Tarihimizde 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Türk- Rus Savaşı, Türk-Ermeni ilişkilerinin dönüm noktasıdır. O zamana kadar, Türklerle barış içinde yaşayan Ermeniler bu savaşta Balkanlar’daki Türklerin imha edilip, Hıristiyan halklara bağımsız devletler kurulduğunu görünce, kendilerine de sıranın geldiğini düşünerek, Rusya’dan "Bağımsız Ermenistan"ın kurulmasını istediler.
Tarihimizde 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Türk- Rus Savaşı, Türk-Ermeni ilişkilerinin dönüm noktasıdır. O zamana kadar, Türklerle barış içinde yaşayan Ermeniler bu savaşta Balkanlar’daki Türklerin imha edilip, Hıristiyan halklara bağımsız devletler kurulduğunu görünce, kendilerine de sıranın geldiğini düşünerek, Rusya’dan "Bağımsız Ermenistan"ın kurulmasını istediler.
Ruslar bunu yapamadı ama onlara model gösterildi. Bu işin modeli, 1839 Yunan ayaklanması idi. Orada ne yapılmıştı?
“Çeteler kuruldu. Terör estirildi. Batılılar Türkleri suçladı. Türkler açılım yapmalı idi. Yapılan açılımlar çetelerin işine daha da yaradı. Sonunda çıkan bir savaşla oralardaki Türkler çoluk, çocuk imha edildi. Batılılar savaş sonunda yeni devleti tanıyıp meseleyi bitirdiler.”
Ermeniler de modele uygun çetelerini kurdular. İngiltere ve Rusya rekabeti de işe yaradı. Batılı devletlerden yardım aldılar. Teröre başladılar. Anadolu’daki şehirlerde, azınlık olan Ermeniler isyanlar çıkardılar. 1905’de İstanbul’da padişaha bile suikast düzenlediler. Sivil halkı katlettiler. Ama Ermenilerin bağımsız devlet olma fırsatı olarak gördüğü olay, 1914’de 1.Dünya Savaşı ile oldu. Kasım 1914’de 1. Dünya Savaşı çıktı. Osmanlı İmparatorluğu, İngiltere, Fransa ve Rusya’ya karşı Almanların oyunu ile Birinci Dünya Savaşı’na girdi. Bu durum Ermeni komitelerince büyük fırsat olarak görüldü.
Gönüllü alaylar kurarak Rus saflarına katılan Ermeniler, Rus işgâl kuvvetleriyle birlikte Doğu Anadolu topraklarımıza girdiler. Bayburt bölgesinin de içinde bulunduğu Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayan Ermeniler, Rusların bağımsız bir Ermenistan kurmalarına yardımcı olacağı şeklinde kışkırtmalar sonucu silahlı Ermeni çeteleri kurarak, Türk mahalle, köy, kasaba ve şehirlerinde katliamlara başladılar. Devlet bir kaç cephede savaşırken, Türklerin savaşa gitmeleri sonucu meydan Ermenilere kaldı. Van’da isyan başlatıldı. Sivil Müslüman Türk halkı katledildi. Osmanlı Devleti buna herhangi bir devletin karşılık vereceği biçimde karşılık verdi. 1915 yılında Ermenilerin güneye göç ettirilmesi kararını aldı. Tehcir(zorunlu göç) denilen bu olayla Ermenilerin yok edilmesi amaçlanmamıştı. Osmanlı Devleti, göç sırasında kafilelerde bir doktor bulunmasını, bebekli kadınlara süt temin edilmesini yerel yönetimlerden istemişti. Bunu düşünen bir devlet soykırım yapar mı?
Osmanlı İmparatorluğu kendi vatandaşları olan savunmasız Ermenileri kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak için öldürmemiş ve aynı amaçla tehcire zorlamamıştır. Osmanlı Devleti, bağımsız devlet kurmak amacıyla savaş sırasında Rusya tarafında yeralan, düşman saydığı Müslüman halkı öldüren Ermenilerle savaşmıştır.
