647 sene evvel Edirne’nin fethini takiben oluşmaya başlayan efsanelerde anlatılan Kırkpınar güreşlerinin eski yeri, Edirne’nin altı saat batısında, Yunanistan sınırları içinde kalan Samona Köyü Mer’asındaki Kırkpınar çayırıdır. Edirne’li rahmetli Hafız Rakım Ertür’ün bizzat anlattığına göre; pehlivanların güreş tuttukları Kırkpınar meydanının hudutları şöyledir:
647 sene evvel Edirne’nin fethini takiben oluşmaya başlayan efsanelerde anlatılan Kırkpınar güreşlerinin eski yeri, Edirne’nin altı saat batısında, Yunanistan sınırları içinde kalan Samona Köyü Mer’asındaki Kırkpınar çayırıdır. Edirne’li rahmetli Hafız Rakım Ertür’ün bizzat anlattığına göre; pehlivanların güreş tuttukları Kırkpınar meydanının hudutları şöyledir:
“Asıl meydan Nazif Ağa tarlası denilen yerdir. Bu meydanın bir tarafı Topçuoğlu Ali Ağa tarlası, bir tarafı çayırlık, bir tarafı Tikioğlu Recep Ağa tarlası, bir tarafı da Kırklar Çeşmesi’nin ayaklarıdır ki, deredir.’’*
Kırkpınar güreşleri Hıdırellez’den üç gün önce başlarmış. On, on beş gün öncesinden Samona köylüleri tarafından Kırkpınar meydanı etrafına seyirciler için çardaklar, satıcılar için dükkanlar ve barakalar yapılmaya başlanır ve yine Hıdırellez’den yirmi, yirmi beş gün evvel Kırkpınar Ağası tarafından her tarafa kırmızı dipli mumlar gönderilir, bu mumlar, şehir, kasaba ve köylerdeki kahvehanelerin tavanlarına asılırdı. Bu mumların anlamı halkı Kırkpınar’a davettir.
Kırkpınar Ağası, Hıdırellez’den bir hafta önce Ağa çadırını, pehlivanların ve misafirlerin çadırlarını meydanın etrafına kurdurmaya başlar, güreşlerden iki gün evvel de yemek kazanları gelir ve aşçılar hazırlıklara başlardı. Hıdırellez’den bir hafta kadar önce pehlivanlar gelmeye başlar, bunlar Kırkpınar civarında bulunan Samona, Körümit, Seymen, Delca’arız köylerindeki köy ağalarına misafir olurlar. Pehlivanların ekseriyeti ve başpehlivanlar Körümit köyünde, sülalesi beş nesildir pehlivan olan Ali ve Sait pehlivanların odalarında misafir olurlardı.
Köylerden Kırkpınar’a gelenler ki ekseriyetle toplu ve köy ağaları önde olarak gelirler, köyleri adına tedarik ettikleri ödülleri Kırkpınar Ağası’na getirirlerdi. Bu ödüller koç, koyun, deve, düve, tay gibi hayvanlardı. Şehirlerden ve kasabalardan gelen hatırı sayılır mevkii sahibi misafirler ise adet olduğu üzere Kırkpınar Ağası’nın oturduğu sedir halısının altına para bırakırlar. Hayvan ve nakit olarak gelen hediyeleri Ağa, pehlivanlara derecelerine göre ödül olarak verirdi. Üç gün üç gece devam eden güreşlerin, pehlivanların ve misafirlerin masraflarını da Kırkpınar Ağası yapar, bu Ağa için bir nam ve şereftir. Halkın saygı gösterdiği ve güven duyduğu yaşlı pehlivanlardan iki üç kişi, Ağa’nın davetiyle hakem olur ve Ağa çadırından güreşleri takip ederler, hakemlerin kararına kimse itiraz etmezdi.
Güreşlerin üçüncü günü akşama doğru Ağa, cazgıra bir koç verir ve bu koç açık arttırmaya çıkar. Gelecek sene kimler Kırkpınar Ağası olmak istiyorsa arttırmaya iştirak ederlerdi. Eskiden bu arttırma, köy ağaları arasında yapılırdı. Müzayede bir müddet devam eder, karşılık olarak şimdiki gibi para verilmezdi. Bu bir ananedir. Esasen kimin ağa olacağı da kararlaştırılmıştır.
Nihayet uygun görülen bir köy ağasının önüne bırakılan koçla, bir yıl sonraki Kırkpınar Ağası da ilan edilmiş olurdu. Yeni Ağa, eski ağanın çadırına gider, birbirlerini tebrik ederler, bu sırada davullar, zurnalar da bir saf halinde yeni Ağa’nın çadırına doğru yürüyüşe geçerler, onların arkasından cazgır, meydancı, sucular, yağcılar dizilerek gelirler, yeni ağa hepsine münasip bahşişlerini verir.
