Nasıl ki Karahanlı deyince Satuk Buğra Han akla geliyorsa, Selçuklu deyince de ister istemez Oğuz Yabgu Devleti kumandanlarından Dukak Subaşı’nın oğlu Selçuk Bey gelir.

Malum, biri Karahanlıların İslam’la şereflenmesine vesile olan ilk Müslüman Karahan Hükümdarı, diğeri Türklerin İslamiyet’i hızla kabulü noktasında büyük emek sarf etmiş Oğuz boy lideridir. Bir başka ifadeyle; Karahanlılar Satuk Buğra Han’ın öncülüğünde Türkistan’da neşet bulurken, Oğuz ve Selçuklular ise Selçuk Bey öncülüğünde Anadolu’da hükümran olmuşlardır. Şayet bugün Anadolu ruhundan söz edebiliyorsak bunu büyük ölçüde Selçuklulara borçluyuz. Gerçekten de Oğuz Türklerinin Müslüman olmasıyla birlikte ardından gelen Selçuklu yönetimleri müfrit Şii ve yıkıcı faaliyetleri bertaraf etmesini bilmiştir. Zira İbn-i Haldun’un övgüyle söz ettiği İslam’ın Sultan-ı hamisi rolü üstlenen Selçuklu hükümdarları Bizans imparatorluğunun Anadolu’da hâkimiyetine son vermek suretiyle bir cihan hâkimiyeti mefkûresi ruhu gerçekleştirmişlerdir.

Şüphesiz bu muhteşem Selçuklu medeniyetinin temellerini atma şerefi Âl-i Selçuk lideri Selçuk Bey’e aittir. Zaten Selçuklu Devletine adını verende torunu Kutalmış’ın oğlu Süleyman Şahtan başkası değildir. Malumunuz, Kutalmışoğlu Süleyman Şah Antakya’yı feth eder etmez önemli bir siyasi merkez konuma haiz Halep’e doğru gözünü dikmiş, ancak Suriye Selçuklu Meliki Tutuş'la (Sultan Alparslan'ın oğlu ve Sultan Melikşah'ın kardeşi) giriştiği savaşta yenilgiye uğraması ona çok ağır gelmiş olsa gerek ki kılıcıyla kendi hayatına son vermiştir. 

Her neyse gelelim asıl konumuza. Bilindiği üzere Türk kültüründe Dede Korkut keramet sahibi bilge bir şahsiyet olarak bilinir. O, aynı zamanda devlet işleriyle ilgili müzakere meclisinde, kurultay ve toylarda başlıca söz sahibi bir müşavirdir. Hatta onun sözü dinlenir bilge şahsiyet olduğu o kadar belli ki; “Tıpkı Oğuz Yabgularının başlattıkları hâkimiyet misyonu gibi, son cihangirliğinde (Selçuklunun) Oğuz boyları arasında birinci hukuki mevki konumunda Kayı kabilesinden gelen Osmanlılara intikal edecek” diye dile getirdiği müjdesi bile kabul görüp baş tacı olabiliyor. Nitekim Dede Korkut kitabının başında:

“Rasulullah (s.a.v) zamanına yakın Korkut Ata derler bir er koptu. Ol kişi Oğuz’un bilincisi idi, ne derse olurdu, gaipten haber söylerdi. Korkut Ata eyitti, ahir zaman olup kıyamet olunca (ya dek). Bu dediği Osman neslidir. İşte sürülüp gideriyordur”
diye satır aralarında geçen ifadeler Korkut Ata'nın
kerameti diye sunulmuştur.  Ki; bu Oğuz neslinin milli destana kattığı ek bilgidir.

Bitmedi tabii, dahası var. Şöyle ki, Oğuznameye göre ilk cihan hâkimiyeti Oğuz kağan tarafından kurulmuştur. Hatta Oğuzname destanının sayfalarını çevirdikçe kuruluşun ötesinde Osmanlıya kadar uzanan bir dizi tarihi hadiselere şahit oluruz. Keza destanın İslami rivayetine göre; Oğuz Han annesi Müslüman olmadığı için süt emmediği belirtilir. Hatta bundan da öte; bu çocuk genç delikanlı çağına ulaştığında söz konusu din ayrılığı oğul ve baba Karahan arasında mücadeleye sahne olacaktır. Oğuz Han babasına galip gelir de. Böylece tahta çıkar ve Kağanlığını ilan eder (Bkz. Oğuz Kağan destanı, S.29). Destanın diğer sayfalarını çevirdikçe de esasen Oğuz Han'ın akıllı ve keramet sahibi konumda bulunan Irkıl Hoca veya Uluğ Türk gibi feraset sahibi müşavirlerinin (vezir), Tanrının cihan hâkimiyetini kendisine tebdil eylediğini en çarpıcı bir şekilde sarf ettiği şu sözlerde görürüz:

- Ey Kağanım, Gök Tanrı bütün dünyayı sana bağışlasın.

