Bayburt Postası - 13 Ekim 2009’da göçüp gitti Mustafa Ahıskalıoğlu bu dünyadan. Ahıskalıoğlu bu topraklarda doğan, bu topraklar için söyleyen, nihayetinde bu topraklarda huzur bulan bir değerdi. Bayburt onu daha çok Ahıska köklerinden geldiğini düşündüğüm hareketli türküleri ile tanıyor. Hani şu Türkiye’de söylemeyen kalmadı diyebileceğimiz “Kara basma iz olur / Güzellerde naz olur / Gündüz gelme gece gel / Eller duyar söz olur” veya “Kuşburnu pürlenir mi / Dibi süpürlenir mi / Bayburt'tan yar sevenin / Yakası kirlenir mi..”

Mustafa Ahıskalıoğlu’nun bir de hüzünden beslenen ya da hakim güce, sisteme itiraz eden türküleri var. Bunlardan biri bir şehit için yakılmış ağıt: ‘Hep esirler geldi ana / Benim babam gelmedi’ diye başlıyor. Mustafa Ahıskalıoğlu içli bir insandı, bu türküyü gözyaşı dökmeden söyleyemedi. Bu türkü için iki kez stüdyoya girdi, ikisinden de ağlayarak çıktı. Ve bugün türküye ait kayıtlara kulak kesilen dikkatli dinleyiciler, bu içli nağmenin içine sızan hıçkırıkları duyabilir. 

Bir başka türküsünde devletin o resmi yönüne göndermeler yapıyordu. ‘Hastane önünde incir ağacı / Baştabip geliyor zehirden acı’ söyleşine benzer bir deyişle Ahıskalıoğlu, ‘Hükümetin kapıları burmalı / Müstentiği martin ile vurmalı’ diyordu.

Müzikten para kazanılmayan, daha doğrusu müzikten kazanılan paranın ayıp sayıldığı bir dönemde yetişti Mustafa Ahıskalıoğlu. Bu yüzden ömrü boyunca hep ön plana marangozluk mesleğini almıştı. O, Kürşat Okutmuş’un söyleyişiyle, ‘marangoz atölyesinden vakit buldukça mızrabına sarılan türkü gibi bir hikâyenin aktörüydü.”

Vefatının 13. yılında oğlu Naci Ahıskalıoğlu ile Mustafa Ahıskalıoğlu’nun hem marangoz ustalığını, hem Bayburt folkloruna emanet ettiği müzik geçmişini, türkülerini konuştuk. 

Röportaj: Murat Okutmuş

Mustafa Ahıskalıoğlu nasıl bir çevrede yetişti? 

1940 yılında Şeyhhayran mahallesinde doğdu. Babası kunduracı Ahmet Ahıskalıoğlu. Ayakkabı yapan biri. Annesi evde tezgâhında ehram dokuyan biri: Seyyare. Seyyare hanımın folklor yönü çok etkileyici. Masallar anlatan, türküler söyleyen bir anne. Mustafa Ahıskalıoğlu annesinden çok etkileniyor. Anne dedesi Ahmet Öksüzer ve dayıları marangoz. Babası ile dayılarının dükkânları arasında mekik dokuyan bir çocuk Mustafa Ahıskalıoğlu. Zamanla marangozluğa yöneliyor. 10 yaşında iken evde kendisine tezgâh kuruyor. Kar küremek için aletler yapıyor, getirip çarşıda onları satıyor. Anne dedesi 1947’de Aşkale’ye göç ediyor. Mustafa Ahıskalıoğlu da ilkokulu bitirir bitirmez Aşkale’ye dedesi ve dayılarının yanına gidiyor. Dayıları ile yaşları yakın ve onlarla, onların etkisinde büyüyor. 

Çok küçük yaşlarda müzikle tanışıyor, bu tanışıklığın kökleri nerelere uzanıyor?

Dayıları ile marangozluğa başlıyor. Dayısı Yusuf ve Hüseyin Öksüzer iyi birer marangoz, bağlama da çalıyorlar. Yusuf ve Hüseyin dayısı zamanla iyi birer bağlama ustası oluyorlar. Hatta dayısı Hüseyin Öksüzer’in ünlü sanatçı Arif Sağ’a bağlama konusunda eğitim verdiği bilinir. Mustafa Ahıskalıoğlu hem marangozluğunu ilerletiyor, hem de bağlama çalmasını öğreniyor dayılarından. 

