Mandanın halk arasındaki adı camuş, bizim buralarda ise cameşdir… Sıcağa dayanıksız, sulak ve batak yerleri seven, çok güçlü, kalın derili, siyah-seyrek kıllı bu esrarengiz olduğu kadar yararlı hayvanlar, sahibini tanır, kindar olarak bilinen bu hayvanların bir özelliği de sadık olmalarıdır.
Mandanın halk arasındaki adı camuş, bizim buralarda ise cameşdir… Sıcağa dayanıksız, sulak ve batak yerleri seven, çok güçlü, kalın derili, siyah-seyrek kıllı bu esrarengiz olduğu kadar yararlı hayvanlar, sahibini tanır, kindar olarak bilinen bu hayvanların bir özelliği de sadık olmalarıdır.
Civarda yok olmaya başlayan at, koyun, keçi, alabalık ve kümes hayvanlarından çok önce terk etti topraklarımızı cameş. Orta büyüklükte bir köyde seksenli yıllara kadar 40-50 çift cameş bulunurken bu gün tüm vilayette derman için bir kaç tane bulabilirsiniz ancak. Bu kayboluşun en önemli sebebi; bakımı, sağımı ve beslenmesinin zor olmasıdır. Hele bir de satılması zor pek de para etmiyorsa; özellikle genç nüfusun köyde kalmak istemediği günümüzde bu hayvanlar elden çıkarılması ve besleyen kimsenin kalmaması kaçınılmaz oldu. Çiftçinin bereketli olduğu, tez zamanda arttığı için evinden eksik etmediği, her köyde sayıları binlerle ifade edilen koyunlar da yörede aynı akıbete uğramak üzere.
Kırkpınarlı Mızrap amca “cameşleri kışın küşneyle, sarıbaş ve buğdayla beslerdik, yaz başı besiden sırtları kıpkırmızı olurdu, nazar muskalarını muhakkak sırtlarına takardık” diye anlatıyor.
Suya aşağı Ballıkaya köyünden Kadir’de; “Baharın, çevre köyler bir köyün düzlüğünde toplanır, kışın besiye çekilip hazırlanan ünlü cameşlerin dövüşleri izlerdik. Bu hayvanların hangi köylerde beslendiği ve sahibinin kim olduğunu, hatta isimlerini herkes bilirdi. Bizim köyde Aslan ve Telli isimli cameşleri hatırlıyorum. Gökçeli, Seydiyakup, Malasa, Çayırözü köylerinde hali vakti yerinde olan akrabalar meydan yani dövüş cameşleri saklarlardı. En son Adabaşı köyünün bükte cameş dövüşü yapılacaktı. Civardaki 15-20 köyün ahalisi toplanmıştı. Gökçeli ve Seydiyakup’tan meşhur iki cameş dövüşecekti. Binlerce kişi heyecanla bekliyorduk. Gökçelili cameşin sahipleri bir gün önceden hayvan güçlensin diye bir teneke buğday yedirmişler. Hayvan rakibi karşısında hiçbir varlık gösteremeden kaçtı. Buğday hayvanı şişirerek rahatsız etmiş, güçten düşürmüştü. Ballıkaya köyünden Ethem Efendi’nin dövüş sonrası rakip cameşi kovalayan kendi cameşini durdurmak için hayvanın sırtına atlaması uzun yıllardır anlatılan inanılması zor bir olaydır.
Aynı köyde kışın küşne ve buğday ile beslenen meydan cameşini baharın dışarı çıkarma vakti geldiğinde; hayvan kapıdan sığmadığı için, kapının söveleri sökülmüştü. Meydan cameşlerinin öyle meraklıları vardı ki, yaz başı ekmek için bir ambar buğday ayıran bir hemşerimiz, bu tohumluk buğdayının tamamını cameşe yediren oğluna kızmamıştı bile. Hardışı gibi meraklısının çok olduğu köylerde yalnızca dövüş için cameş, cirit için at saklanırdı.
Çorak ve Tomlacık köylerinin en iyi dövüşen cameşleri iki köyün arasında bir düzlükte dövüştürülür. O tarihlerde Çorak köyünde buğday pek yetişmezmiş. Tomlacıklı cameşin kaçması üzerine seyredenlerden yaşlı biri bağırır: “’- Sür Tomlaya da, buğday çorbası ye!’’
Genellikle ölümüne dövüşen bu mert ve kindar hayvanları ayırmak için boyunlarına atılan ipleri çekecek otuz-kırk kişiye ihtiyaç duyulurdu. Birbirlerini gördükten sonra yüz yüzelli metre mesafeden koşarak kafa kafaya çarpışan hayvanlardan ateş çıkar, boynuzları kırılarak etrafa saçılırdı. Zayıf olan darbeden sonra biraz oturup dinlenir, toparlandıktan sonra dövüşe devam eder; kafadan alınan darbenin etkisi günler sonra hayvanı öldürebilirdi.