Osmanlı Devleti kendi topraklarının bütünlüğünü savunmak amacıyla düşmanla işbirliği yapan ve yapabilecek Ermeni nüfusa tehcir uygulamıştır. Türkiye Cumhuriyeti savaş sırasında o günkü şartlar altında yapılan yolculuklarda ve bulaşıcı hastalıklarla, bazı eşkıyalık olaylarında Ermenilerin öldüğünü saklamamıştır. Olanları soykırım olarak adlandıranlar, Osmanlı Devleti’nin Müslüman halkının da soykırıma uğradığını bu soykırımın Ermeniler tarafından yapıldığını kabul etmek zorundadır. Prof.Justin Mcarty ‘’Ölüm ve Sürgün’’ adlı eserinde Doğu Anadolu genelinde 1912-1922 arasında öldürülen Türk-Müslüman sayısının 1 milyon 250 bin civarında olduğunu, bazı şehirlerin nüfusunun yarıdan fazla azaldığını, bu sayıların ifade ettiği çilelerin derinliğinin idrake sığmadığını, bunun tarihin gördüğü en büyük felâketlerin üzerinde olduğunu ifade etmektedir.
Osmanlı Devleti, tehcirde hatası görülen kişileri cezalandırdı. Birinci Dünya Savaşı sonunda Türk vatanı, İngiliz, Fransız, İtalyan ve onların yerli işbirlikçileri Ermeni ve Rumlar tarafından işgâl edildi. Ermeniler işgâl güçlerini arkalarına alarak tehciri bahane edip Türkleri suçlamaya ve böylece bağımsız devlet hedeflerine ulaşmayı denediler. Güney vilayetlerimizi işgâl eden Fransız ordusu içinde lejyoner Ermeni askerleri Türk halkına karşı Urfa, Maraş ve Adana’da her türlü zulüme ve katliama katıldılar. Türkler destansı mücadelelerle vatanlarını, namuslarını savundular.
İngiltere, İstanbul’da bir Türk milli direncini başlamadan ezmek için Damat Ferit Paşa'nın destek ve yardımıyla asker ve sivil 145 Türk aydınını tutuklayıp Osmanlı Harp Divanı önüne çıkarttı. Bundan bir netice alamayacağını anlayınca Akdeniz'in ortasındaki Malta adasına sürgün etti. Ziya Gökalp, Hüseyin Cahit, gibi yazar ve fikir adamları, Fahrettin Paşa, Ali Sabis Paşa gibi önemli asker ve devlet adamları sürgün edilenler arasında idi. Mustafa Kemal Paşa da yakalanacaklar arasındaydı. İngilizler onu ellerinden kaçırdılar. İngilizlerin Malta'da 3 yıla yakın tuttuğu 145 sürgünden 15'i orada öldü.
İngilizler, ellerindeki her türlü imkân ve belgelerle Malta sürgünü bu sivil, asker aydın Türklere, Malta’da yaptığı mahkemelerde Ermeni tehciri ile ilgili suçlamalar yöneltti ise de, Türklerin tehcirde suçlu olduğunu gösteren bir delil bulamadı. İstanbul’da Damat Ferit Paşa haininin yardımıyla Fransız ve İngilizlerin düzenlediği mahkemelerde Tehcir nedeni ile suçladıkları bazı Türk memurlarına, vatandaşlarına karşı da davalar açtılarsa da bir şey bulamadılar. Buna rağmen Ermenilerin yaygarası ve zorlaması ile yalancı şahitlerle yeniden yapılan bazı piyon Türklerin de işgalcilerin yanında olduğu yeni mahkemeler yaptılar. Bu mahkemelerde usulsüz ve haksız bir biçimde bazı devlet görevlileri cezalandırıldı. Bunlardan birisi Bayburt kaymakamı Nusret Bey’dir.
***
Nusret Bey, 19 Nisan 1914’de Bayburt Kaymakamlığı’na atandı. 14 Haziran 1915’de Erzurum’daki 3. Ordu Komutanı Mahmut Kâmil Paşa’nın emriyle Bayburt harp sahası içinde olduğu için bölgedeki Ermeniler de Nusret Bey’in idaresi altında bulunan jandarma güçleri vasıtasıyla salimen Erzincan’a sevk edildiler.
Tehcir sırasında yasal olmayan hiç bir olay meydana gelmedi. Zorunlu göç uygulanan Ermenlerin taşınmaz malları satılarak bedelleri sahiplerine verildi. Ermeniler, isyan etmeseler, acımasız zulüm ve terörle çocuk, kadın, yaşlı demeden sivil halkı katletmeseler, yabancı devletlerin beşinci kolu olarak düşmanla işbirliği yapmasalar, kısacası Ermeniler tebası oldukları devlete ihanet etmeselerdi, bu zorunlu göç (tehcir) olmayacaktı.
