Uzun zaman oldu yazmayalı… Fakat geçtiğimiz günlerde kutlanan “27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü” anısına bütün sıkıntılarıma rağmen yazmaya devam etmem gerektiğini düşündüm. Pek çok uluslararası etkinliklerle kutlanan bu özel gün için Bayburt tiyatro günlerinden bir gün daha analım istedim…

Uzun zaman oldu yazmayalı… Fakat geçtiğimiz günlerde kutlanan “27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü” anısına bütün sıkıntılarıma rağmen yazmaya devam etmem gerektiğini düşündüm. Pek çok uluslararası etkinliklerle kutlanan bu özel gün için Bayburt tiyatro günlerinden bir gün daha analım istedim…

1964 yılında Ar Sineması’nda 1. versiyonunu seyrettiğim “Alparslan” adlı oyun; yıllar sonra "Büyük Köprü" adıyla 2. versiyonunu oynadığım oyun olacaktı…

Yıl 1978… 21 Şubat Kurtuluş Gecesi’ne hazırlanıyoruz… Bayburt’a dönüşümün 1. yılı… Zamanla birlikte çok şey değişmişti… Nede olsa 10 yıl sonra Bayburt’a dönmüştüm. Önceki yıllarda, Bayburt’un tiyatro sahnelerinde seyrettiğim ya da aynı sahneyi paylaştığım arkadaşlarım yerlerini yeni yeteneklere bıraksa da, ben zamanını görevinin dışında bütünüyle tiyatro ve folklor alanında geçirmiş biri olarak bıraktığım yerden tekrar devam etmek istedim… Böylelikle kendime de rol verdiğim günün manasına uygun bir oyun olan Büyük Köprü’yü sahneye koymak için çalışmalara başladım… 

Türk tarihi ağırlıklı romanlarıyla tanınan Milliyetçi yazar Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun eserinden oluşan Büyük Köprü; değişik zamanlarda, farklı adlarla bir çok yerde sahnelenen, dönemin güncel oyunlarından biridir...

O yıllarda ara verdiğim için tiyatro konusunda kim sahneye uygundu, kim kabiliyetliydi bilmiyordum…

Önce belediye personelinden başladım… Selahattin Ağın, Rauf Kalekâhyası; Alparslan’ın komutanları oldular… Daha sonra o yıllarda adından söz ettirmiş ve sonraki yıllarda gerçekten iyi bir oyuncu olacak olan Turgut Başağa (Alaman) ile birlikte Faruk Kılıçalan, Süleyman Burç ve daha isimlerini hatırlayamadığım birçok kişi rolleri paylaştılar…

Ezberler yapılıp, provalara başladık…

Anadolu’yu baştan-başa kuşatacak, hatta Bizans’ın başkenti İstanbul’a, oradan Viyana’ya kadar uzanan fetihlerin yolunu açan Malazgirt Meydan Savaşı öncesinde, Selçuklu Hükümdarı Alparslan’ın Anadolu’ya gelişini, savaş esnasındaki komutanların diyaloglarını ve savaşın nihayetini içeren oyun; beklediğimden daha çabuk bir zamanda sahneye konulur hale geldi…

Bayburt tiyatro tarihinde görsel zenginlik olarak en öne çıkacak olan oyunun tüm dekor ve kostümleri ise; Bayburt'un zanaatkâr ustalarına yaptırılmış ve hepsi gerçeğe çok yakın bir biçimde tasarlanmıştı...

Her şey 21 Şubat akşamı için hazırdı...

*

Savaş; Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan ile Bizans İmparatoru Romanos Diogenes (IV) arasında yapılmıştır. O yıllarda Bizans baskılarıyla ezilen halk tarafından Anadolu'ya çağrılan Türk akıncıları, kısa sürede Malazgirt ve Erciş kalelerini ele geçirmişti.(1070)

*

Oyunun perdesi; tam bu noktada Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan önderliğindeki komutanların istişare toplantısıyla 1978 yılında 21 Şubat akşamı Bayburt halkına açıldı.

