Türkiye’de hem kurumlar arasında hem de çeşitli gruplar arasında toplumsal gelişmelerin gerisinde kalan bir gecikme yaşanıyor. Toplumsal değişmelerin gerisinde kalanlar, ya ‘her şey eskisi gibi olsun’ diye tepki gösteriyorlar ya da moda tabirle “eski ezberleri içinden” konuşmaya devam ediyorlar.
Anayasa Mahkemesi neyi temsil eder, neyi temsil etmektedir? Biçimsel olarak bakıldığında AYM’nin “hukuk devletinin bir kurumu” olduğu açıktır. Tıpkı yıllardır Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunun söylenmesi gibi... Bütün bu söylenenlerin gerçeği yansıtmadığı biliniyor. Türkiye’nin “hukuk devleti olmasının yolunun demokrasiden geçtiğini”, demokrasi olmadan hukuk devletinden bahsetmenin doğru olmadığını da ayrıca izah etmeye gerek yoktur sanırım. Önce devletin kurumsal düzeninin demokratikleşmesi ve buna paralel bir şekilde “devlet- toplum ilişkilerinin” demokrasinin ilkelerine uygun bir şekilde köklü bir değişime gitmesi gerekmektedir.
Yeni toplum eski zihniyet
Yıllardır her yıl periyodik olarak Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay veya Barolar Birliği toplantılarında hep aynı senaryonun sahneye konduğu görülmektedir: Seçilmişler, Başbakan düzeyinde devlet adına (burada hukuk devleti retoriğiyle örtülmüş olarak) konuşan kurum temsilcileri tarafından adeta sigaya çekilirler. Otomatik olarak, seçilmişler suçlanarak, ”aldığınız oyların bizim nazarımızda kıymet- i harbiyesi bulunmamaktadır” şeklinde bir hatırlatma yapılır ve şu soru sorulur: "Biz devletiz, siz kimsiniz?“
Bu açıdan bakıldıkça, AYM Başkanı’nın söyleminin hiçbir orijinal tarafı yoktur, "devlet-lü zümrenin” tarihsel iktidar pozisyonundan yapılan sıradan bir konuşmadır. Tek farkla ki, artık o tarihsel iktidarın dayandığı bütün temeller çökmüş, o söylem tarih dışına düşmüştür.
Bu durumda, ‘toplumsal yapı kökten bir değişim geçirirken bu kurumlar neden değişimin gerisinde kalmaktadırlar veya kurumlar tutucu karaktere sahiptirler diyelim insanlar değişimi neden fark edemiyorlar’ sorusunu nasıl cevaplamak gerekir? Kurumların, değişime dirençli yapılarının tarihsel sebeplerinden bahsedilebilir.
Kişilerin tavırları ise kurumsal yapıların kimlikleri ve kültürleriyle açıklanabilir. Bu kurumlarda yer alan şahıslar, kurumsal kültürü aşacak entelektüel-demokrat bir tavır geliştirmede sorun yaşıyorsa, onların davranışlarını kurumsal yapının belirlemesi kaçınılmaz bir durumdur.
Demokrat olmak zor mu?
İçinde bulunduğu ”kurumsal cemaati" aşacak entelektüel bir davranışın mevcudiyetinden bahsetmenin imkansız olduğu bürokratik geleneğin kurumlarında, kural olan “devlet ideolojisinin belirleyiciliğine” teslim olmaktır.
Meselenin gelip dayandığı yer devletin ideolojik karakteridir. AYM Başkanı’nın, Yargıtay veya Danıştay Başkanlarının bir örnek tutumlarının arkasında yatan temel düşünce ‘devletin halktan önemli olduğu, siyasetçinin devlet adamları karşısında haddini bilmesi gerektiği’ şeklindeki demokrasi öncesi zihin halidir.
Tanzimatçılardan, İttihatçılara; Kemalistlerden ulusalcılara kadar bütün “devletçi kadrolar” da görülen bu anlayış sağlıklı bir zihnin ürünü değildir.
AYM Başkanı’nın Başbakan Erdoğan karşısında yaptığı konuşma, yakışıksız üslubu bir tarafa, içeriğiyle de, bütünüyle siyaset kurumuna müdahale niteliği taşımaktadır. Söz konusu olan, toplumun siyaset etme hak ve özgürlüğü başta olmak üzere, “demokratik değerlere karşı bir zihniyetin” yansımasıdır. Demokratikleşme süreci ilerledikçe devletin içinden bu tür reaksiyoner tavırların gelmesi devam edebilir. Eski yapının, zihniyeti kolay değişmiyor.