Bayburt’ta uzun yıllar sahne aldı, Bayburt folkloruna çok önemli hizmetleri oldu. Müzik çevresi ile tanışmasına gelelim… 

Bir zaman sonra Yusuf dayısı ile birlikte Aşkale’den Bayburt’a dönüyorlar. 1954 yılının başı. Dayısı 24, kendi 14 yaşında. Ortak bir marangoz atölyesi açıyorlar. Bayburt’a döndüğü yıl atölyede kendine bir saz yapıyor. Sazını yaptığı günlerin birinde Bayburt’un o yıllarda kurtuluş törenlerinde sahneye çıkan meşhur adamlarının yanına gidip aralarına girmek istediğini söylüyor. Ekibin başı Yusuf Kırıcı. Sazının akordunu da ona yaptırıyor. Kırıcı, saz çaldırıyor, deniyor ve ‘gel ekibe katıl, çalışmalara başla’ diyor. O dönem sahneye çıkanlar kendisinden 10 yaş daha büyük isimler. Abdurrahman Kayseri bunlardan biri. 21 Şubat 1954 günü ilk kez sahneye çıkıyor. Ekip halinde Bayburt türkülerini söylüyorlar. 

Marangozluk mesleği ile devam eden müzik hayatı başlamış oluyor?

1956 yılında dayısında ayrılarak kendi marangozhanesini kuruyor. Şuanda Kodanoğlu ailesine ait 3 katlı ahşap binanın Marangozlar Caddesine bakan yüzündeki dükkân. Orada iki kapı var, biri Kurtuluş Lokaline, diğeri babamın marangozhanesine açılır. 

(Mustafa Ahıskalıoğlu'nun 1956 yılında faaliyete başladığı Marangoz atölyesine açılan kapı, yandaki kapı ise zamanın Kurtuluş Lokaline çıkıyor..)

Çok küçük yaşta başlayan bir iş hayatı, babası kunduracı, bir gereklilik de yok ortada aslında, bu durumu nasıl açıklardı?

1960 yılında Marangozlar caddesindeki atölyesini açtıktan sonra babası kunduracılığı bırakıyor. Fakat 16 yaşında ve yaşının küçük oluşu, kimi müşterilerince dikkate alınmamasına neden oluyor. Emekli olan babası marangozhaneye gelmeyince Ulu Cami’nin karşısındaki kahvede kalmasını sağlıyor. Atölyeye gelen müşterilerden çırak muamelesi gördüklerine, ‘ustayı çağırıp geleyim’ diyor ve kahveden babasını çağırıyor. Babasına yolda ‘şu aleti yaptıracaklar, şu fiyatı ver’ diye tembihlerde bulunuyor. Bunu yapmasa çoğu müşterisi çocuk diyerek iş vermiyor. Bu arada çok yetenekli ve çok güzel işler çıkarıyor. Dedem Ahmet Ahıskalıoğlu hiç anlamadığı bir meslekte böylelikle ‘çok iyi bir usta’ diye anılmaya başlıyor. 

Dernek çalışmalarının içine giriyor demiştik. Sahne hayatı nasıl devam ediyor?

Mesleği marangoz ustalığı. Bunu yapmak zorunda, dedem işi bırakmış. Evin nüfusu ona bakıyor. İşinden kalan zamanlarda da folklor çalışmalarını sürdürüyor. 1954 yılında başlıyor, 1973 yılına kadar sahnelere çıkıyor. 1973 yılında Adalet Partisi’nden Belediye Meclis Üyesi seçilince sahnelere veda ediyor ve Bayburt’tan İstanbul’a göç edeceği 1978 yılına kadar sadece ekipleri çalıştırıyor.  

Bağlama ile ilgili herhangi bir profesyonel destek almış mıydı?

Bir kurs filan görmedi fakat Abdurrahman Kayseri askerde bir TRT sanatçısı ile tanışıyor ve bağlamasını geliştiriyor. Askerden dönüşte ise öğrendiklerini babama öğretiyor. Babam yetenekli biri ve sürekli çalışarak üstüne koyuyor. Onu tanıyanlar zamanının en iyi saz çalanı diye tarif ediyor. 

