Sokrates'in en büyük keşfi, "Gnosis Ipse"dir, Descartes'ınki, "Ego Sum". Birincisi, "Kendini Bil" demektir, ikincisi ise "Ben Var'ım". Felsefî —Kelâmî meselelere âşinâ olmayan kişiler zâviyesinden bakıldıkta "keşfettikleri de bu muymuş; bunu ben de söylerim" dedirtecek kadar basit ve değersiz görünen bu aforizmalar, zâhiren sığ gibi görünen, ama içine dalanları, şâyet yeterince egzersizleri yoksa çekip boğacak derin su kuyularına benzerler.

Durmuş HocaoğluSokrates'in en büyük keşfi, "Gnosis Ipse"dir, Descartes'ınki, "Ego Sum". Birincisi, "Kendini Bil" demektir, ikincisi ise "Ben Var'ım". Felsefî —Kelâmî meselelere âşinâ olmayan kişiler zâviyesinden bakıldıkta "keşfettikleri de bu muymuş; bunu ben de söylerim" dedirtecek kadar basit ve değersiz görünen bu aforizmalar, zâhiren sığ gibi görünen, ama içine dalanları, şâyet yeterince egzersizleri yoksa çekip boğacak derin su kuyularına benzerler.

Bu aforizmaların her ikisi de Var—Oluş'un temeline İnsan'ı, Ben'i koymaktadır: Fakat, daha sonra, sanıldığının aksine, Ben'de kalmamakta, Ben'i aşarak oradan bütün Varlık Küresi'ne ve hattâ Tanrı'ya açılmaktadırlar. Eğer sâdece Ben'de kalsalardı, Felsefe'de "Solipsizm" (Tek— Bencilik) denen ve kendisinden maâdâ diğer bilumum mevcûdâtı red ve inkâr eden, içine girenin bir daha yolunu bulamayacağı karanlık lâbirentlerde kaybolur giderlerdi.

***

Ben, mühimdir; öylesine ki, İki Cihan Pâdişâhı'nın da buyurduğu veçhile, Rabbini bilmek için nefsini, yâni benliğini bilmek şarttır (Men a'refe nefsehu feqad a'refe rabbehu). Yoksa salt Ben'de, Nefs'de takılıp kalan, sâdece bir Solpsist değil, Nemrud ya da Fir'avn dahi olabilir.

Öyleyse: Varlık Küresi'nin merkezinde Ben vardır; Ben'den ibâret değildir, Ben'de başlamakta fakat onda bitmemektedir; Ben sâdece merkezdir.

***

Buraya kadar sözünü ettiğimiz Ben, "Bireysel Ben"dir. Bireysel Ben'in büyütülmüşü ile daha büyük bir Ben'e, Toplumsal Ben'e, yâni, Biz'e ulaşılır.

Toplumsal—Ben'de yâni Biz'de takılıp kalanların varacağı durak da, Bireysel Solipsizm benzeri bir Toplumsal Solipsizm'dir: Bireysel Tekbencilik'in "sâdece Ben var'ım" düstûru, Toplumsal Tekbencilik'te "sâdece Biz var'ız" düstûruna ircâ olur; birincisinin kendi ferdî benliği dışında "diğer benler"i yok—sayması gibi, ikincisi de kendi toplumsal benliği (Biz) dışındaki "diğer bizler"i yok sayar.

Halbuki, teorisi ayrı bir mevzûdur, pratik tecrübeler ve zarûretler dahi açıkça göstermektedir ki, kendisi dışındakileri yok sayan bir Biz'in âkıbeti, hüzün verici ama müstehak olunan bir izmihlâldir. Yalnız bir tek gerekçe söylemekle yetineyim: Hayat'ın bir yanı da kavgadır ve Diğer Bizler'i yok saymak, bilinmeyen, meçhul bir rakipler ordusu ile kapışmayı göze almaktır. Bilinmeyen bir düşman ile dövüşmek ise, yine Kur'ân diliyle söyleyelim, "racmen bi'l—ğayb"dir; yâni "bilinmeyeni taşlamak".

Racmen bi'l—ğayb kişinin kendi eliyle kendine kurduğu tehlikeli bir tuzaktır; o halde aşılmalıdır. Fakat bu da ancak Bilgi ile, yâni meçhulleri mâlûma dönüştüren o büyük güç ile, Zulmet'i yırtan Nûr ile kaabildir. Bunun yollarından birisi de, "tanışmak"tır; yâni Diğer Bizler'i bizzat kendilerinden dinlemek, mahkûm etmeye çalışarak değil, ihlâs ve samîmiyet ile, anlamaktır. Kitâb'ın "liteârefu" ilkesinin söylediği de budur: Bilişmek, Tanışmak!

Tanışmanın da muhtelif yolları vardır; bu yol bâzan ticârettir, bâzan da muhârebe meydanlarında top; ama hem hayat top namlularından ibaret değildir ve hem de böylesi, tanışmanın en kötü yoludur.

***

Tarih aynı zamanda bir ibretler kitabıdır; ibret almalıyız ki, kendisine duyduğu aşırı güveniyle gözü kamaşan ve "diğer bizler"i bilme ihtiyacı hissetmeyen Osmanlı, bu hatasının faturasını çok ağır ödedi; hâlen de ödemekteyiz.

İşte, günümüzde, geliştirilen işbu tanışma yollarının en medenîsine "Diyalog" denmektedir: İkili tanışma, bilişme. Terimin kökeni Yunânî'dir, ama geniş kapsamıyla beşerî; yâni evrensel, daha doğrusu "ökümenik".

Günümüzde bâzı evhamlı ve anakronik sözde "sıkı müslüman" zevâtın tavrı ise, maalesef, tam zıddı: Başka kişiler, fikirler, ideolojiler, inançlar, dinler ile tanışmadan, bilişmeden kaçmak; nerede bir bilişme, tanışma vuku' bulmakta ise, taş atmak, karalamak.

Bunun neresi İslâm'a ve Türklüğe muvâfıktır, efendiler?

***

Düşünelim: Diyalog'dan, yâni Ben—Olmayan Diğer Ben'ler, Biz—Olmayan Diğer Bizler ile 'bilişme'den, 'tanışma'dan uzak durmak, hangi sebeplerden ileri gelmekte olabilir:

1: Bir kere "Ego Sum" dedikten sonra diğerlerini yok saymak, Ben'den başlamakla berâber Ben'i aşamayıp Ben'de kalmak; Ben'i veya Biz'i sâdece varlığın merkezine koymakla yetinmeyip varlık'ın kendisi sanmak.

2: Veya, inançlarına, fikirlerine, dinine güvenmemek;

3: Yahut, kendi cehâletinin açığa çıkacağından korkmak.

Cühelâ taîfesinin kendi cehâletinin deşifre edileceğinden korkmalarını mâkul karşılayabiliriz. Ama diyalogdan uzak durmak istemelerinin asıl sâiki diğer şıklar ise, ve dahi bir de işin içine "konsil", "kardinal" gibi tiksinti hissi doğuran söylemler katılmakta ise, böylelerinin —bu dünya için birşey söyleyemem ama — öte dünyada yatacak yerleri olacağına hiç ihtimal veremiyorum.

Yine de dua edelim: Allah ıslah etsin.