Dostumuz Soner Yalçın soruyor: Cemil Meriç, Nurettin Topçu sağcı mı?

Meğer solcuymuşlar… 

Cemil Meriç Marksizm’den gelmedir, sol kökenlidir. Oradan gelmedir ama geldiği yer, Atatürk ve Türk Devrimi düşmanlığı, Said Nursi şakşakçılığıdır. Yani sızma sağcı olmuştur. İşte kanıtı:

“Ve üniforma giyen düşünce. Mustafa Kemal, kafanın yalnız dışını değil, içini de tanzime kalkıştı. Batı şapkaydı. Şapka ve itaat. Kalabalığın yerine şef düşünecekti. Kur’an rafa kalktı, ‘Nutuk’ ortaya çıktı. Bir nutuk ve bir fırka. Bir lokma ve bir hırka. Önder önüne gelenin kellesini vurdurdu. Fırka hiçbir zaman ağzını açmaya cesaret edemeyen kalabalıkların ağzına vurulan kilidin bir yenisini ekledi. Sonra yenildi içildi. Ve hazret sirozdan kıvrandığı yataktan bir tanrı olarak kaldırıldı. Bir tanrı veya bir şeytan. Atatürkçüyüz. Atatürkçülük asil cumhuriyetin resmi dinidir. Mitosu olmayan sığ, dalsız budaksız bir din. Tam robot dini. Bu gidişle bütün dünyanın Atatürkçü olması gerekecek. Yaşasın Atatürk, ulan biz Atatürkçüyüz. İbadet ve iman bu üç beş hecede başlayıp bitiyor."

Bu ülkede sağ ve solun el ele verip abartıp kabarttığı, Soner Yalçın’ın “Sağcı mı?” diye sorduğu Kör Filozof Cemil Meriç, “Jurnal” adlı kitabında (sayfa 354) böyle zırvalıyor işte.

Gelelim Nurettin Topçu’ya. Yıllarca, “Nurettin Topçu taifesi” dediğimiz “Fikir ve Sanatta Hareket” adlı dergi çevresinde kümelenen o kesimle ilişkilerim, tartışmalarım oldu benim. Onları iyi tanırım. Hepsi sızma dinbazdırlar, Osmanlıcıdırlar, tamamı Atatürk, Cumhuriyet ve devrim düşmanıdırlar. Devlet Ana ve Bozkırdaki Çekirdek’i yazdığı, Osmanlı’yı övdüğü, Köy Enstitüleri kötülediği için bir dönem Kemal Tahir’le düşüp kalkmışlardır. Halit Refik’e yaklaşmışlardır. İdris Küçükömer’e yapışmışlardır. Ama bütün bunlar onları solcu yapmamıştır, çünkü düşünsel asaletleri bozuktur. İşte sayayım yetiştirdikleri araştırmacı-yazar ve edebiyatçılardan bir kaçını: D.Mehmet Doğan, bundan daha ileride bir Cumhuriyet düşmanı var mıdır, alın kitaplarını okuyun, benim kitaplarımda da alıntılar var onlardan, onlara da bakabilirsiniz. M.Çetin Baydar, bu da öyle, bir dönem TRT’de çalıştığı, TRT’ye o dönem sol egemen olduğu için sol söylemler kullanmıştır, ama sonra aslına rücu etmiştir. Ve RTE’nin Sağlık Bakanı ve hastane patronu Fahrettin Koca’nın pandemi döneminde kitaplarını halka tavsiye ettiği hikâyeci Mustafa Kutlu, Yeni Şafak’taki yazılarını okuyunuz.

Daha sayarım, gerek yok. Soner Yalçın, Dergâh Yayınları’nın kitap listesine bir bakıversin. 

Türkiye Yazarlar Birliği’nin bileşimine ve söyleyişlerine de bakıversin.

Nurettin Topçu’nun bıraktığı düşünsel kalıt bunlardır işte.

Ve şunu da görelim, bilelim, İslam’ın önerdiği, kurduğu, savunduğu ekonomik düzen sol değil, sağdır.

Neden? Çünkü kapitalizm-faiz= İslam Ekonomisi’dir. Yani Kapitalizmle bunları yalnızca faiz ayırır. Serbest piyasayı Allah’ın düzenlediğini söyler Hz.Muhammed.

Ayrıntı vereyim mi?

