Sevgili okuyucularım, bu defa sizlere, daha evvel (2009-2010) yılları arasında gayret edip yazmaya çalıştığım Hafıza-i Beşer biyografi yazı dizimizden iki değerli hemşehrimizi paylaşacağım. Bu iki değerli ve birbirinden kıymetli hemşehrimiz, takvim yapraklarının ardarda düştükleri yıllarda gönüllerimize yer etmiştir. Herkesin sevip saydığı ve her kesim ve zaviyenin gönlüne girmiş saygın insanlarımızı elbette tanıdığımız ve edindiğimiz malûmatlar muvacehesinde yazdık.

Aslında aradan geçen 4 yıldan ziyade zaman zarfında Kenan ağabeyimizle vaktiyle yok sayılabilecek, fakat bu gün sıcak bir ağabey-kardeş ikliminde bir dostluğumuz olsa da, yani daha detaylı şeyler ekleyebilecek durumda olmama rağmen, onu daha az tanımışlığımızdaki samimi duygu yaklaşımımı değiştirmek işime gelmedi, eski, ham ve ilk düşüncelerimin daha saygıya değer ve doğrusu olacağını düşündüm.

Eksiklerimiz veya mübalağalarımızda olabilir, her iki durumda söz konusu hemşehrilerimize değil, hatayı bana çıkarmanızı şimdiden istirham ediyorum.. Haydi bakalım ne yazmışız beraber bir okuyalım: 

OSMAN HAFIZ (Okuyucu)

Memleketimizin yetiştirdiği, Hadım-ül Kur'an,  saygın bir din adamı..  Gökteki yıldızlar kadar değerli bir mabedin unutulmaz nazenin İmam Hatibi. Sözde değil, özde gerçek bir Kur'an aşığı ve hayatını da onun prensiplerine uygun yaşayan güzel bir memleket değeri.

Aslen Uğrak köyündendir. Osman Okuyucu, fakat onu biz Osman Hafız olarak tanıdık diğer Bayburtlular gibi..

Değerli dostlar, Osman Hafız hoca efendi, bizim zaviyemizden, ilk tanıdığımız günden,  Hac farizasında rahmeti rahmana intikaline kadar ve bu gün de memleketin maşeri gök kubbesindeki saygın, mütevazı yeri ile gönüllerimizdeki tahtına oturmuştur.

Saygın ve gizemli bir kişilik idi...Onun gizemli olması yıllarca hizmet ettiği ve adeta kendisiyle özdeşleşen o muhteşem ve Ulu Mabet'ten mi kaynaklanıyor diye düşünmedim de diyemem.

Ulu Camii ile rahmetli Hocamız adeta bütünleşmiş, 'yek ahenk' olarak hafızamızda yer etmiştir. Hafız Hocamız, ahlaki ve fıtri olarak bu ulu mabedi adeta anlamlaştırıyordu, mabedin tarihi ihtişamına yakışıyordu yani...

Hayır, kendisi ile bir tanışıklığımız olmayıp, bir memleket aşinası olarak kendisine namütenahi bir hayranlık besleyen, özellikle Cuma namazların da onun cemaati olmak için gayret gösteren birisiyiz. 

Kılık, kıyafeti ve heybetli duruşuyla 'Muhammed-î miras Minbere' bir başka yakışıyordu; hayranlık ve huşu içerisinde kendisinden feyz alıyordu 'Cemaat-i Bayburt'!

Genel olarak, hatta sünnet-i seniyye'den mülhem; "vücut diliyle" yani yaşam felsefesi   ve hal ile iletişimi tercih eden... az ve öz konuşan, buna mukabil hatim ile namaz kıldıran, farklı  profili olan bir hoca efendiyi anlatmaya çalışıyorum dostlarım.

Bayburt Din Görevlileri Derneğinden aldığımız kısa öz geçmişi şöyle;