Ar Sineması yine dolu, yine coşkulu günlerinden birini daha yaşıyordu...

*

Bizanslılar'ın tahta çıkardıkları ünlü komutan Romanos Diogenes, Bizans tabiriyleTürk sorununu kökünden çözümlemek üzere 200 bin kişilik büyük bir orduyla İstanbul'dan ayrıldı. (13 Mart 1071) Düzenli Rum ve Ermeni birlikleri dışında; paralı Slav, Got, Frank, Gürcü, Uz, Peçenek ve Kıpçak askerlerden oluşan Bizans ordusu, Kızılırmak vadisini izleyerek Sivas'a geldi. Buradan hareketle Erzurum'a ulaştı. Öncü birliklerini Malazgirt'e yollarken kendisi harekete geçmeden önce Selçuklu Hükümdarı Alparslan'a isteklerini bildirmek için elçiler gönderdi… Bizans elçilerini Halep'te kabul eden Alparslan, imparatorun Malazgirt, Ahlat ve Erciş'i kendisine verilmesi önerisini reddetti.


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Van doğrultusunda ilerleyen Romanos Diogenes'in gerçek niyetinin İran'ı istila ederek Selçuklu devletini ortadan kaldırmak olduğunu sezen Türk Hükümdarı; hazırlandığı Mısır seferinden vazgeçerek 50 bin kişilik ordusuyla Doğu Anadolu'ya yöneldi. Erzen ve Bitlis yolundan Malazgirt ve Ahlat arasındaki Rahva düzlüğünde düşman birliklerini gördü… Savaşı önlemek için elçiler gönderdi ama sayı üstünlüğüne güvenen Bizans İmparatoru, bu öneriyi geri çevirdi…


Şehit olduğu takdirde bulunduğu yerde gömülmesi için kefene benzeyen beyaz giysilere bürünen Alparslan eski bir Türk töresi uyarınca atının kuyruğunu bağlattı... Orduya Cuma namazında moral yükseltici kısa ve etkili bir hutbe okudu. Savaş öğleden sonra tüm atlıların topluca ok saldırısına geçmesiyle başladı.

Savaş bütün şiddetiyle sürüp giderken Afşin Bey, Artuk Bey, Kutalmışoğlu Süleyman Şah gibi komutanların Türkçe olarak verdiği emirlerden etkilenen ve Bizans ordusunun atlı gücünü oluşturan Uzlar, Peçenekler ve Kıpçaklar taraf değiştirip soydaşlarının saflarına katıldılar. Neye uğradığını şaşıran Bizans ordusu bozguna uğramış ve savaşı kaybetmişti...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Oyun bu şekilde sürerken, ilginç şeyler yaşanıyor ve heyecan doruğa çıkıyordu...

Tutsak düşen Romanos Diogenes'in, (Turgut Başağa) Türk Hükümdarı Alparslan'ın önüne çıkarılmak üzere sahne arkasında beklerken kulisteki arkadaşlara, "Şimdi beni esir aldınız! Peki bana ne yapacaksınız?" dediğini hatırlıyorum.

Ar Sineması'nda, -savaşın sonucu bilindiği halde- "Bizans'a haddini bildirmek gerek" türünden sözlü bir telaşa girilmesi ise; seyircinin kendini oyuna kaptırmasının belirgin bir kanıtıydı...

Romanos Diogenes rolündeki Turgut Başağa gibi seyirci de kendini oyuna kaptırmıştı... Yıllar önceki oyunda yaşanan Alparslan-seyirci diyaloğunda Sayın Nihat Köklü'ye söylenen bu sefer bana da söylenmişti. Rol gereği oğlum Melikşah'a vasiyetimi yaparken seyircilerden, "Ne gonişirsan... Senin oğlun bile yok!" sesleri yükselmişti…

Sahne önünde ve sahne gerisinde olduğu gibi seyirci ve oyuncu arasında da tatlı diyalogların yaşandığı oyunun ardından, Ar Sineması'nda bir 21 Şubat akşamı daha canhıraş alkışlarla sona ermişti...

Nisan / 2010