Bu sırada dernek kuruculuğu da var diye biliyorum. 

Evet, Bayburt Folklor Derneği’nin kurucularından, fakat bir zaman sonra orada uyuşmazlık oluyor ve ayrılıp Abdurrahman Kayseri ile Bayburt Turizm Derneği’nde yoluna devam ediyor. Dernek Başkanı Osman Okutmuş. Osman Okutmuş dernekçilikte önemli bir isim. Babam, ‘Osman ağabeyi bize öncülük et’ diyor ve Osman Okutmuş’un başkanlığında bu dernek kuruluyor.

Bu yaptığı tüm görevlerden bir maddi kazancı var mı?

Hayır. Dernek işlerini bilirsiniz, bunun üzerine bir de aşırı bağlılar memleketlerine. Yani memleket adına yapılan etkinlikler bunlar. Bir de o dönemler Bayburt ilçe, vilayetlik arzusu var. O dönem insanlarının tamamında bir yarış var. Bayburt’u iyi temsil etmek ve adını her yere duyurmak. 

Derneğin sadece müzik kısmıyla mı ilgili?

Müziğin yanı sıra tiyatro ekibini denetlerdi, Bayburt barlarını çok iyi bilirdi. Bar ekibine bağlama ile son provasını aldırıyor. Derneğin hocası ama aslında her şeyi. Zeki Şipal diyor ki: ‘Mustafa abinin atölyesine gidip geliyoruz. Kardeşi Bekir’le sınıf arkadaşıydım. Ben de saz yaptım, akordunu, perdelerini düzenledi. Bizi Bayburt ekibine aldı, birçok insan yetiştirmiştir. 21 Şubat’a çıkmak hevesiyle derneğe bir giderdik ki, Mustafa abi derneği silmiş, süpürmüş, sandalyeleri dizmiş bizi bekliyor. Alçak gönüllü biriydi ve işinde çok titiz. Bize TRT disiplininde çalıştırırdı. İşimiz hep ciddiydi. Onun yanında bu böyle olmalıydı’. 

Mustafa Ahıskalıoğlu, çok da yardımsever, Osman Saka, marangozluğu ile ilgili, ‘Mustafa abi hafta sonları çıkar caddedeki tüm marangozların makinelerinin arızalarını yapardı. Bıçak ayarlarını yapar, şeritlerini bilerdi. Bu tür işlerden hiç para almazdı’ diyor.

Gelelim türkülerine, toplamda 25 türküsü olduğunu biliyoruz, ilk türküsü hangisi?

İlk yazdığı türkü ‘Mendilinde Kar Getir’. 1962 yılında yazıp, besteliyor. TRT İstanbul Radyosu’na veriyor. Bir sevda türküsü bu. Orhan Hakalmaz albümüne almıştı.

Peki Mustafa Ahıskalıoğlu’nu en çok bildiğimiz ‘Kara Basma İz Olur’ türküsü.. 

1963 yılında ‘Kara Basma İz Olur’ üzerine çalışıyor. Erzurum’a marangozhaneye malzeme almaya gidince sazı ile gidiyor. TRT Erzurum Radyosu’nda program yapıyor. Bir iki kez başka sözlerle götürüyor almıyorlar, TRT’nin söylemi şu ‘sen bunu birinden duyup getirip kaynak kişi olarak verebilirsin’. Babamın derdi ise, Bayburt adına kayıt altına alınsın. Aynı yıl yine bir Erzurum gezisinde işlerini hallediyor. Otelde kalırken kar yağıyor ve karlar üzerinde yürüyen kedi görüyor. Kedinin kardaki ayak izlerinden ilham alarak 20 dakikada sözlerini yazıyor. Götürüyor eseri çok beğeniyorlar. Kaynak kişi Mustafa Ahıskalıoğlu diye alıyorlar. Erzurum’dan Ankara’ya, oradan İstanbul’a ve sonuçta söylemeyen kalmıyor. İbrahim Tatlıses’ten tutun da halk müziği ile ilgili herkes. 

Bu türkünün bestesi ile ilgili bir mücadeleniz oldu, bundan da bahseder misiniz?

