı