Almanya’da eğitimci olarak görev yaptığım yıllarda, bu ülkeye ekmek parası için Türkiye’nin dört bir yanından gelen insanlarımızı tanımak ve davranışlarını gözlemleme şansım oldu.
Çalıştığım Alman okulunun müdürü ile bir gün Türk çocuklarının eğitim sorunlarını konuşuyorduk. Bana dedi ki; “Bizim bu okuldaki sıkıntımız, az Almanca bildiği için derslerde başarısız olan Türk çocukları değil, bizim derdimiz, asosyal Alman ailelerin çocuklarıdır. Bu Almanlarda aile diye bir kavram kalmadı. Akşam anne bir meyhanede içer, baba başka bir meyhanede. Çocuklarla kimse ilgilenmez. Türklerin aile yapısına hayranım. Göreceksiniz Türk çocuklar Almancayı öğrendikten sonra okulun en iyileri olacak.”
Gerçekten de bir müddet sonra Türk çocukları okulun en başarılı öğrencileri oldu.
***
Berlin’de tanıdığımız bir Türk kadın; komşusu yaşlı, yatalak bir Alman kadına yıllardır hiçbir karşılık beklemeden bakmaktadır. Alman kadının ölümden korktuğunu söylemesi üzerine, Türk kadın şefkatle ilgilendiği kadının bu şekilde üzüntü çekmesine razı olmaz ve ona; “Korkma! Benim söylediğimi tekrarlar ve inanırsan sana bir şey olmaz’’ der. Kadına Kelime-i tevhidi söyler ve birlikte tekrar ederler.
***
X şehrinde jinekolog (kadın hastalıkları ve doğum uzmanı) olarak bir hastanede Türk doktor çalışmaktadır. Çevresinde sevilen, sayılan bir doktor olan X, bu ülkede okullara gitmiştir. Bütün millî ve dinî terbiyesini samimî Türk Müslüman’ı olan anne ve babasından almıştır. Yaptığımız görüşmede Doktor X, ellerine doğmuş bütün çocukların kulağına ezan okuduğunu söyledi. Çünkü o inanan Müslüman olarak; anne ve babaları hangi dinden olursa olsun, bütün çocukların Müslüman fıtratında dünyaya geldiğine inanıyordu.
***
Almanya’daki Türkler, bu ülkede başına bir kaza, hastalık, ölüm gelmiş Türk aileye hemen kol kanat gerdikleri gibi, Türkiye’deki kendi akraba ve yakınlarının maddî zorluklarında dişlerinden tırnaklarından artırdıkları ile yardımcı oldular.
Almanya’da yaşayan Türkler, burada kendi kültürlerini yaşatmak için aralarında dayanışma sağladılar. Hemen her şehirde, topladıkları paralarla camîler yaptılar. Bu camîlerde dinî ve millî hayatlarını sürdürdüler. Almanya’da bu şekilde yapılan Ditib camilerinin sayısı 2010 yılı itibariyle 800 civarındadır.
Almanya’daki Türkler, Türkiye’nin bir sente muhtaç olduğu yıllarda Türkiye’ye döviz yağdırmakla kalmadılar, vatanlarında meydana gelen bütün doğal felâketlerde; 1966 Varto depreminden, 1999 büyük Marmara depremine kadar hepsinde çok büyük paralar, eşyalar toplayıp insanlarımızın, vatanımızın dertlerine merhem olmaya çalıştılar.
***
Gurbetteki Türklerin belirgin özellikleri; dayanışma, yardımlaşma, vatan sevgisi, kuvvetli aile bağları ve samimi bir iman idi.
***
Biz Türkleri “biz’’ yapan, bizleri başka milletlerden ayıran bu özelliklerin nereden geldiğini düşündüm. Bana göre; Türk insanlarının bu özellikleri iki kaynaktan gelmektedir. Bunlardan birincisi; kültürümüzdür. Kültürümüzü; dinimiz, dilimiz, tarihimiz, gelenek ve göreneklerimiz, güzel sanatlarımız, ahlâk anlayışımız, soyumuz ve davranışları meydana getirmektedir.
Milletimizin özelliklerinin geldiği ikinci kaynak ise; vatanımızı kuran, geliştiren ve yücelten düşünce, sanat, yönetim, politika, askeri sahalarda yetişen büyük evlâtlarının Türk milletine etkileridir.
Milletimiz her devirde çok sayıda büyük adam yetiştirmiş, bu evlâtları Türk milleti için büyük işler yapmışlardır.
Bu yazıda anlatmaya çalışacağımız Yunus Emre, hiç şüphesiz Türk milletinin yetiştirdiği büyük adamların en başında gelir.
Yunus Emre kimdir?
Yunus Emre, Anadolu’daki Türk medeniyet ve kültürünün oluşmasına büyük katkıları olan, Anadolu’daki Türk edebiyatının ilk büyük şairidir.