Evet sözleri de bestesi çok beğenildi. Kışlalardan, stadyumlardan tutun da ‘Recep Tayip Erdoğan’ sloganlarına kadar. Son olarak sanatçı Altay ‘Kıskananlar Çatlasın’ parçasında bestesini kullanınca, buna itiraz ettik. O dönem Kanal D’den Kürşat Okutmuş, Anadolu Ajansı’ndan Yasin Aras ve bir de Milliyet Gazetesi üç ayrı haber yaptı. En sonunda sanatçı Altay, ‘bu beste Mustafa Ahıskalıoğlu’na aittir’ dedi ve özür diledi. Babam da konuyu kapattı. Pepsi, Cola içecek firmaları ramazan ayındaki reklamlarında kullandı. Cem Yılmaz’ın oynadığı ‘Doritos’ reklamı yine öyle. Hiçbirinden bir kuruş para almadı. Para gibi bir derdi hiç olmadı. Bugüne kadar hiçbir türküsünden para kazanmadı. Bana da vasiyeti o yönde. İki sene önce ‘Sen Anlat Karadeniz’ dizisinden arandım. ‘Ramazan Davulu’ türküsünü istediler. Fiyat sordular, para talep etmedim. ‘Babamın beklentisi olmadı, benim de olmaz, o da böyle istiyordu’ dedim. 

Peki diğer türkülerinin tamamı kayıtlı mı?

1960’lardan 70’lere kadar çok üretken. Bu dönemde yazığı 24 türküyü de sunmuş TRT’ye. TRT’de 6 eseri kayıtlı. Bunlar Kara Basma İz Olur, Mendilimde Kar Getir, Küp Dibinde Pastırma, Koçları Vurdum Dereye, Kuşburnu Derde Derman, Ben Sana Kurban. Diğerleri ise MESAM’da kayıtlı. 

Hikâyeli türküleri var mutlaka bunların bazılarını rahmetli babanız yazdı. Babanızın yazmadığı, sizin bildiğiniz bir türkü hikâyesi var mı?

Var tabii, bir kısmını yazdı dediğiniz gibi. Benim bildiğim ‘Oy Nidem’ türküsü. Bir gün atölyede akşamdan çalıp söylüyorlar. Kış ayları, soba yanıyor. Muhabbeti bozacak insanları da aralarına almıyorlar. Bu sırada güm güm güm diye kapı çalınıyor. Kapıyı açıyorlar, ensaftan biri içeri apar topar dalıyor. ‘Oy ben neydem, ben nere gidem, hepenklerimi gırmışlar, tükanımı soymuşlar, oy ben nere gidem’ diye feryat ediyor. Babam buradan melodisini alıyor. Orada hemen müziğini yapıp, sözlerini ekliyor. 

Bayburt türküleri açısından hassasiyetini iyi biliyorum. 2009 yılından vefatından 15 gün önce evinde ziyaret ettiğimde ‘Türkülerimize sahip çıkın’ diyordu. O gün haberde yapmıştık. Neydi kaygıları, bununla ilgili yaşanmışlıklar mı vardı?

Yanı başında TRT Erzurum Radyosu var. Onlarla çok kavga ettiğini biliyorum. ‘Mustafacığım ne ferheder, ha siz, ha biz’ dermişler. Babam her seferinde müdahale eder, yanlışlıkları düzeltirdi. Fatih Kısaparmak ‘Al Çuha Mavi Çuha’ türküsünü ‘Harput Ağası Benim Ağam’ diye söylemişti. O dönemin İstanbul Bayburt Kültür Derneği ve TRT’ye sitemlerde bulunmuştu. Tabii bu gibi durumlarda kasete söylenince mahkemelik yönü açık oluyordu. Türkü sahiplerine ve varislerine haber veriyordu. Bir koruyuculuk ama tüm Bayburt türküleri için bu, sadece kendi türküleri için değil. 

Evet ‘Al Çuha Mavi Çuha’ Zakir Peksert adına kayıtlı bir Bayburt türküsü. 

