Bu defa nedenimiz soğuyan havalar değil, eriyen buzullar!
Aslında kaynaklar, insan eliyle yapılmış ilk çevre felaketinin “Nuh Tufanı” olduğunu gösteriyor.
Doğa; erozyon, verimsizlik, açlık, hastalık yoluyla talepleri geri çevirmeye başladığında, sosyal sözleşme bozulur, çöküş toplumun neredeyse tamamen yok olmasıyla sonuçlanabilir. Yeniden toparlanma ise yüzyıllar sürebilir. Çünkü doğal sermayenin (ormanların, suyun, toprağın) kendini yenilemesi uzun zaman alır.
Nehir kıyısında verimli bir arazi üstüne ‘küçük bir köy kurmak’ iyi bir fikirdir. Ancak köy, kente dönüştüğünde ve verimli toprakların sınırlarını ihlâl ettiğinde kötü bir fikir haline gelir.
Yirmi otuz yıl sonra memleketine geri dönenler, bu ilerlemenin yoğun saldırısını kolayca fark edebilirler. Nehirler barajlara, ormanlar sığır çiftliklerine, dağlar çimento ocaklarına dönüşmüştür artık.
Yirminci yüzyılın sonunda, dünyanın en zengin üç bireyinin geliri, en fakir kırk sekiz ülkenin toplam gelirinden fazla olduğu görülmüştü.
1998’de BM, dikkatli harcandığı takdirde 40 milyar doların, dünyanın en yoksullarının temel ihtiyaçlarını (temiz su ve sağlık gereksinimlerini) karşılamaya yeterli olacağını hesapladı.
Kapitalizm; ekonominin sonsuz olduğunu ve bu yüzden mal paylaşımının gereksiz olduğunu iddia ederek kişiyi mekanik yaban tavşanlarının peşinden koşan tazı gibi daima ileriye doğru yönlendirir. Yalnızca belli sayıda tazı, gerçek bir tavşan yakalayabilir. Geri kalanlarsa düşene kadar koşmaya devam eder. Geçmişte oyunu kaybedenler yalnızca yoksullardı. Oysa bugün kaybeden gezegenin ta kendisidir.
Artık kayıtsızlık ve aşırılıktan vazgeçip, ölçülü ve ihtiyatlı olmalıyız. Sahip olduğumuz en büyük avantaj; geçmiş toplumlara dair bildiklerimiz sayesinde o toplumların kaderinden kaçabiliriz.
Uygarlıkların aniden çöktüğünü görüyoruz. Çünkü ekolojiden (yaşanılan yer) beklenen talepleri en üst seviyeye çıktığında, doğadaki dalgalanmalara karşı savunmasız kalınır. İklim değişikliğinin yarattığı en acil tehlike, hava durumundaki ani değişimlerin ekinleri heba etmesi ve dünyanın yiyecek rezervlerinin zarar görmesidir. Hepimizin de şahit olduğu gibi kuraklık, sel, yangın ve kasırgalar sıklaşıyor ve sertleşiyor. Bunların -ve savaşların- sebep olduğu kirlenme ve yıkım çarkını hızlandırıyor. On bin yıllık yerleşik hayat deneyimi, bizim, bugün ne yaptığımızla ya da ne yapmadığımızla bağlantılı olarak çökecek ya da devam edip gidecektir.
Platonun tamamlanmamış yapıtı “Kritras”ta, insan eliyle doğaya verilen zararın tasvirini yapıyor. “Bugün elimizde kalanlar geçmişte var olanla kıyaslandığında, ortaya hasta bir adamın iskeleti çıkıyor. O dolgun ve yumuşak toprak gitti. ..Daha yeni ağaçlarla kaplı dağlarda… Arılardan başkasına yiyecek yok. Eskiden toprak her yıl yağmurlarla beslenirdi, şimdiki gibi, çıplak araziden denize akarken onu yitirmedi; toprak derindi, suyu içine alır, kilin içine hapseder… Dört bir yana dağılan kaynakları ve dereleri beslerdi. Ama şimdi terk edilmiş mabetler bize, eskiden akan su kaynaklarının yerini gösteriyor.”
Geleceği kurtarmak için bugün son şansımızdır.
Kaynak: “İlerlemenin Kısa Tarihi” Ronald Wrıght