Bayburt Postası - Gazetemiz yazarı Gürbüzer'in 2023 yılı içerisinde yayımlanan dördüncü kitabı da Kitapyurdu Doğrudan Yayıncılık aracılığı ile okuyucu ile buluştu. 

488 sayfa hacimli kitap 12 bölüm altında kaleme alınan 69 ayrı makaleden oluşuyor. 

Yazar Gürbüzer kitabın önsöz yazısında şu ifadelere yer veriyor:

"Elinizdeki bu kitap içerik olarak kökü dışarıdaki ideolojilerin ileri sürdükleri tezler ile kendi ideologya örgü ağımız olan köklerimizle barışık tezlerimizi kapsamakta. Derken bu doğrultuda yıllar öncesinde Gündüz ve Bayburt Postası gazetelerinin yanı sıra Alperen ve Nizam-ı Âlem dergilerinde yazdığım makaleler pek çok okuyucunun dikkatini çekmiş olsa gerek ki tüm yayınlanan makalelerimin kitap haline gelmesini talep etmişlerdir. Ve bu noktada okuyucuların bu taleplerine kayıtsız kalmayıp beğenilerini umduğum bu yazıları Türk-İslam ülküsünü şiar edinmiş tüm gönüldaşlarımızın tefekküre, ilme davet için dikkatinize sunmaktayım. Kitap dikkatle incelendiğinde içerik olarak karşıt tezlerin yanı sıra Milli-İslamî-Sivil katılımcı bakışımızı ve aynı zamanda kökü mâzide âtî olma tutku heyecanımızı yansıtan bir eser olduğu görülecektir. Madem öyle, okuyacağınız bu kitapta kökü mâzide âtî olma yolunda göstereceğimiz gayret çabamız ve tutku heyecanımız satır aralarında kendini nasıl hissettiriyor bir görmüş olalım. Zira gayret bizden, tevfik Allah'tandır." (Selim Gürbüzer)

Ramazan Akbaş'ın üçüncü kitabı: ‘Geleceğin Tarihi Geçmişte Saklı’ Ramazan Akbaş'ın üçüncü kitabı: ‘Geleceğin Tarihi Geçmişte Saklı’

Kitap arka kapak yazısında ise şu ifadeler yer alıyor:

"Türkiye’de gün olmuyor ki birbiri ardı sıra bunalımlar hiç eksik olmasın. Baksanıza tüm dünyanın gözü kulağı hep bizim üzerimizdedir. Hiç kuşkusuz ülkemizde zaman zaman yaşadığımız bunalım-ların arka planında ekonomik, sosyal ve siyasi çıkmazların üstesinden gelememenin yanı sıra bir de bunun üstüne üstük küresel güçlerin ‘Yeni Dünya Düzeni’ maskesi altında sinsice önümüze koydukları kirli oyunların etkisi söz konusudur. Yine de bunalıma yol açan her ne etken olursa olsun hiç bir bahanenin arkasına sığınmaksızın tez elden maddi ve manevi kalkınmamızı gerçekleştirmemiz gerekir ki, yeniden dünyaya nizam veren adalet güneşi olabilelim.

Şu bir gerçek yaşanan bunalımlara ne komünizm, ne faşizm ne de kapitalizm çare olabilir. Bizim asıl yapmamız gereken Yahya Kemal’in deyişiyle “Kökü mâzide olan âti” olup çağlar üzerinden sıçramak çok mühimdir. Köksüzlük asla kabul edilemez. Mutlaka ruh köklerimizden beslenip Türkiye sevdası aşkıyla yanıp tutuşup dertli olmak gerekir ki Ferhat’ça dağları delip tüneller açabilelim, hakeza Fatih’in gemileri karadan yürüttüğü azim ve kararlılığı günümüzde de sürdürmek gerekir ki denizin altından Marmaray gibi daha nice raylı sistemler inşa edip her türden deniz altı taşıtları yürütebilelim.