Zakir Peksert demişken, bir gün sabahın erken saatlerinde babam atölyede, Kemani Zakir Peksert geliyor. ‘Mustafa hele gel’ diyip elindeki mektubu uzatıyor. Ankara’dan bir dost yazmış. Mektupta, ‘Nida Tüfekçi senin türküyü üzerine almış, haberin olsun’ deniyor. Bahsedilen türkü ‘Ey Gül Dalı’. Babam da tutup Nida Tüfekçi’ye sitem dolu bir mektup yazıyor. Özetle, ‘Bayburt’un türküsünü nasıl üstüne alırsın’ diye. Bir zaman sonra mektubun cevabı geliyor. Nida Tüfekçi, ‘Mustafa çok üzüldüm bu mektuba, ben öyle bir şey yapar mıyım? Bu Zakir Peksert adına kayıtlıdır. Nasıl böyle bir şeye inanırsınız’ diyor. Babam cevap yazıp özür diliyor ve mektubun içine Zakir Peksert’e konuyla ilgili gelen ilk mektubu da koyuyor ve ‘Bu mektuptan sonra sana o ifadeleri yazmıştım’ diyor. Konu tatlıya bağlanıyor. 

Biraz İstanbul yıllarından bahsedelim, Bayburt’tan neden göç ediyor?

O zaman bir furya var ve çok sevdiği arkadaşları Bayburt’tan göç ediyor. Çok yakın çevresi İstanbul’a gidiyor. 1976 yılında eski sanayi yerinin kurucuları arasında yer alıyor. 2 yıl sonra 1978 yılında İstanbul’a göç ediyor. Müteahhitlik dönemi var. Devalüasyonlar var. Sonrasında uzun yıllar marangoz ustalığı var.

İstanbul’da derneklerle içli dışlıdır diye tahmin ediyorum. Oradaki müzik yaşamı ile ilgili neler anlatırsınız?

Sahnelerden çekildiği dönemlerdi, orada derneklerle ilgili bir programı yok, dostlarını kırmayarak söyledikleri hariç. Derneklerde onu anlayışla karşılayabilecek adamlar da yok. Bizzat şahit olduğum olaylar var ama öncesinde çok incindiği bir hadise var. Yıl 1997. Arkadaşı yeni çıkan bir kitaptan bahsediyor. Atölyeye gittim. Babam Cağaloğlu’na gönderdi beni. ‘Bayburt Musikî Folkloru’ diye bir kitap çıkmış, yazarları Nail Tan ve Salih Turhan. Gittim kitabı getirdim. Elini masanın üstüne koydu, bir anda kıpkırmızı oldu. ‘Bu kadar emeğimiz boşa imiş. Keşke bu arkadaşlar ölümümü bekleyip mirasımıza öyle konsalardı’ dedi. O dönem bu yazarlar Bayburt’a gidiyor ve orada türkü derlemesi yapıyorlar. Babamın yukarıda anlattığım ‘Oy Nidem’ türküsü başta olmak üzere birçok türküsünde iki veya üç isim var. Biraz da alaya alarak dedi ki, ‘Bir getiri beklemedik de bari eserlerimizi çalmasalardı. Bak hele tek başlarına da yazamamışlar, üç kişi bir araya gelmiş bir türküyü yazabilmişler.’

Sonrasında neler yaptı, bu kitap hakkında bir işlem yaptı mı?

Hiçbir şey yapmadı. Ben işte bu olaydan sonra insanlarda saygı kalmadığını iyice anladım ve o günün sonrasında Mustafa Ahıskalıoğlu’nun yapmadığını yapmaya başladım. Ses çıkardım diyelim. Hani etkinliklerde yeniden yer alması için girişimler yapıyordum.

Bu duruma tepkisi nasıl oldu?

‘Beni 60 yaşımdan sonra meşhur mu edeceksin? Otur oturduğun yerde’ diye çıkışıyordu ama açıkçası babamı dinlemedim. 

“Derneklerde onu anlayışla karşılayabilecek adamlar da yok” dediniz, bu kısmı biraz daha açar mısınız?

Ben girişimler yapmaya başladığım röportaj teklifleri geliyor. Babam da Bayburt’un ismi duyulsun diye Bayburt derneğini adres veriyor. İstese atölyede de verebilir. Bahçelievler derneğinde bir iki söyleşi yaptı. Bu ilgiden rahatsız olunmuş. Bize sormadan daha da dernekte röportaj vermesinler denilmiş. Güler misin, ağlar mısın durumundayız yani. Gazetecilerin gösterdiği ilgiyi bile kıskanırlardı.