"1934 yılında Bayburt Merkez Uğrak (Varzahan) Köyün de dünyaya geldi. İlk okulu kendi köyünde bitirdi. Hafızlığını İstanbul da meşhur Kesik Bacak Hoca adıyla bilinen İsmail efendiden ikmal ederek icazetini aldı. Askerlik yıllarına kadar Kur’an tedrisatını aynı hocanın yanında tamamladı. Daha sonra 1959 -1960 yıllarında Adana Osmaniye de askerliğini yaptı. Askerlik dönüşü sırasıyla Bayburt Merkez Zahit Efendi camiinde Müezzin-Kayyım olarak göreve başladı. Sonra Merkez Yakutiye (Yeni Camii) de İmam-Hatip olarak görev yaptı. En son Merkez Ulu Camiinde 21 yıl İmam-Hatip görevi yaptıktan sonra 1994 yılında görevdeyken vekaleten hac görevine gitti. Hac görevini yapıp dönerken Cidde havaalanında kalp krizi geçirerek Hakkın Rahmetine kavuştu. Hoca Efendinin kendine has bir takım özellikleri vardı. Sürekli hatim ile Namaz kıldırırdı. Kendisine has güzel bir okuma üslubu vardı. Namazda ‘tadili erkân’a azami ölçüde dikkat ederdi. Hoca Efendinin güzel hasletlerini anlatmakla bitmez. 

O bir Kur ‘an aşığıydı. Kur ’an Kurslarında gönüllü olarak çok sayıda hafız yetiştirmiştir. Kısacası işinin ehli idi, Hamil-i Kur’an dı.

İki arzusu vardı; yatalak olan babası için: "Ya Rabbi Babamı benden sonraya bırakma". İkinci arzusu ise "benim ruhumu ya mihrap ta yada hac da al" idi.  Her iki isteği de yerine gelmiştir."

Memleketin bir başka temel taşı, rahmetli Rufai Postnişin  Hacı Şaban Efendi de mütemadiyen onu tercih ederdi. Hatim ile namaz kıldıran Hocaefendiyi tercihiyle, ayrı ve özel bir muhabbet beslediği, sürekli onun cemaatinden olmayı yeğlediğini biliyoruz. Hakkında çok güzel sözler söylediği de söylenmektedir.

Özellikle Ramazan ayında Ulu Camii, Osman hafız müdavimleriyle dolar taşar, muhteşem Kur'an ziyafetlerinden insanımız istifâde için adeta yarışırdı diyebiliriz.

Ulu Camii gibi tarihi bir Ulu Mabet' te Hocamızın o büyüleyici atmosfer içinde yoğunlaşıp, cemaatiyle bütünleştiğini ve bu vuslatın tezahürünü en avami hemşerimiz bile hisseder,  Kur'an ziyafetlerinden sonra camiden çıkan herkesin yüzünde bir gülümleseme ve ruhunda 'Kur'ana gan' mışlığın tezahürü görülebilirdi.

Ümmid-î visale giden mukaddem ve muhkem yolun yorgun adamına  yorgunluğunun mükâfatı ve hakettiği muhteşem tablo; dualarının kabulü ve  Hac farizasında ruhunu Rahman' ına teslimi...

Bu muhteşem tablo; Osman Hafız'ımızın, Kelâm-ı Kadim'i nefis ve leziz olarak müslümanlara takdiminin bir finali  idi.

Ezcümle dostlar, maşerimize altın harflerle yazılı bir değer olan Osman Okuyucu Hafız'mız bir daha gelmez diye düşünüyor ve bizce erken yaşta vefatından duyduğumuz teessür ve üzüntümüzü ifade ile, buruk bir tevekkülle kendisine, hizmetkârı olduğu Kur'an Azimüşşan'a ve Din-i İslama yapmış olduğu hizmetler hürmetine kendisine,  Allah'tan (CC) rahmet, mağfiret ve aff niyaz ediyoruz...


KENAN NİYAZİ ABDULLAHOĞLU


Kenan Abdullahoğlu ağabeyimiz, bildiğimiz kadarıyla Çaykara menşeli, memleketimizin mümtaz ve unutulmaz  tüccarı, rahmetli Hüseyin Avni Abdullahoğlu büyüğümüzün oğludur.

Kendisini çocukluğumuzdan beri tanırız. Varlıklı bir aileden olan Kenan ağabeyi, bizim gördüğümüz ve bildiğimiz kadarıyla, zengin ve varlıklı bir aileden olmasına rağmen arkadaşlıklarını ve dostluklarını bu saik üzerine değil, içinden geldiği insani duygu ve düşüncelerini esas olarak oluşturmuştur.

Değerli dostlar bu durum sadece Kenan ağabeyimize münhasır bir tutum değil, memleketimiz de o zamanlar, yani şairin; “eski zamanlar” diye tanımladığı, 'o zamanlarda' genel olarak dostluklar ve arkadaşlıklar maddi olgular esas alınarak tesis edilmezdi.. Bir bakıma zengin de, fakir de ayni çizgide hayatını idame ile aralarında, bu gün bir takım türedilerin benimsediği ve yaptığı; kale suru gibi duvarlar örmezlerdi. Bilirlerdi ki, "mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi.."; esas olan "gök kubbede hoş bir sada" bırakmaktır. O zamanlar insanımızın yegâne sermayesi 'sevgi' idi herhalde (..)