Kırkpınar’ın üçüncü günü akşamı güreşler bittikten sonra genellikle eski Ağa bir mevlit okutur ve civar köylerden sünnet olmayan çocukları meydanda sünnet ettirerek Kırkpınar’ı bu şekilde kapatırlarmış.
***
Yukarıda bahsettiğimiz KIRMIZI DİPLİ MUM’la davet hakkında bilgi vermek istiyorum.
Osmanlı döneminde yapılan şenliklerde, ağaç biçiminde üzeri balmumundan yapılmış çiçek ve değerli taşlarla süslenmiş NAHIL’lar vardır. Bu nahıllar eğlence ve törenlerde geçirilir, yapanlar da bunlarla öğünürlerdi.
Selimiye Camii alt tarafında, meşhur Köfteci Osman’ın bulunduğu tarihi yapılar NAHILHANE olarak bilinir. Nahılların boyları bazen çok yüksek olur ve üzerleri rengarenk çiçek ve gümüş yapraklarla süslü olurmuş. Eğlencelerde yapılan nahıla Düğün Mumu, bir yerden bir yere taşınmasına Mum Alma, nahıl yapan sanatkara NAHLBEND deniliyordu. Arapca kökenli nahıl kelimesi hurma anlamına da gelmektedir.
İşte Kırkpınar Güreşlerinde davet ve çağrı anlamında kullanılan kırmızı dipli mum geleneğinin kaynağı budur. 17-18 ve 19. Asırlarda Nahıl sanatı yaşamımıza öylesine girmiş ki Balkanlarda renkli mum ile davet, anane haline gelmiştir. Bu ilginç ve güzel bir folklorik davet geleneği, günümüz Kırkpınar güreşlerinde de devam etmektedir.
Kırkpınar Güreşleri’nin tarihinde AĞA’ların yeri çok önemlidir. 1950 yılından önceki Kırkpınar Güreşleri’nin Ağalar tarafından düzenlendiği bilinmektedir. Bu konuda Servet-i Fünun Dergisi’nin 20 Mart 1910 tarihli, 983 sayı ve 168. sayfasında güreşlerin SİMAVRA veya SİMAVİNA yani Samona yöresinde yapıldığı, elde edilen paranın da Ağa tarafından Osmanlı Donanmasına verildiğinden şöyle söz eder:
“Kırkpınar Panayırında pehlivan ve koşu vesairede tertibat ve icraatını, Donanma-i Osmani şeref ve menfaatına tertibeden Panayır Ağası Simavra Karyeli Mehmet Ağa’nın yurtseverliği övülmeye değer görülmüştür. En büyük ödüller Ruz-i Hızır’a rastlayan üçüncü gündür.’’
Buradan da anlaşılacağı gibi Ağa’nın elde ettiği parayı devlete armağan etmesi de güreşlerin başka bir amacını da ortaya koymaktadır.
Tüm yurtta olduğu gibi Edirne ve yöresinde de zengin ve sözü geçen büyüklere AĞA veya AGA kelimeleri (sıfatı), özel adının sonuna getirilir. Örneğin Mehmet Ağa, Hüseyin Ağa, Ali Ağa gibi. Bu nedenle bazı kimselere yalnızca bir yakıştırma olarak söylenen Ağa kelimesi bir şaka, bazen de bir alay etmeden öteye gitmez. Bunun için halk arasında şöyle bir tekerleme de vardır:
Ağa dediğin ağcaz olmalı,
Altına atacak döşeği,
Üstüne binecek eşeği,
İki üç karısı, beş on sarısı (altın)
İki karık bağla, beş on arısı olmalı.
Kandilinin ipi telden,
Yağı elden,
Kafası kelden,
Avlusu çitten, itten köpekten ağa olmaz.
Rumeli Yöresi’nde Ağa kelimesi çok kullanılır. Bunlardan bir tanesi de Ağa Gönüllü olmaktır. Bu kelime ise “o” kişinin görgülü ve konukseverliliğini anlatan, anlamlı bir sözdür. Yani karşılıksız yedirip içiren, evinde misafir ağırlayan, Türk konukseverliğini yaşatan sembol bir kişiliktir AĞA.
Yöremizde şu söz de çok ilginçtir :
Ağalık verme ile, beylik kalma ile,efendilik sülaleden gelir.
Anadolu’da da şu söz çok ünlüdür:
Gelinin başına,
Ağa’nın aşına,
Atın dişine bak…
Haziran / 2009
Kaynakça:
Oral Onur, Araştırmacı, tarihçi, yazar