Orhan Hakalmaz’la birlikte sahne aldığını biliyoruz..

Evet, orada da ilginç olaylar yaşanmıştır. 1998 yılında TRT Bayburt Valiliği’ni arayıp, babamı soruyor. Benim telefonum bulunarak veriliyor. Arandım, babamla görüştüler. Orhan Hakalmaz programına davet etti. TRT’de Bayburt Gecesi programı. Orhan Hakalmaz, ‘Abdurrahman Polattimur başkanımla gelirsiniz’ diyor. Babam derneğe gidiyor, ‘seni kim programa çağırdı’ diye çıkışanlar var. Abdurrahman Polattimur devreye giriyor: ‘Mustafa abi bizimle gelecek’ diyor. Programa gidiyorlar, bir köy derneği başkanı babamın isminin yazıldığı protokol sandalyesinden ismi yırtıp atmış, isim yerde ve oraya oturmuş. Babam görmüş, geçirmiş adam, onunla tartışacağı yok. Arkaya doğru yönelirken, program yapımcısı olayı görüyor, gelip köy dernek başkanına ‘kalk oradan’ diyor ve bu adama sahnede yere serilen kilimleri gösteriyor: ‘Git şimdi oraya otur’ diyor. Babama da özür dileyerek yerine davet ediyor. 

Yine bir başka Orhan Hakalmaz programı var. Babam gidiyor ki protokol doldurulmuş. Arkalara gidip oturuyor. Orhan Hakalmaz sahneye çıkıyor, babamı göremeyince ‘Mustafa Ahıskalıoğlu amcam göremiyorum seni, burada isen seni sahneye alayım’ diyor. Babam arkadan sahneye doğru yöneliyor. Orhan Hakalmaz elinden öpüyor ve oradakilere hitaben, ‘Mustafa Ahıskalıoğlu, Bayburt folkloruna, türkülerine emeği olan biridir.. Makam mevki sahibi olabilirsiniz, çok zengin de olabilirsiniz. Şunu iyi bilin ki Mustafa amcanın eserlerini 500 yıl da geçse dinleyeceksiniz. O ölümsüz eserler bıraktı Bayburt için’ dedi. O programda ‘Kara Basma İz Olur’ ile ‘Ne Alına Ne Şalına Ben Sana Geldim’ türkülerini söylediler.

Derneklerde hiç program yaptı mı?

Bir keresinde Aşık Süphani İstanbul’a geldi. Bahçelievler derneğinde program var, gittik. Oradan birileri babama çık Aşık Süphani ile atış dediler. Yani tam komedi. Bu adamların aşıklık nedir, türkü söylemek nedir, bunlardan da haberi yok. Malzeme bu sizin anlayacağınız. Orada babam, birkaç dostunun isteği üzerine ‘Deli Kız’ türküsünü söyleyip, oyununu oynadığını hatırlarım. Babamın orta oyunu becerisi de vardı. Deli Kız oyununu oynuyor, içeri giremeyenler, camlara yapışmışlar, ellerini gözlerini siper etmiş heyecanla takip ediyorlar. Dün gibi gözümün önünde. 

(Mustafa Ahıskalıoğlu Bahçelievler'deki Bayburt derneğinde Deli Kız oyununu sergilerken..)

'Görgüsüzlük' hayatın sıradan bir parçası oldu maalesef.. Günümüzde de haddini bilmeyen insanların, 'çapsızlığı kutsama' törenlerine tanık oluyoruz. Peki bu incitici tavırlar, bir sanatçıyı ne yönde etkiledi?

Şöyle bir şey söyleyebilirim. Babam 25 türküsünü günyüzüne çıkardı. Ben şunu çok iyi biliyorum. Bir o kadar türküsü daha vardı, piyasaya sürmediği. Bu tavırlar buna sebep oldu bana göre. Aslında bunlar hep kayıtlıydı, yani ondan sonra ben bunları çıkarabilirdim fakat Şirinevler'de çok etkili bir sel oldu. Ve o atölyeyi inanılmaz bir şekilde su bastı. Her şeyimizi yitirdik. Sadece makineler değl, yüzlerce fotoğraf, müzik dosyaları filan, kurtaramadık.      