“Adam Smith ‘ekonominin babası’ olarak tanımlanır; serbest piyasa ekonomisinin temellerini attığı kabul edilir. 'Ulusların Refahı (Welfare of Nations)' adlı kitabı 1789'da yayımlanmıştır. Kitabın özü şu fikre dayanır: ‘Ekonomi konusunda yapılacak en doğru şey, piyasaya hiç müdahale etmemektir. Zira, piyasa daima en doğrusunu yapar.’ Bu görüş meşhur 'Bırakınız yapsınlar (Laissez fairez)' sloganıyla ifade edilir. Smith'in fikirlerine dayanak yaptığı gerekçe pek ilginçtir. Piyasayı yöneten ‘görülmeyen bir el’ (invisible hand) vardır; gizli elden kastettiği ise Tanrı'dır. Peki, hâlâ iktisatta temel öğreti olarak kabul edilen bu fikirler, insanlara takdim edilegeldiği gibi gerçekten ilk kez onun tarafından mı ortaya atılmıştır? Cevabı bulmak için İslam tarihine bakalım: Devr-i saadette fiyatlara narh konulmasını talep edenlere karşılık, Hz. Muhammed (asm); fiyatlara kesinlikle müdahale edilmemesi düsturunu ortaya koymuş ve gerekçe olarak; ‘Fiyatların nereye gideceğini ancak Allah bilir’ hadisini vazetmişti.(1) Liberal ekonomi sistemini en veciz biçimde açıklayan bu sözler ile Smith'in tarifi çarpıcı bir şekilde örtüşüyor. O kadar ki, birinin diğerinden alıntı yaptığı açıkça belli. Peygamberimiz (asm), Smith'ten takriben on bir asır önce yaşadığına göre, kimin kimden alıntı yaptığı ortada.” (2)

“Sorularla İslamiyet” adlı, dinsel konularda fetvalar veren bu internet sitesine göre İslam Ekonomisi, liberal ekonomi ile örtüşüyor. Hatta Hz. Muhammed, Adam Smith’den yüzyıllar önce piyasanın ve fiyat mekanizmasını gizini çözmüş ve ‘Fiyatların nereye gideceğini ancak Allah bilir" demiş.

“Neden yoksulsun?” sorusuna yanıt: “Taksimat budur.”

Buna da ayrıntı verelim:

Bir bilim araştırma ekibi yoksullara neden yoksul olduklarını sormuş da çoğu yanıt verememiş, bilmiyorlarmış.

Gidip dinbaz bölgelere, illere (sözgelimi Bayburt, Gümüşhane, Erzurum, Maraş gibi illere) sorsaydınız, tek bir yanıt verilirdi size: "Taksimat budur"

Ne demek bu? Şu demek: Allah rızkı öyle taksim etmiş, kimine az, kimine çok.

Neden öyle? Çünkü bazılarını Allah yoksullukla imtihan edermiş.

Sabredeceksin, itiraz edersen kâfir olursun.

İşte İslami Ekonomik sistem budur. Yoksulluk Allah'ın emri. Haa bekle belki zekât ve sadaka verirler sana Allah'ın taksimatından çokça nasiplenenler, alırsın, onlara minnettar kalırsın.

İşçi haklarında nass var, yaptırım yok, grevse caiz değil

Eklemelerine bak hele emek sözcüğünün: Vermek, çekmek, harcamak. Özünden, gücündendir hepsi.

Kökenbilimsel açıdan da buralara dayanır. Emig’e dek gidiyor öyküsü. Emig ki göğüs demek, emge de göğüslemek. K katıp emge’ye emgek demişler, sonra atıp ortadaki G’yi emek etmişler.

Bir iş, bir oluş, bir yorgunluk, bir çetin ve çoğu kez gerilimli bir süreç sonunda, düşünsel ya da özdeksel olarak, üretilen ne varsa, senin ve emektaşlarının emeğinden doğmadır.

Değeri pek büyük ve de yücedir bu üretimsel süreçten dolayı.

Üçe alıp bu yüce değeri para gücü ya da sattıktan sonra ödemek vaadiyle; beşe satıp yan gelip yatmaksa; kârına kâr, servetine servet katmaksa; emeksiz iştir ve de sömürgenliktir ki “ticaret” deniyor buna, yapana da “tüccar.” “Kazancın onda dokuzu ondadır, ticarete atılın ve cesur olun”, “"Dosdoğru tüccar, (kıyamet günü) peygamberlerle, sıddıklarla ve şehitlerle birlikte olacaktır.” diyor İslam’ın peygamberi.

Dinbazistanlılarsa, söz emeğe ve işçi haklarına geldi mi, durmadan Hazreti Muhammed’in o hadisini öne çıkarırlar: “İşçinin hakkını alın teri kurumadan veriniz.” Güzel... Peki verilmezse ne olur, verilmezse bir başka hadise göre Peygamber kıyamet gününde onun hasmı olacakmış. Yani Nass var ama ciddi bir yaptırım yok, öteki tarafa havale.