Yunus Emre’nin hayatı
Onun hayatı hakkında bildiklerimiz efsâne ve menkıbelerden öteye geçmez. Ama şiirlerinden çok iyi bir öğrenim gördüğünü ve geniş bilgi sahibi olduğunu, uzun bir zaman toprakla uğraştıktan sonra Anadolu, Suriye, Azerbaycan ve Kafkasya içlerinde gezgin bir derviş olarak ülkeler dolaştığını öğreniyoruz. Yunus Emre, Anadolu insanın başı üstünde tuttuğu bir kişilik olduğu için yurdumuzun 14 yerinde ona ait olduğu söylenen türbe ve mezar vardır.
Yunus Emre ve kültürümüz
Atalarımız 1071 yılında Malazgirt Savaşı ile aldıkları Anadolu topraklarında bir gaziler ordusu halinde dövüşüp, bir şehitler ordusu halinde ölerek, bize cennet gibi bir vatan bıraktılar.
Türkler, 11.yüzyılda Türkistan’dan, Anadolu ve Orta Doğu’ya gelip buralara hâkim olduğunda, eski ve köklü medeniyetlere sahip; Arapça, Farsça ve Yunanca konuşan halklar buldular. Türkler bu ülkelerde kılıç kuvveti yanında kültür bakımından da üstün olmak zorundaydı.13.yüzyıla kadar Türkistan’dan yapılan göçlerle Anadolu’da halk çoğunluğu Türklere geçince, Türk milleti kendi dilini konuşmaya ve yazmaya başladı. Bu tarihten itibaren Türkçenin yerini başka bir dil almadı. Türkçeyi Türkiye tarihinde ilk defa en iyi kullanan Yunus Emre oldu. Yunus Emre kendinden sonra gelen nice halk şairini etkiledi.
Türklük, Anadolu’da İslâm îmanı ve Türklük bilinci gibi iki temel üzerinde yükseldi. Türkler bu yeni vatandaki yaşama gücünü İslâm îmanı ve Türklük bilincinden aldı.
Atalarımız Türkiye’de ne yaptılarsa bu güce dayanarak yaptılar. Yunus Emre ve diğer Anadolu erenleri, İslâm îmanıyla Türk’ün yaşama ve inanma üslûbunu birleştirdi. Onlar Türk ruhuna derin bir Allah sevgisi ve o ölçüde büyük insan sevgisi ilettiler.
Yunus Emre ve onun yolundan gidenler gönüllerinde İslâm îmanından kaynaklanan Allah ve insan aşkını sâde ve güzel bir Türkçe ile şiir olarak yazıya döktüler. Bu şiirleri millî bir müzikle besteleyerek, İslâm inanışını, heyecanların dili olan müzikle ifade ettiler. İnançlarını, duygu ve düşüncelerini böylece daha etkili bir şekilde insanlara duyurdular. Bu îmana bağlı olarak mimarî yaratıcılıklarını vatanımızın her köşesinde yaptıkları camî, mescit, kümbet, türbe, medrese, imâret, kervansaray ve ev mimarîsinde gösterdiler. Bu mimarî eserlerinin içini hat ve tezhip gibi sanatlarla süslediler. Bütün bunlar, Yunus Emre’nin içinde olduğu tasavvuf hayatının Türk kültürüne büyük katkılarını gösteren örneklerdir.
Diyebiliriz ki; Yunus Emre Türk milletinin îman ve vicdan terbiyesinde olduğu kadar, Türk kültür ve sanatına da etki eden en önemli isimlerinden biridir.
Yunus Emre’nin felsefesi
Yunus’un felsefesinin temeli “Sevelim, sevilelim’’ dir.
O,‘’Ben gelmedim dava için- Benim işim sevi için’’ diyerek, basit kavgaları gülünç bulur. Onun hedefi Allah’ı, halkı ve insanları sevmektir. O,’’Yaradılmışı hoş gör, Yaradandan ötürü’’ mısraları ile Allah’ın yarattığı varlıkların hoşgörüye lâyık olduğunu ortaya koyar.
‘’Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan
Halka müderris olsa hakikate âsîdir.’’
Diyerek, milletlerin; mezhep, din, ırk ayrılığı yüzünden birbirini yediği bir devirde, 72 millete aynı gözle bakmayı dile getirir.
Yunus Emre ve tasavvuf
Yunus Emre bir tasavvuf şairidir. Tasavvuf ne demektir? Tasavvuf; insanın Allah’ın birliğinin zevkini bütün benliğinde hissederek kendi iç âleminin derinliklerine ve dış âlemin sırlarına ermek için takip ettiği düşünce ve hareket sistemidir.