Evet, tüm beşeri ideolojilerin ortak paydası insanı temel değer görmemeleridir. Yani insana bakışları kölece olmasıdır. Asıl sıkıntı kaynakları bu noktada düğümlü. Oysa insanı merkeze almayan ideolojiler er geç yıkılmaya mahkumdurlar. Şu iyi bilinmeli ki; insan her ne kadar ete kemiğe bürünse de onu maddi varlık olarak görmek akla ziyan bakış açısıdır. Dahası evrimcilerin tam da arzuladıkları tüm insanlığı hayvan mertebesine indirgeyen bir bakış açısıdır bu. Bizim bakışımız da insanı Eşref-i mahlûkat gören Müberra dinimizin öğretileri esastır. Nitekim Müslümanlar olarak inancımız gereği ilk insan Âdem (a.s)’den bu güne insanı hep Allah’ın mukaddes emaneti olarak görmüşüzdür. Evrimciler gibi insanı maymun bir mahlûkat olarak görmedik, görmeyiz de.

Hiç şüphe yoktur ki bizim medeniyetimizde insan ne köle ne meta ne de makinedir. Bizim dışımızdaki köksüz akımlarda ne yazık ki insan bir meta, bir ırgat, bir makine ya da makineleştirilmiş bir proletarya olarak muamele görmekte. Nitekim Bolşevikler ihtilalle iktidara geldiklerinde, gelen gideni aratır misali çarlığa da rahmet okutturacak derecede kitleleri canından bezdirir hale getirdiler. Peki, kitleleri totaliter uygulamalarla canından bezdirdiler de ne oldu, totaliter rejimlerini ancak yetmiş yıl sürdürebildiler. Kapitalistle ise malumunuz “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” mantığından hareketle kitleleri tüketim çılgınlığına sürükleyen akımın öncüleri olmuşlardır hep. Oysaki yürütülen ekonomik politikalar serbest piyasa ekonomisi kuralları çerçevesinde yürütüldüğünde şayet ortada devletin hakemliği yoksa haksız rekabetin oluşacağı bir sömürü düzen içerisinde kitlelerin patronların insafına terk edileceği muhakkak. İşte bu noktada illaki haksız rekabet ve tekelci oluşumlara geçit vermemek için devletin babacan hakemliğine ihtiyaç vardır. Dikkat edin devlete 'hakem' rolü biçtik, 'hâkim' rol değil. Çünkü bizim cihanşümul devlet kodlarımızda 'hâkim devlet değil, hakem ve hadim devlet' anlayışı egemendir. Ve bu egemen anlayış hem devletçi, hem bireyin haklarını gözeten, hem toplumcu, hem de girişimci yönü olan bir yönetim anlayışıdır. Nitekim Milli-İslami ve katılımcı modelimizde her türlü ayırımcılığa körükleyecek belli bir zümrenin çıkarlarını gözeten modellere asla yer yoktur. Bilakis savunduğumuz modelde işçi, memur, köylü, bürokrat, teknokrat ve işveren ayırımı yapmaksızın hepsinin çıkarların bir bütün olarak gözeten anlayışa yer vardır. Üstelik İslam’da ekonomik faaliyetler 'gaye' değil vasıtadır. Bu nedenledir ki bizim için ekmeğimizi kardeşçe bölüşebilecek bir manevi iklim oluşturup Ensar’ca bütünleşmek esastır. Madem öyle, neydik edip komünizm, kapitalizm, faşizm gibi tüm ideolojilerin dışında çözümler üretmek derdimiz olmalıdır. Unutmayalım ki insanı dışlayan kökü dışarıda ideolojiler ne zaman yaralarımıza merhem oldular ki şimdi de merhem olabilsinler."

Selim Gübüzer'in "Masonlar, Marksistler, Kapitalistler ve Biz" adlı eserini temin etmek için tıklayınız..