Ermeniler Bayburt’tan göç ettikten sonra da bölgede kalan Ermenilerin çetecilik faaliyetleri devam etti. Bu konuda Dâhiliye Nezareti’ne şifreler gönderildi.
Nusret Bey, 1.Dünya Savaşı’nın en buhranlı günlerinde Bayburt Ermenilerinin salimen tehciri için çaba sarfederken, diğer yandan 3.Ordu’ya erzak temini için çalıştı. Nusret Bey, 3.Ordu’ya yaptığı bu hizmetlerden dolayı değişik tarihlerde Erzurum Valiliği ve 3. Ordu Komutanlığı tarafından ödüllendirildi.
Nusret Bey, 14 Haziran 1917’de o sırada Yıldırım Orduları 2.Grup Komutanı olan Mustafa Kemal Paşa’nın isteği ile Urfa mutasarrıflığına atandı. Nusret Bey Urfa’da görev yaparken, Mondros Mütarekesi (Silah Bırakma Antlaşması) yapıldı. Bu andlaşmaya rağmen ülkemiz yer yer işgâl edilmeye başlandı. Nusret Bey, vatanın işgâline karşı bütün vatanseverler gibi örgütlenmede vazife aldı ve Urfa Müdafayı Hukuk Teşkilatı’nın kurulmasında emeği geçti.
Nusret Bey, daha sonra İstanbul’a geldi. İşgâl altındaki İstanbul’da İngilizlerin oyuncağı olan Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin mahkemelerinde 6 Nisan 1919’da yargılandı ise de suçsuz bulundu.
Fakat 6 Kasım 1919’da bir daha tutuklandı. 26 Nisan 1920’de Nemrut Mustafa başkanlığındaki gizli yapılan mahkemede Bayburt tehciri esnasında hiç bir suçu olmamasına rağmen, yalancı şahitlerle Bayburt’ta hiç işlemediği suçlardan idama mahkûm edildi. 5 Ağustos 1920’de İstanbul’da asılarak idam edildi.
Bu şerefli, namuslu Türk evlâdının arkasında bıraktığı yetimlere kalan parası sadece 1 lira idi. Nusret Bey kardeşine yazdığı mektupta; "Katil değil, şehit olduğunu, ifade ediyor ve yazısını ‘’Yaşasın Vatanım, elbet birgün gelir, hesabı sorulur. Masumların ahı büyüktür.’’ diye bitiriyordu.
Nusret Bey’i suçsuz yere ölüme gönderenler Türk milletine de aynı tuzağı kurma peşindeler. 23 Haziran 1923 Lozan andlaşması ile Ermeni meselesi karara bağlandı ise de, milletimiz 1970’li yıllardan itibaren Ermeni propagandaları ile Haçlı Cephe’nin desteği ile haksız bir şekilde suçlanıp cezalandırılmak istenmektedir. Haçlı Cephe hem savcı, hem hâkim rolünde Türkleri suçlu sandalyesine oturtmuş, konuşmasına, kendisini savunmasına bile izin vermeden’’Suçlu ayağa kalk!’’diye bağırmaktadır. Bu tutum, Haçlıların bin yıldır Türkleri Anadolu’dan atmak için yaptıkları saldırganlığın ruhuna uygundur. Milletimiz, haksız yere suçlananarak cezalandırılan Kaymakam Nusret Bey’i bu nedenle unutmamalıdır?
Milletimiz bu aziz şehidinin ruhunun şâd olması için, onun istediği gibi, suçsuz, günahsız yere Ermeni çetelerince katledilen yüzbinlerce masum insanımız için, Ermeni katillerce şehit edilen onlarca devlet adamı ve diplomatımız için kendisine tuzak kuran düşman ve hainleri unutmamalıdır. Aziz şehidimiz Bayburt Kaymakamı Nusret Bey’in vasiyeti yerine getirilmeli, onların uğradığı zulmün hesabı mutlaka sorulmalıdır! Türk milleti sustukça, saldırganlar daha fazla cesaretlenmekte, bunu haksızlığımızdan veya zayıflığımızdan, geldiğini zannetmektedirler. Geçmişi sömürgecilikle, köleleştirilen halkların kanı ve gözyaşı ile dolu olanların bize verebilecekleri bir insanlık dersi yoktur!
Bilinmelidir ki, Türklerin uğradığı zulüm görmezden gelinirse, adalet ve insanlık o zaman ölür!
Şubat 2012