Müslüman Türk memleketlerinde ve Anadoluda etnik, dinsel ve  sınıfsal bir ayrışma ve anlayışı  hasıl olmamıştır tarih boyunca,  şu son 10 yıl istisna tabi! (..)

Neyse biz dönelim Kenan ağabeyimizin cemaziyelevveline; kendisinden istirham ettik o da bize kendi otobiyografisini yeni deyimiyle CW’sini gönderdi, buyurun kendi zaviyesinden Kenan Abdullahoğlu kimmiş okuyalım:

“18.06.1946 tarihinde Bayburt’ta doğdum. İlk ve ortaokulu orada bitirdim. Bayburt’ta lise olmadığı için 1959 yılında tahsilime Ankara’da, sonraki yıllarda da İstanbul’da devam ettim. 1967 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne girdim. 1971 yılında Bayburt’ta serbest muhasebeci olarak meslek hayatıma başladım.

Bayburt Folklor Derneği’nde iki yıl yöneticilik yaptım. 1973 yılında Bayburt Spor Kulübünün kuruluşuna katıldım. Aralıksız 10 yıl yöneticilik ve antrenörlük yaparak, kulübü 1983 yılında Türkiye 3. Ligi’ne çıkarıp Bayburtlulara teslim ettim. Aynı yıl memleketimde hiç kimsem kalmadığından İstanbul’a taşındım.

Değerli hemşerilerimizden grafik sanatçısı Ahmet Çağıldak ve Mahmut Cilara ile bir reklam ajansında ortaklık yaptık. Sonra da tek başıma bir ajans kurup 1987 yılında İstanbul’da yaşayan Bayburtluların birbirleri ile iletişimini sağlamak veya bunu kolaylaştırmak maksadıyla “İstanbuldaki Bayburtlular” isimli adres ve telefon rehberini yayımladım. 1991 yılında da bu rehberi yeniden düzenleyerek ve geliştirerek yeniden çıkardım.

Bu arada Bayburt dışında yayımlanan ilk sürekli yayın olan BAYBURT dergisini 24 ay süreyle aylık olarak çıkardım. Maddi güçlükler ve ilgisizlik nedeniyle maalesef kapattım. 2008 yılına kadar çalıştıktan sonra emeklilik hayatıma başladım. Evliyim. 21 yaşında İstanbul Teknik Üniversitesi Tekstil Mühendisliği bölümünde okuyan bir kızım var. Size selam ediyor ve başarılar diliyorum."

Evet, kısaca kendisini böyle ifade eden Kenan ağabeyimizin bizdeki intibaı; gerçekten yüreği memleket için çarpan, kalitesi ve kalibresi yüksek, giyim ve kuşamı ile sade ve sportif bir tercihi olan, memleketin kültürel ve sportif hayatına aktif iştirakiyle ve becerileriyle göz dolduran bir değerdir.

1968 li yıllarda Bayburt Folklor derneği adına yaptıkları ve sahneye koydukları “cümcükler orkestrası” nda o dönem rol ve sahne, orkestra (!!!) arkadaşları; Canan (Murat) Ergül, Orhan Ardahan, Edip Temuçin, Hacı Ahmet Gürbüz ve Turgut Başağa ağabeylerimizle beraber oynadıkları güzel sunum, moda deyimiyle performans hala anlatılmaktadır.

“Kızılcıklar Oldu mi?
Kokoçlar da Dondu mi?
Gönderdiğim Kokoçlar!
Datli Çorba Oldu mi?”
… diye başlayan ve 

“Pantolu beline,
Değnek Verdik Eline,
Sakosu Güzel ama,
Pantol Tutmaz Beline…” 
nakaratı ile devam eden, rahmetli Agıç emmiye gönderme yapan bu 'kızılcıklar oldu mu türküsü'nün uyarlaması dillere pelesenk olup, halen söylenmektedir.

Bu değerli hemşerimiz, ağabeyimizle ilgili olarak çok daha güzel anılar ve hatıralar vardır ve yazılmalıdır. Fakat kısa bir tanıtım amaçlı biyografik bir gaye taşıdığımız için bu kadar bilgi kâfi olacağı kanaatiyle, Kenan ağabeyimize ahir hayatında sağlık, sıhhat ve afiyet ile huzur dileklerimizi gönderiyoruz.