Bir felsefe olmaktan yükselerek, bir iman seviyesine varan böyle bir yolun inanmışları, en büyük, en güzel sevgili Allah’ı kendi içlerinde bulmanın heyecanıyla yaşarlar. Bu heyecan, insanlara Allah’ın yarattığı her güzel şeyi ve bunların en güzeli olan her cinsten, her mezhepten, her insanı sevmek yolunda sonsuz olgunluk verir. Bu yolun inanmışları insanı, her insanda Allah’tan bir parça bulunduğuna inanarak severler.
Yunus Emre ve onu izleyenlerin bu hoşgörü öğretisine bütün Anadolu inandı. Avrupa, hümanizm adlı bir idealin peşinde koştu, fakat erişemedi. Bu konuşuldu, yazıldı, fakat hayata geçirilmedi. Bunu Türkler Anadolu’da gerçekleştirdi. Anadolu Türk’ünün hoşgörüsünü, insan sevgisini görmek isteyenler, Türk tarihine eğilsinler. Selçuklu, Osmanlı asırlarına baksınlar.
Bizans ve Arap tarihçileri, Haçlı Seferleri sırasında Türkiye Devleti’ne saldıran, şehirlerimizi yağmalayıp, yakıp yıkan, insanlarımızı, öldüren Haçlı orduları ile dövüşen askerlerimizin düşmanlarına insanca davrandığını yazıyor. Bu Haçlı vahşetine rağmen, Türkler Anadolu’daki Hıristiyanlara şefkat ve merhametlerini esirgemedi. Onlara bu derin ruh ve iman terbiyesini veren Yunus Emre ve diğer Anadolu erenleridir.
Yunus Emre’nin şiir dili
Yunus’un kullandığı dil, 13. ve 14.yüzyıl Türk halk dilinde yaşayan Türkçedir. Bu dil o kadar sade ve güzeldir ki, aradan 700 yıl geçmesine rağmen Türk milleti artan bir ilgi ve sevgi ile onu okumaktadır. Bu nedenle Yunus Emre, 700 yıldan beri en büyük şairimizdir.
Mal sahibi, mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan, mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan
Onun unutulmaz güzellikteki şiirleri her Türk evlâdının dudaklarında ve hafızasındadır. Onun şiirleri âhenk, anlam, mecaz, duygu ve düşünce zenginliği yüklüdür.
Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevlâm seni
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevlâm seni
Âhenk bakımından hiçbir özentisi olmadığı halde düşünce ve duyuşlarını olabilecek en güzel, en kısa deyişlerle söylemek sırrını bulmuştur.
Döğene elsiz gerek
Söğene disiz gerek
Derviş, gönülsüz gerek
Sen derviş olamazsın.
Bir kitap dolduracak derinlik ve genişliği olan fikirleri, basit bir çocuk tekerlemesi gibi kolaylıkla söylemek ancak Yunus’a vergidir
İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır?
Yunus Emre’nin şiirlerini incelediğimizde onun hayat görüşünün ana çizgilerini şöyle buluruz; Yunus, yoksulu zenginden, Müslüman’ı kâfirden ayırmaz.
Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil.
O, Allah diyarına sıla özlemi duyan, Allah’ı katıksız, samimi bir gönülle seven bir Hak aşığıdır.
Ben yürürüm yane yane
Aşk boyadı beni kane
Ne âkılem ne divane
Gel gör beni aşk neyledi
Yunus; “tasavvuf ruhunu kalıplardan çıkarıp hareket haline getiren ve hayatın içine karıştıran bir adam olduğu gibi, kelimelerden bir Süleymaniye kurmuş bir dil mimarıdır.’’
Sonuç
Vatanımızın kurulması ve millî kültürümüzün oluşturulması Yunus Emre gibi büyük şahsiyetlerin çabaları ile kazanıldı.
Yunus Emre, dünkü Türk toplumu için ‘’İslâm îmanını Türklük bilinci ile birleştirmesi, ayrıca aşk ve tasavvuf ahlâkı ile insanları sevgiyle birbirine bağlaması ‘’ yüzünden ne kadar önemliyse bugünkü Türk toplumu için belki daha önemlidir.
Çünkü günümüzde iman hayatımız yozlaşma, Türklük bilincimiz yok edilme tehdidi altındadır.
Türk toplumu gününü ve geleceğini kurtarma adına Yunus Emre’yi yeniden tanıma, yaşama ve yaşatma mutluluğuna ermelidir!
Kaynakça;
Ayverdi, Samiha, Abide Şahsiyetler, Kültür Bakanlığı , İstanbul,1976 8
Banarlı. Nihat Sami, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, Devlet Kitapları, İstanbul.1987
Kabaklı, Ahmet, Türk Edebiyatı, Türk Edebiyatı Vakfı, İstanbul,1978
Yunus Emre’nin Şiirleri, Doğan Kardeş Yayınları, İstanbul,1972
Ocak 2011