Sanat tır  ve sanat çadır projeleriyle entelektüeller arasında bütün dikkatleri üzerine çeken Prof. Hüsamettin Koçan bu defa bir rüyayı hayata geçiriyor. Koçan, Bayburt'un yakınlarında düşlenen bu müzenin geleneğin kaybolmasına direnç gösterebilecek bir nokta olacağı görüşünde.” 

Prof. Hüsamettin Koçan’ın projesini 2002 yılında Aksiyon Dergisi için kaleme alan Kürşat Okutmuş, “Sanat Bayburt’a kaçıyor” adlı aynı yazısında, o dönem 'ütopik' olarak değerlendirilen Baksı Müzesi’nin geleceği hakkında ise şu ifadelere yer vermişti:

Prof. Hüsamettin Koçan yine ilginç bir çalışmanın içerisinde; bu defa yaptığı 'ütopik' olacak kadar büyük, büyüleyecek kadar güzel bir proje. Türkiye'nin bir diğer ucu olan Bayburt'ta, Bayburt'a dahi 45 kilometre uzaklıkta olan Baksı (Bayraktar) köyünde ve hatta bu köyden dahi bir kilometre mesafede bir yere müze yaptırıyor: Baksı Müzesi ve Halk Sanatları Araştırma Uygulama Merkezi. Bonn Müzesi yöneticilerinden Dieter Ronte ve önemli bir müzeci olan Dr. Ulsberge, bu mimari projeyi, "Bizim çağımızda ancak bir sanatçının üretebileceği bir ütopya" olarak nitelendiriyorlar.”

*** 

Baksı Müzesi’nin mimarını hayalperest, yaptıklarını ise hayal olarak niteleyenlerin bugün için fena bir halde yanılgıya düştüğünü görmek ve müzenin geleceği hakkındaki şüphelerin ise birer birer kadük olduğuna şahit olmak, en çok Prof. Koçan’ı mutlu ediyor.

Tempo Dergisi‘nden Emel Gülcan ile bir söyleşi gerçekleştiren Prof. Koçan, Baksı Müzesi’nin geldiği son noktayı değerlendirdi...

Röportaj: Emel Gülcan

Sanki gelecekten ışınlanmış gibi duruyor. Devasa karıncalarla göz gözeyiz. Bembeyaz duvarlarda kadın elbiseleri asılı. Arkada bronz çanlar, az ötede postmodern resimler. Zamansız bir mekânda, zamansız objeler arasındayız. Peki, biz neredeyiz?

İnanması zor, ama Bayburt’ta hem de Bayburt’un en ücra köyü Bayraktar’daki Baksı Müzesi’ndeyiz. Önce uçuk bir hayaldi burada müze açmak. Temeller atılırken bile şüpheyle yaklaşıldı. Sonra ete kemiğe büründü. Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, kolları sıvadı. Bir ütopyayı gerçeğe dönüştürdü. Geçen yıl Contemporary İstanbul’da ‘Çağdaş Sanata Katkı’ ödülünü aldı.

Emel Gülcan: Bayburt’a müze açmak nereden aklınıza geldi?
Hüsamettin Koçan: Aslında geriye dönerek anlatmalıyım. Babam gurbetçiydi ve biz onu iki yılda bir görürdük. Yıllar önce, Keşan’da vefat eden amcamın mezarını, Bayburt’a götürememişler. Babam bunu unutamamış: “İnsan kendi toprağına gitmeli” derdi hep. 1986’da babamı kaybedince, köyü Bayraktar’a defnettik. Oraları çok değişmiş buldum. Eskiden köyümüzde insanların bir araya geldiği, yiyip içtiği bir konak vardı. Orası kültür merkezi gibiydi. Her şey, bu konak geleneğinin kaybolmaması için uğraşırken başladı. Ben sanatın belli merkezlerde sıkışmasından pek hoşlanmam. İnsan nerede ise sanat oraya ulaşmalı. 2000’lere gelince, bu fikir yeniden doğdu. 2001’de arsayı satın aldım ve kazmayı vurduk.