Anlaşılan o ki, Allah’ın Oğuz Kağan ve diğer Türk Sultanlarına dünya hâkimiyetini bağışladığını Korkut Ata ve İslam evliyasının dilinden haber verilip böyle müjdelenmiştir. Bu fetih hareketlerinde en çarpıcı bir başka kayda değer anekdot ise; Bozkurt'un (Gök Böri-Börü) Oğuz Han’a rehberlik etmesidir. Öyle ki; Bozkurt kendi hal lisanıyla şöyle dile gelmiştir:

- Ey Oğuz! Sen Urum (Roma) üzerine gitmek istiyorsun; ben senin önünde yürüyeceğim. 

Gerçektende Oğuz Han bozkurdun izini sürerekten sefer eyleyecektir. Bu sayede Urum (Roma) ve Urus (Rus) hükümdarları bozguna uğratılır. Bu da yetmez Çin, Hind, Suriye ve Mısır ülkeleri de fethedilir.

Bu arada şunu zikretmekte fayda var; Urallardan Avrupa'ya göç eden Hunların da önünde tıpkı bozkurt mitolojisinde olduğu gibi rehberlik eden bir geyiğin bulunduğu rivayet edilmiştir. Madem öyle, sembol deyip geçmemek gerekir. Zira Türk’ün tarihinde her bir sembolün kendine özgü destanî bir anlamı olduğu kuşku götürmez. Şöyle ki;

Oğuz Han altı oğlu ile birlikte fetih hareketi gerçekleştirip cihangir olduktan sonra ana yurduna dönüp bir uluğ kurultayı toplar ve bu kurultayda üç büyük oğlu sağda yer aldığı için adına Bozoklar denilirken,  diğer üç küçük oğlu solda oturması hasebiyle Üçoklar denilmiştir. Düşünsenize bugünün dünyası daha yeni yeni katılımcı yönetim modelinden dem vururken o günlerde Türkler çoktan bu işi halledip kurultaylarda katılımcı karar alıyorlardı. Bu durum elbette ki Türklerin teşkilatçı özelliğini gösterir. Kaldı ki Oğuz Han ömrünün son demlerine geldiğinde bile kurduğu teşkilat yapısına herhangi bir helal gelmesin diye oğullarını karşısına alıp: 

-    Ey oğullarım! Çok savaştım, artık çok yaşlandım. Düşmanları ağlattım, dostları sevindirdim. Gök Tanrıya borcumu ödedim…


Diye nasihatte bulunmayı da ihmal etmeyecektir. Böylece ardından emanet edeceği yurdunu oğulları arasında pay edip ok-yay münasebetine göre Üçokların Bozoklara tabiiyetini duyurur. Derken Oğuz Han altı oğlunun her birinden doğan dört torunundan çoğalan yirmi dört boy bu şekilde Oğuz neslinin temelini oluşturur. İşte Türk atası Oğuz Han’ın Gün, Ay ve Yıldız'dan dünyaya gelen üç oğlundan on iki torun (boy) sağ kolunu temsil ederken, Gök, Dağ ve Deniz’den gelen diğer on iki torun ise sol kolu temsil edecektir. Dahası Oğuz Han hâkimiyeti temsil etmek manasına gelen yay’ı birincilere,  tabiiyeti temsil eden ok’u da ikincilere vermiştir. Bu durum aynı zamanda sağdaki Bozokların soldaki Üçoklar'a üstün olduğu manasına gelir. Yani Üçoklar Bozoklara tabiidir.  Hatta bu hukuki kaide ileride Selçuklu ve bir derece Osmanlıya da sirayet edecektir. Anlaşılan semboller birçok şeyi anlamlandırmaya yetiyor. Mesela ok yay münasebeti simgelendirmekle kağanlara mensubiyet belirlenmiş oluyordu.  