Bir tarih, bir öküzün her nasılsa, belki de cameşin halsiz bir zamanına rastlayarak cameşi yıktığı efsane gibi halâ anlatılır. Bir öküzün cameşle güreşip galip gelmesi olur şey değildir. Raşit Battal’ın babası “- Damın (ahırın) bereketi cameştir’’ dermiş.
Çarığın ve hasılın (çarığın daha gelişmişi) en iyi ve sağlamı cameş derisinden yapılırdı. Bu hayvanlar temizlendikten sonra tüm derileri ve özellikle boyunları bezir yağı ile yağlanırdı, bu şekilde hayvanların derisi yumuşak tutulurdu. Mandalar, sulak yerlerde otlayıp dolaştıkları için, çoğu zaman ishal olurlar bu sebeple mandayla çift sürenlerin veya arabada manda koşanların “bir tarafı devamlı kirli” olurdu.
Bakımı zor olmakla beraber sakin halleri, sağlam kara derileri, en kaliteli yağı, sütü, yoğurdu ve olağanüstü güçleri ile insanların işine çok yarayan bu hayvanlar; kızdığı, dövüştüğü zaman ölümüne ve sonuna kadar giden, inatçı, intikamcı bir yapıya sahiptir. Sahibine çok sadık olmakla beraber, diğer hayvanlar gibi vurmakla kalmaz, saldırıp düşürdüğü insanın üzerine çöker, eğer civarda kimse yoksa saldırıya uğrayanın hayatını tehlikeye sokabilir.
Cameş dövüşünün bazen akrabalar arası husumet ve kavgalara sebep olduğu görülmüştür. Bazı cameşler ve bunların dövüşleri de üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen hâlâ halk arasında anlatılmaya devam etmektedir.
Bayburt’un yakın köylerinden birinin varlıklı ailelerinden olan Kerem Ağanın Telli adlı meydan cameşi civarda nam salmıştı. Bu hayvan boynuzunu dövüştüğü cameşin gözünün boşluğuna takıp havaya kaldırması ve hiç yenilmemesi ile haklı bir ün kazanmıştı. Telli, yağlı bulgur ve yarma pilavı yerdi. Bataklıkta çok daha iyi dövüştüğü bilinirdi. Bir defasında sahibi, otuz dönüm sulu tarla teklif edilmesine rağmen Telli’yi satmamıştı.
Aynı köyün geniş arazi sahibi ve kalabalık ailelerinden olan Kitapsız lakaplı Recep Çavuş’un cameşi ile otlakta bir ikindi vakti kavuşurlar. Planlı, yani önceden tasarlanmış bir dövüş değildir. Recep Çavuş’a göre cameşleri çok genç ve tecrübesizdir. Kafa kafaya çok şiddetli bir vuruş sonucu panikleyen genç cameş, şehre doğru kaçmaya başlar. Kafadan aldığı bu şiddetli darbenin etkisiyle kan içeriye aktığı için iç kanamadan kırk gün sonra ölecektir. Telli’nin galip gelmesi neyse de Kerem Ağanın hanımının o sırada sarf ettiği söz yenip yutulur cinsten değildir. “- Recep efendi, cameşin şikâyete şehre gidiyor, kavuş sen de peşinden git.” Bu söz günlerce kulaklarında çınlar, beyninde yankılanır adamcağızın. Kendi kendine yemin eder “öyle bir meydan cameşi bulacağım ki o kitapsız* cameşi mahvedecek!..”
İşini gücünü çiftini çubuğunu bırakan Recep, Bayburt’un yüz seksen pare köyü ile de yetinmez, Kelkit, İspir, Ilıca ve Aşkale’nin köylerini de dolaşarak intikamını alacak meydan cameşini aramaya koyulur. Aslında iki yıl önce cameşlerini satmış bu işten el çekmişti, fakat bir gün Bayburt’tan köye doğru gelen bir cameş arabasının o müzik aletlerinin nağmelerine benzeyen sesini evinin önünde araba gözden kayboluncaya kadar huşu içinde dinlemiş ve o akşam bu ayrılığa daha fazla katlanamayacağını söyleyerek kararını vermiş ve ertesi gün bir çift cameş satın almıştı.
Recep Çavuş’un son dövüşte gururu çok incinmişti; oysa Ortugu’lu hemşerimiz gibi yapıp, kendini avutabilirdi. Bu köyde iki cameş şiddetli bir dövüşe tutuşur. Bütün köy seyre dökülmüştür. Derken cameşin biri kaçmaya ahali de ip atarak galip cameşi durdurmaya çalışmaktadır. Mağlup cameşin sahibi kızgın bir sesle bağırır; ‘’Koy edin onun b...una kavuşur’.’