-Müzenin tasarımı da değişik. Mimarı kim?
-Konsept projeyi, mimar olan kardeşim Metin Koçan ile beraber oluşturduk. Sonra o yorulunca, ana binanın uygulama projesini Sinan Genim yaptı.

-Mimaride nasıl bir yol izlendi?
-Genel mimari konsept ‘oralı’, ama modern. Ortada ana bina var; çevresinde konuk evleri ve atölyeler dizili. Mimaride, köyün eski toprak damlı evlerinden ilham aldık. Çünkü o evlerin üretim ile ilişkisi değişiktir. Birbirine yaslanır ve tepelerinde pencereleri vardır. Saman ve buğday, pencerelerden eve ve ahıra atılır. Baksı Müzesi’nde, bu coğrafyanın belleğini topladık. Ana bina hariç tüm binaların çatısı, bir yanıyla toprağa bağlı. Işık, atölyelerde ve müzede, o evlerdeki gibi tepe pencerelerinden geliyor. Ana binanın çatısı da, kurulduğu araziyi taklit ediyor. Konuk evlerinin duvarlarında, arazideki kına taşı kullanıldı.

-Müzeye ne kadar harcadınız?
-Proje aslında 8-10 milyonluk gibi görünüyor. Ama mühendislik ve mimarlık hizmetlerine para vermedik. Malzemeleri ya maliyetine aldık, ya sponsor bulduk. O yüzden ben oraya, yaklaşık 3.5-4 milyon lira harcadım.

-Başta nasıl tepkiler aldınız?
-Projeye en çok çocuklar, kadınlar ve gurbetçiler sevindi. Köylerinde hareket olduğu için heyecanlandılar. Ancak “Buna ne gerek var? Çıkarı olmadan bu kadar büyük bir projeyi niye yapsın ki?” diyenler de oldu. Bürokrasi, “Bu sanatçının gönlüne bir arzu düşmüş. Ama nasıl olsa olmaz” dedi. Siyasi bir yatırım olduğunu düşünenler bile çıktı.

-Tepkiler şimdi nasıl?
-İş ilerledikçe köydeki herkes, “Bu iyi bir şey” demeye başladı. Şimdi önyargılar sona erdi. Bayraktarlılar, müzeyi sahipleniyor ve Baksı’ya destek veriyor. Köylüler orada el sanatları kursu alıyor, müzede nöbet tutuyor, gelenlerle ilgileniyor.

-Müzenin konsepti nedir?
-Sanat ve zanaat arasındaki ayrımı kaldırdık. El sanatları ürünleri de, Ömer Ali Kazma’nın avangart video art’ları da Baksı’da bir arada sergileniyor. Sanatta zanaat öğesini kullanan sanatçılarla işbirliği yaptık. Oradaki bellek, geçmişe de, geleceğe de uzanıyor. Çünkü yaratıcılıkta hiyerarşi yoktur. Biz ‘modern veya klasik bir müze’ diye tanımlamıyoruz kendimizi.

-Sanat danışmanı kim, eserler nasıl toplandı?
-Müze, elimdeki koleksiyon temel alınarak kuruldu. Açılış sergisini sanat tarihçisi Ahu Antmen planladı. Sanatçılarla görüştü. Onları Baksı’ya götürdük; orada istedikleri kadar kaldılar. Malzeme verdik, ürettiler. Şimdi o eserler müzenin malı. Bu sezon için de küratörlerimizi seçtik. Doç. Dr. Mürteza Fidan, Fırat Arapoğlu ve Kurucu Koçanoğlu, sanatçılarla bağlantıya geçtiler.