Deli Kız oyununundan bahsettiniz, kimden öğrenmiş, şimdilerde oynamaya çalışanları Mustafa amca gördü mü, gördü ise nasıl buluyordu? 

Gelenekten öğrenmiş. Şimdiye gelirsek ortada oyun yok ki yorum da olsun. Kanal 7’de Bayburt programı var. Salih Demir Baytar türküsünü söyledi. Babam Salih Demir’in sesini, yorumunu çok beğenirdi. Sonra Deli Kız oyunu sergilendi. Giysilerinden tutun, her hallerine çok kızdı. Sonra Bayburt Net’te ‘Memleket bu kadar rezil edilemezdi. Kültür bu kadar yozlaşmaz. Bilmiyorsanız gidin Yaşar Aker’e sorun’ diye bir yazı yazdı. Altına, ‘Amca sizin devriniz geçti, ne oynayanlar var, kıskanma’ diye bir seviyesiz yorum gelmişti. 

Müzik camiasında bir telif kazancı gerçeği var, bugüne kadar hiçbir maddi kazancı olmadı mı?

Bursa’dan bir havlu takımı. Bursa’da bir mahalli sanatçı babamın türküsünü okumak istedi. Ücret sordu. Babam ‘ne parası’ diyerek, evraklar hazırlayıp gönderdi. O adam babam vermemesine rağmen Bayburt’tan adresini edinmiş ve bir havlu takımı göndermişti. Bu konuda babamın vasiyeti de var dediğim gibi. Benden de Erzurumlu bir sanatçı istedi, izin verdim. Hatta MESAM’da biriken bir miktar var, açıkçası onu da alırsam bir öğrenciye veririm.” 

2009 yılındaki dönüş serüvenine de değinelim..

Ben Bayburt Belediyesi’nde çalışıyorum. Babam rahatsızlandı, İstanbul’a gittim. Doktora gösterdik. 1 ay ömür biçtiler. Apar topar Bayburt’a geleceğiz ama babamın durumu iyi değil, nasıl götürürüm diye hesap yapıyorum. Otobüsün arka beşliye uzatma planları yapıyorum. Beş kişi de biziz. 10 bilet alıp getireceğim. Benim ekonomik gücüm yok, 500 lira maaşla çalışıyorum, babam beni destekliyor. Babam da son zamanlarında iş yapamayınca durumu pek iyi değil. Bu sırada bağlamayı ve marangozluğu öğrendiği Yusuf Öksüzer dayısının oğlu Murat Öksüzer aradı. Sordu, durumu öğrendi ve ‘ben sizi almaya geliyorum’ dedi. Bunu hiçbir zaman unutamam. Dünyayı bana bağışladı diyebilirim. Kalktı, geldi, babama bir yatak yaptık ve rahat bir şekilde Bayburt’a getirdik. 25 gün yaşadı ve 69 yaşında hayatını kaybetti.

***

2009 yılında Bayburt’a geldiğinde babam Ragıp Okutmuş, ‘Ağa, Mustafa Ağabeyim hasta, geri dönmüş, gidip mutlaka gör, bir dinle onu, kıymetli bir dosttur’ diye tembihlerde bulunuyordu. O zaman dernekçilik yaptığımız arkadaşlarla bir araya geldik ve bir akşamüstü evinde ziyaret ettik. Dönüşte oturup, haberini yazmıştım. Bu haberden 15 gün sonra da Mustafa Ahıskalıoğlu’nu kaybetmiştik. O gün üstüne basa basa tekrarladıklarıyla bitirelim..

"Onlarca eserimiz, farklı yöreler tarafından kendi yörelerine mal edilmiş, mal edilmeye devam edilmektedir. Eserlerimiz sahiplenilmeli ve bu gibi yanlış davranışlara karşı gelinmelidir. Gerek Remzi Çavuldak'ın, gerek Zakir Peksert'in, gerekse diğerleri ve şahsımın olan türküler bizlere ait olmaktan çok memleketimiz Bayburt'a aittir. Bu nedenle Bayburt halkı ve Bayburtlu genç müzisyenler, bu türkülere sahip olmalıdır. Bugün varız, yarın yokuz."

(2009 yılında, vefatından 15 gün önce evinde ziyaret ettiğimiz günden...)