Arayan bulur derler ya, Recep küçük bir köyde bir dul kadına ait, Karacameş adında çok kuvvetli ve namlı bir meydan cameşi olduğunu öğrenir, öyle bir cameş ki köyün aynı zamanda bekçisidir… Civar köylerdeki tüm hayvanlar, ağırlığı bir ton civarında olan Karacameş’in korkusundan köyün yakınlarına dahi sokulamıyorlar. Recep Çavuş hemen o köye giderek Karacameş’in sahibi kadını bulur ve ona adeta yalvarır. Kadının hayvanı satmaya hiç niyetli olmadığını görünce de: “- Sana üç sözüm var birini muhakkak yapacaksın; ya bu cameşi günüyle emanet olarak bana kiralayacaksın, ya satacaksın, ya da beni vuracaksın” şeklinde kararlılığını ifade eder. Adamdan kurtuluş olmadığını anlayan kadıncağız; külliyetli bir paraya cameşini satmaya ikna olur.
Recep Çavuş cameşi aldıktan sonra köyüne götürerek, gözden uzak, küşne ve buğdayla beslemeye, en iyi şekilde bakımını yapıp, sık sık yıkayıp bezirle yağlamaya başlar. Şehirde Kıvır Zıvır Mehmet Efendiye nazar muskası yaptırmayı da ihmal etmemiştir. Kerem ağa ise Karacameş’in namını da duyduğu için, kendi cameşini saklamaya çalışıp, dışarıya çıkarmamakta, onunla karşılaşmasına engel olmak için her tedbiri almaktadır. Bir ara iki cameşin dövüştürülmesi için şehrin ileri gelenleri de köye gelerek ısrarcı olmuş iseler de Kerem Ağayı ikna edememişlerdir.
Recep, cameşleri bu şekilde dövüştüremeyeceğini anlayınca; başka bir yol dener; ailesi ile birlikte komşu köye göçer, orada maraba durmaya dahi razı olur. İntikam için hayvanları dövüştürme isteğinden ise kesinlikle vazgeçmemiş, kendi köyündeki yakınlarına Kerem Ağanın cameşi araziye çıktığı zaman kendisine haber vermeleri için yemin ettirmiştir. Bir kaç ay geçtikten sonra bir gün çobanlık yapan amcasının oğlundan Telli’nin araziye çıktığı haberini alır. Hemen Karacameşi önüne katarak, köyünün otlağına doğru ilerlemeye başlar. Kara cameş olacakları sezmiş gibidir, gözleri kanlanmış rakibinin olduğu yöne doğru soluyarak yürümektedir. Kerem Ağa’nın mağrur cameşi ise; otlağın yakınındaki gölde keyif çatmaktadır. Kara Cameş göldeki cameşi uzaktan görür, kızgın ve gözü dönmüş bir halde ona doğru koşmaya başlar. Kerem Ağa’nın cameşi de onu fark edince ayaklanıp, sudan çıktığı gibi rakibine doğru koşar. İlk ve şiddetli çarpışmanın sonucu; Kara Cameş sert kayaya çattığını anlamış ve kaçacak gibi olmuştur. Bu anda Recep’i bir ağlama krizi tutmuştur. Kara cameşin boynunda uzaktan görülebilen bir yara açılmıştır. Çaresiz bir şekilde kıvranan Recep’e göre Kara Cameşe kağıt yani büyü yapılmıştır. Sonra bir vesile ile büyünün bozulması ile Kara Cameş yeniden dövüşe girer, sahibinin gözyaşları da durur. Saatler geçer, bütün köylü otlakta dövüşü izlemektedir. Hayvanlar yorgun ve perişan hallerine rağmen kaçma belirtisi göstermemekte, ölümüne dövüşmektedir.Telli, bu arada boynuzunu bir tonluk rakibinin göz boşluğuna takıp kaldırmayı da denemiştir. Dövüşün kendiliğinden bitmeyeceğini anlayan köyün ileri gelenleri aralarında karara varıp, on beşer kişiye hayvanların boyunlarına ip attırarak dövüşü sonlandırmaya çalışırken o arada Telli’yi destekleyenlerden birisi onun bataklıkta üstün geleceğini tahmin ettiği için; bataklığa girsinler diye urganı keser; dövüşün sonlandırılmasına karar verildiği için bu hareket tepki çeker ve tekrardan urganlar atılarak dövüş sonlandırılır. Kerem Ağa’nın cameşi Telli; kafadan aldığı darbelerin sonucu olsa gerek, iç kanama nedeniyle kırk gün sonra ölür. Bu durum da aldığı yaralarla gözlerine karasu inmesine rağmen Karacameş galip gelmiştir. Sonucu öğrenen şehirden ve yakın köylerden yüzlerce insan, hodaklık yaptığı köye akın akın giderek Recep’i tebrik ederler. O artık gece gündüz aklından çıkmayan gayesine ulaşmış ve dünyanın en mutlu insanı olmuştur…
Temmuz / 2010