Fevzi Çakmak’ın (Mareşal) emri üzerine göç başlamıştı, Bayburt ve civarı boşaldı. Muhacirlik çok acı oldu. Gelinler kocalarını, analar oğullarını, kızlar kardeşlerini, babalarını Kop dağı mevzilerinde ziyaret ettiler. Fakat üzülen, ağlayan tek bir insan dahi yoktu.

Osman OkutmuşFevzi Çakmak’ın (Mareşal) emri üzerine göç başlamıştı, Bayburt ve civarı boşaldı. Muhacirlik çok acı oldu. Gelinler kocalarını, analar oğullarını, kızlar kardeşlerini, babalarını Kop dağı mevzilerinde ziyaret ettiler. Fakat üzülen, ağlayan tek bir insan dahi yoktu.

Yolda birbirlerine görüşüp görüşmedikleri sorulduğu zaman, cevaplar kısaca veriliyordu:

"Vatan için şehit olmuş, fakat düşmana bir adım ileri attırmamış. Ruhu şad olsun…”


Nihayet Bayburt tamamıyla değilse de, boşaldı. Cephede ise harp bütün şiddetiyle devam ediyordu.

Nihayet o gün geldi…

3 Temmuz 1916 günü müfreze çekilme emrini aldı. Dağ terk edildi. 16 Temmuz 1916 günü kalede artık düşman bayrağı sallanıyordu. Sokaklarda düşman devriyelerinden başka kimse yoktu.

***

İşte 20 Şubat 1916 da başlayan müdafaa, 16 Temmuz 1916 günü nihayetlenmiş ve hakkı olan ismi almıştı: İkinci Plevne…

***

Sokaklarında düşman devriyeleri geziyor, kalesinde düşman paçavraları sallanıyor, camilerinde namaz kılınmıyor, kalanlardan hiç kimse evinden dışarı çıkmıyordu.

İhtiras, doymamazlık ve kandan, ateşten tat alma sanatları son haddini bulmuştu. Bayburt kan ve alev içinde yanıyor, Ermeniler zevk için adam öldürüyor, yaptıkları mezalim ve canavarlıklar karşısında kahkahalar savuruyor, eli kazma tutanları mecburi yol işçi kamplarında çalıştırıyorlardı.

Bayburt bu işkencelere tam iki sene göğüs gerdi. Nice babayiğitleri şehit verdi; her gün bir, iki, beş, on…

Yüzlerce aslan; öldürdüler, öldüler.

Hele bilhassa, Rusya’da isyan baş göstermesi üzerine Kızıl Ordu'nun Bayburt’tan çekilmesiyle Ermeniler'in imha faaliyeti iyice arttı.

Moskoflar gidince meydan Arşak, Antranik, Sergis ve Samson serserilerine kalmıştı ve her gün sokaklarda cesetlere tesadüf ediliyordu.

Efendileri gittiği için korkuyorlardı da. Onları en çok korkutan da memleketimizin yetiştirdiği nadir kahramanlardan Abrans köylü İrfani idi ve o Ermeniler'i dize getirmişti.

Havasını teneffüs ettiği, suyunu içtiği, nimetlerinden faydalandığı bu yurda hıyanet eden biri tarafından evinde olduğu haber veriliyor. Yüz Ermeni askeri evi sarıyor ve yakıyor.

Bundan sonra kâh yardım yapılacak diye kandırılarak, kâh zorla Bayburt halkı Taşhanlara dolduruluyor. Bazıları süngüden geçiriliyor, bazıları da yakılmak üzere tenekelerle gaz dökülüyor. Bu sıralarda ordumuz Köse köyünü geçmiştir.

Binbaşı hanları mevkiindeki cephaneliğe bir kadın giderek nöbetçiyi kandırıyor ve elindeki gazlı bezi yakarak cephaneliğe atıyor. Cephanelik ateş almıştır; müthiş patlamalar arasında nöbetçi de, kadın da kayboluyor. Acaba bu kadın kimdi? Tabii ki adsız bir kahraman…

Patlamaları duyan Ermeniler,"Türk ordusu geldi" diye memleketi terke hazırlanırken; meydanlığa koşan bir kalabalık görülüyor. Başlarında Nuri Sekmen durmadan bağırıyor; "Depoya depoya, silah deposuna…"

Depodaki nöbetçileri öldürerek silahlanan bir avuç kahraman yol kenarında mevzi alarak aynı yoldan geçen Ermeniler'in hemen hepsini temizliyorlar. Kafile taş mağazalara gitmiş, yaralıları evlere taşırken bir taraftan da sokak muharebesine devam ediyordu. Müezzin yanık sesiyle ezan okurken, saklı olanlar da cephaneliğe koşup silaha sarılıyorlardı. Ermeniler kurtuluşu kaçmakta buldular. Aşağı köylerden gelen Ermeniler imha ediliyor, Zahit Efendi Camii'nin minaresinde borazan çalınarak ordumuzun şehre girdiği müjdeleniyordu.

Kalede paçavra yerine Ay-yıldızlı bayrağımız dalgalanıyordu artık, ona bağırıyor haykırıyor, "Yaşasın İstiklal, yaşasın Ordu" diye.

Süngüyle 22 yerinden yaralanmış olan İrfani, son bir gayretle kaleye bakıyor ve bayrağı selamlıyor.

Sene; 21 Şubat 1918

 

(*) Bayburt Postası Özel Arşivinden...