Bu arada Büyük Hun Tanyu’su Mete’nin destanda geçen Oğuz Han olduğu yönünde bir işarette söz konusudur.  Zaten Hunlardan Osmanlılara kadar devam eden idari, siyasi, askeri sağ ve sol teşkilat yapısına baktığımızda bu tarihi destanda geçen her iki ismin kuvvetle muhtemeldir ki; aynı hükümdarı işaret etmektedir. Sanki bu iki şahsiyet bir noktada birleşmiş gözüküyor. Bilhassa Mete Han’ın imparatorluğu yirmi dört kumandana pay etmesi sonucu ortaya yirmi dört Oğuz Bey veya boy'un çıkması bunu teyit eden bir husustur. Her şeyden önemlisi Oğuz Name'nin sayfalarını çevirdikçe Selçuk’un babası Dukak rüyasında göbeğinden çıkan üç ağacın gök kubbeyi saran dallarıyla ötelere yükseldiği bilgisine ulaşırız. İşte Korkut Ata bu rüyadan hareketle evlatlarının cihan padişahı olacağını müjdelemiştir. Hakeza Osman Gazinin rüyası da öyle olup,  cihan hâkimiyeti mefkûresine işaret teşkil edecektir.  

Selçuk Bey

Dukak ölünce o sıralar daha henüz on sekiz yaşına girmiş bulunan Selçuk Bey, Subaşı görevini üstlenecektir. İyi ki de böyle bir görev üslenmiş,  zira faaliyetleriyle itibarına itibar katıp Yabgu ve hanımını telaşlandıracak düzeye gelir. Nasıl telaş almasın ki;  saltanatlarının sarsılacağı gerçeği söz konusudur.

Onlar endişe ede dursun, bu durumda öldürülmek tehlikesini sezen Selçuk Bey, kabilesiyle birlikte tez elden önlem alıp Seyhun civarlarında Cend Şehrine hicret edecektir.  Hani derler ya her hicretin ardından pembe şafaklar doğar ya, gerçekten de aydınlığa giden yolda bir dizi hadiseler zinciri süreci işlemeye başlar bile. Derken Selçuk Bey idaresindeki Türk kabileleri kendilerini İslam'ın aydınlığında bulur. İşte pembe şafak denen ülkü budur. Elbette ki bizim için pembe şafak,  Yabgu için kâbus olacaktır. Nitekim Müslümanlıkla şereflenen Türklerin varlığından için için rahatsızlık duyan Yabgu’yu derin telaş alıp aralarının açılmasına yetecektir. Sadece ara açılmakla kalmaz, Selçuk Bey haraç vermeyi bile reddedip bağımsızlığını ilan edecektir. Böylece bağımsızlık meşalesi an be an Türkler arasında heyecan uyandırıp Selçuk Bey’in konumunu güçlendirmeye yarayacaktır.  Keza onun bu şöhreti Samanî Hükümdarının da dikkatine mucip olup,  aralarında bir dizi anlaşma sağlanır da.  Hatta Samanî Hükümdarı Selçuk Bey’in Buhara yakınlarında Nur kasabasında yerleşmesine müsaade edecektir. İşte bu noktada Müslümanların teveccühünü kazanan Selçuk Bey küffar üzerine açtığı seferlerde galip gelmesiyle birlikte şöhreti an be an etrafa yayılır da. Gerçekten de onun Müslümanlarla uğraşmayıp,  doğrudan küffarı hedef seçmesi etki gücünün artmasına yetmiştir. 

Anlaşılan şu ki; Selçuk Bey Subaşılık görevinden başlayıp gelinen süreç içerisinde oğullarıyla birlikte Büyük Selçuklu Devletinin temelini atıp Kağanlığa kadar yükselen yolda Anadolu’ya ilk Türk İslam harcını atması bakımdan tarihe geçmiş bir liderdir. Bilhassa; Selçuklu onunla kuruluşunu tamamlayıp takriben 100 yaşlarına geldiğinde ardından kendini aratmayacak Tuğrul ve Çağrı isminde çift başlı kartal kanatlı iki torun bırakan bir liderdir o. Kelimenin tam anlamıyla Selçuk Bey kuruluş muştumuz, Çağrı Bey de Anadolu’nun çatısının oluşmasında temel sütunumuzdur. İşte bu sütun sayesinde Karahanlı ve Gazneli engeli aşılıp Anadolu’nun tamamı fethedilebilecek hale gelmiştir.

Velhasıl; Âl-i Selçukluya adını veren Selçuk Bey’siz Selçuklu Devleti düşünülemez. 
Vesselam.