-Baksı’da neler var?
-Baksı Müzesi, 30 dönüm arazi üzerine kurulu. Kapalı mekânları 7 bin metrekare. İçinde sergi salonları, 200 kişilik konferans salonu, 10 bin kitaplı kütüphane, atölyeler ve konuk evleri var. Avangart video art’lar, ünlü sanatçıların enstalasyonları, pişmiş topraktan yapılmış çömlekler yan yana sergileniyor. Dönemsel sergiler organize ediliyor. Ben çağdaş sanat atölyesi ile ilgileniyorum. Ehram projesi ilerliyor; kadınlar çeşitli kurslar alıyor. Özlem Süer, ehram kumaşından dokuz giysi tasarladı. Onların defilesi yapıldı ve ehramlar satışa sunuldu. Erkekler için meslek edindirme kursu var; Bayburt, Erzurum, Erzincan yörelerinin kilimlerini dokuyorlar.

-Kaç kişi çalışıyor?
-Kışın üç bekçi kalıyor. Yazın yoğunluğa göre 20 kişi çalışıyor. Ama atölyelerle beraber sayı artacak.

-Günde kaç kişi ziyaret ediyor?
-Yazın ortalama 100 kişi geliyordu. Kışın bu sayı azaldı.

-Ziyaretçi profili nasıl?
-Medya çok etkili. Genellikle basından duyan yerli turist geliyor. Ama Trabzon ve Erzurum’a gelen yabancı turist de Baksı’dan haberdar oluyor ve müzeyi ziyaret ediyor.

-Giriş ücretli mi?
-Hayır.

-Müze kendini nasıl döndürecek?
-Burada üretilen ehramlar ve kilimler satılacak. 30 kişilik konuk evlerini kültür turizmi için kullanacağız. Kendi yayınlarımızı satacağız. Sanatçılar Baksı’ya hep destek oldu. Bir ara param bittiğinde, Dragos’taki evimi satmayı düşündüm. Ama sanatçılar imdadıma yetişti. ‘Şaman Güncesi’ isminde bir sergi düzenledik. 125 sanatçı resim yaptı ve bir kısmını ‘barter’ (takas) malzemesi olarak kullandık. Müze kültür işletmeciliği belgesi alırsa, sigorta ve elektrik giderlerimiz azalacak. Ben umutluyum; beş sene içinde köylünün para kazanacağını ve müzenin kendini döndüreceğini düşünüyorum.

-Tanıtım için neler yapılıyor?
-G7 Ajansı müzeye sahip çıktı. Her yıl projeler getiriyor, basın ile ilişkileri sağlıyor. Bu sayede müzeden çok fazla insan haberdar oldu. Örneğin ruhsatımı kaybettiğim için karakola gitmiştim. Orada tanıdılar beni. Polisler, Baksı’yı duymuş ve iyi bir iş yaptığımızı düşünüyor. Bu müze, toplumda bir ortaklık üretti. Entelektüellerle polislerin ortaklaşa sevdiği bir proje oldu (gülüyor).

-Planlarınız neler?
-Yabancı müze partnerleri buluyoruz. Onlar aracılığı ile kültür turları düzenleyeceğiz. Bu yaz da sanatçıları müzeye götürüyoruz. Örneğin Arzu Kaprol, bu seyahati yaptı; orada kalıp, çevreyi gözlemledi. Şimdi İstanbul’da üreteceği proje üzerinde çalışıyor. Diğer sanatçılarla da aynı çalışmayı yürüteceğiz. Tamamlandığında, şu anda sergilenen eserler de dolaşıma çıkacak.

-Siz ne sıklıkla gidiyorsunuz?
-Orada anne evim var. Kışın 15 gün Bayburt’ta, 15 gün İstanbul’dayım. Yazın da genellikle oradayım.

-Müzenin köye ne gibi faydaları olur?
-Bayraktar Köyü 80 haneli, 480 nüfuslu bir köy. Çok fazla göç veriyor. Atölyeler istihdam sağlarsa, göçün önü kesilebilir. Bana gelen mektuplarda insanlar, “Toprağımız yaşıyor” diyor. Bu projenin amacı, “Terk etmeyin!” demek. İşin ‘kahramanca’ yanı bu. Yoksa parası olan herkes gidip yapardı.

(*) Prof. Hüsamettin Koçan ile gerçekleştirilen yukarıdaki söyleşi, Emel Gülcan tarafından Tempo Dergisi için yapılmıştır.