Peki işçinin grev hakkı, sendikal özgürlüğü ve örgütlülüğü bağlamında ne diyor İslam? Bunu da görelim ki kimse ikiyüzlülük etmeye. Önce, Ahmet Debbağoğlu’nun “İslam İktisadına Giriş” adlı kitabından bir bölümü aktaralım: “İslam toplumu bir işçi sınıfı kavramına yabancıdır. Zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olmayanlar İslam toplumunda ortaya çıkmamıştır. (…) İş üretenler bu görevlerini hakkıyla yerine getirmeleri gerekmektedir. İslam’ın nazariyesinde işçi sınıfı olmadığı için toplu iş bırakmalar (grev) bahis konusu değildir.”

Bu kadar açık… E peki şu Hak-İş denilen dinci sendika konfederasyonu ve badem bıyıklılar tarafından kurulup AKP tarafından besiye çekilen Memur Sen adlı memur sendikası ne der bu işe? Onların İslam’ı grevli, toplu sözleşmeli, işçi sınıflı İslam mı? 

Hayır asla!

Server Tanilli’nin “İslam Çağımıza Yanıt Verebilir mi?” adlı yapıtında daha ve ayrıntılı bilgiler veriliyor bu konuda: “İslamcı düzende grevin yasak olduğu konusunda, bu düzene yandaş düşünürler arasında tam bir görüş birliği vardır. Bu konuda Türkiye’de yayımlanan ilk kaynaklardan biri, Suriyeli yazar Muhammed Fehre Şafka’nın ‘İslam’da İş Ahkâmı ve İşçi Hakları’ adlı eseridir. Yazar şöyle diyor kitabında: ‘İşçinin grevle işini âtıl bırakmaya hakkı olamaz. Zira bunda, kendisine emanet edilen iş sahibinin mallarına zarar vardır. Gerçekte grev, akit şartlarını değiştirmek için başvurulan bir vasıtadır. (…) Söylenen şu: Şeriat düzenine göre, işinden hoşnut olmayan işçi, mahkeme ya da hakeme başvurur. Mahkeme ya da hakemin kararını beğenmezse yapabileceği tek şey, işten ayrılmak ve ‘Allah’ın rızkını’ başka bir yerde aramaktır.”

Ve Düzce’de müftülük hutbe okutmuştur, “grev caiz değildir” diyerek:

“Müftülük hutbe okuttu: Grev caiz değil!

120 işçinin grevde olduğu Düzce'de müftülük camilerden okuttuğu hutbede grev yapmanın ‘insanı ağır dini mesuliyet altına sokacağını’ söyledi!

Düzce'de müftülük, DİSK'e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikasına üye oldukları için 120 işçinin işten çıkarılmasının ardından camilerde okuttuğu hutbeyle işverenlere destek verdi. Cemaate okunan hutbede ‘İşi gereğinden fazla yavaşlatmak ve işyerine zarar vermek, kârı ve kârlılığı azaltıcı davranışlarda bulunmak çalışanı ağır dini mesuliyet altına sokar’ denildi.

Bu din ideoloji haline getirilip çalışma yaşamına da yön verilmeye çalışılırsa; sendikal haklar ve grev hakkı, hem de dinsel gerekçelerle yani nasslarla engellenmeye çalışılırsa, ekonomik ve toplumsal kriz çıkar o ülkede.

Eveet, demek ki neymiş, İslamcıdan solcu olmaz, çünkü İslam’ın önerdiği ekonomik düzen, faiz eksiğiyle Kapitalizm’dir, onu da hile-i şeriye ile aşmışlardır, şu Katılım Bankalarının “kâr payı” dediğinin faiz olduğunu azıcık zekâsı olan herkes biliyor. 

1)  İşte o hadis: Medine’de fiyatlar pahalanmıştı. Halk; “Ey Allah’ın Resulu, bize narh koy” dediler. Resul-u Ekrem (asm) şöyle buyurdu: “Şüphe yok ki, fiyat tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah’tır. Ben sizden hiç kimsenin mal ve canına yapmış olduğum bir haksızlık sebebiyle hakkını benden ister olduğu halde, Rabbime kavuşmak istemem” (Ebû Dâvûd, Büyû’ 49; Tirmizî, Büyü’, 73; İbn Mâce, Ticârât, 27).

2)  https://sorularlaislamiyet.com/islamiyetin-ekonomi-sistemi-liberal-ekonomiye-benzer-mi-farkliliklari-nelerdir