Zemahşer Harezm’e bağlı bir ilim kasabası. Kendisi zaten bu kasaba da doğmuştur (Hicri 467- Miladi 1075). Harezm’e değer katan en önemli hususiyet her türlü fikrin serbestçe söylenilebilir olan bir mekâna ev sahipliği yapmasıdır. Öyle ki; camilerde bile fikri tartışmalar doruk noktaya ulaşmıştır. Zira Harezm halkının kimi âlimlerce yapılan özgürce tartışmalardan rahatsızlık duymayıp, bilakis memnuniyetle izlemeleri birçok kimseleri hayrete düşürmüştür.
Sanıldığının aksine özgür düşünce günümüze has bir olgu olmayıp, o devirlerden intikal eden kutlu bir mirastır. İşte böyle bir özgür ortamda Harezm halkı Zemahşerî gibi bir âlim çıkarmayı başaracaktır. Demek ki; özgür düşüncenin olduğu yerlerde nice beyin fırtınaların çıkması kaçınılmaz bir gerçek.
Zemahşer kasabasına nispetle veya orda doğması münasebetiyle ona Zemahşerî denilmiştir. Onun belki de en şanslı yanı meşhur Selçuklu veziri Nizamül Mülk döneminde yaşamış olmasıdır. Çünkü o devirler İslam âleminin ilim yönünden zirve yaptığı yıllardır. Malum olduğu üzere ilim basamağının müesseseleşmesi Nişabur’da Beyhekiyye medresesiyle başlamış, derken sırasıyla Beyhekiyye, Saidiyye, Nizamiye, Bağdat, Nisabur, İsfahan, Basra, Musul, Herat, Belh, Amid (Diyarbakır) medreseleri takip etmiştir. Zaten medreseler sevgi ve ışık ocaklarıdır, dolayısıyla nice insanlar buralarda nakış nakış işlenip insanlığa rehber olmuşlardır.
Anlaşılan Zemahşerî altın çağ diyebileceğimiz dönemde adından söz ettirmiş bir dehamız. Belli ki; ilk ilim mayası aileden gelmiş. Nitekim ilk eğitimini babasının yanında alıp Kur’an’ı hıfzetmiştir. Zemahşerî’nin küçük yaşlarda iken kimilerince damdan düşme, kimilerince de soğuktan donarak, ya da hayvandan düşerek bacağının kesildiği rivayet edilir. Hatta buna sebep teşkil eden etken unsurun bir kuşun ayağına ip bağlayarak sürükleyip ayağının telef olduğunu gören annesinin bedduasını almasıyla sakat kaldığı söylenir. Derken ayağı kangren olma kuşkusuyla kesilir de. O artık uzun örtüsü altında tahta bacaklıdır. Zira babasının onun oturarak iş yapmaya yönelik terzilik teklif ettiğinde, o bu teklifi kabul etmeyip ilmi tercih etmiş, böylece sakatlığının ilim öğrenmeye engel teşkil etmeyeceği mesajını vermiştir. 21 yaşına geldiğinde ilim uğruna Buhara’ya gitmiş ancak babası nedeni bilinmeyen bir olaydan ötürü mahpusa düşmüş ve mahpustayken vefat etmiştir. Buna rağmen babasının yokluğunda ilim yolunda dur durak demeden koşuşturmaya devam etmiştir. Hakeza ilim uğruna devrin birçok ehil âlimlerden ders almayı da ihmal etmez. Derken bunlarla da yetinmemiş ilim için doğup büyüdüğü topraklardan başka Buhara, Horasan ve Bağdat gibi ilim merkezlerine gitmiş ve oralarda ilmine derinlik katmıştır. O ilmi derinlik kazanmakla kalmamış Nizamiye Medresesi'nin şekillenmesinde de rol oynamıştır. Buralarda piştikten sonra ver elini Mekke’ye diyerekten ışığın doğduğu kaynağa yol alır. Hatta Mekke sayesinde Arap Yarımadasını yakından tanıma fırsatı bulup ufkunu daha da genişletmesini bilecektir. Buralarda bulunmasından dolayı kendisine Allame Carullah’da (Allah’ın komşusu) denmektedir. Hatta Arapçaya öyle vakıf olur ki; bir gün Ebû Kubeys dağından Araplara seslenip; “Atalarınızın dilini benden öğrenin” diyecek kadar kendine öz güveni olan bir dil üstadıdır. Uzun bir yolculuğun ardından içini sıla hasreti çektiğinde dönüş kararı verir. Tabii dönüşte Bağdat’a uğramayı da ihmal etmez, hatta burada derste okutur, en nihayet altmış altı yaşına geldiğinde Urgençe yerleşir. Vaktaki burada ömrünün geriye kalanını tamamlar.
Kendisinin sürekli ilimle iştigal etmesi evlenmeme nedenleri arasındadır. Bu yüzden pek çok eser yazmıştır. Dahası onun hayatında en göze çarpan özelliği itikat alanında Mu’tezile, fıkıh sahasında ise Hanefi düsturlarını metot edinmesidir. Her ne kadar kimi ehlisünnet âlimlerince bir dizi eleştiriye muhatap kalsa da Fahrettin Razı, Ebussuud Efendi, Muhammed Hamdi Yazır gibi nice ehlisünnet âlimlerince de övgüye mahzar olmuştur.
Velhasıl, o özgür ortamda yetişmiş, Harezmî’n Zemahşerî üstadı olmanın ötesinde 1144 tarihinde Cürcaniyye’de vefat eden tefsir, kelam, mantık, lügat belagat, fıkıh ilimlerinde kalemi güçlü ve aynı zamanda ardından elliye yakın eser bırakmış bilge şahsiyettir.
Nisan 2013