Yetmişe doğru, yitmişe değil…

Abone Ol
14 Aralık 1948 tarihinde Bayburt’ta doğmuşum… Doğum günüm bugün… Bir hesaba göre 68, bir hesaba göre 69 oluyoruz… Bu yaşa gelmeyi başardık, yazgı ve Tanrı uygun görürse, “Yetmiş yaşım merhaba” diyeceğiz Aziz Nesin gibi… Yetmişe doğru gidiyorum ama yitmişe doğru değil, bunu asla kabul etmem yani o “Yaşı yetmiş işi bitmiş” sözünü reddediyorum şiddetle ve de hiddetle.

Yetmiş, yettiğim yetkinleştiğim bir yıl olacak… Yaşları aşmak, yaşlara yaş dökmemek, yaşıyla yaşamak uyumluca barışık, yaşıyla at başı koşabilmek ve genç düşünceler üretebilmektir amacım…

Kendi boşluğunda yörüngesiz, dönencesiz gidenlerden hiç olmadım, olmayacağım.

Yüreğimde heyecan var bolca, beklentilerim sabırsız, iletilerimin ardında çileli düşüncelerim, emeklerim, ülkesel ve ülküsel kaygılarım var.

Kaynak olma istencim var; ışık, aşk ve şıklık kaynağı, umut ve ivme kaynağı…

Yararlanmak yararlandırmak arasındadır koşularım. Deneyimlerim, birikimlerim, sentezlerim, çözümlerim, okumalarım ve yazmalarım çığır olsun istiyorum. 


Aykırıyım; aykırılıklarım arayışlarımdır, doğruyu bulma, dogmaların saltanatını sarsma, tabuları ve yobazlıkları yıkmayı yol ve erek edinmişimdir.

İz bırakmak, öldükten sonra da yaşamak uğruna yapıtlar vermişim kitap kitap… Köşe ve dergi yazılarım adam boyuna ulaştı, belki de aştı.

Alacağım hâlâ çok evrenden, insandan, kitaptan, eserden, sözden… Alacağım ve işledikten sonra vereceğim bunları cümle âleme. Bu dünya beni unutmamalı,

Çocukluk yıllarımda demişti ki bir kız arkadaşım çocukça “Yolculuk sırasında hoşuna giden yerlerden geçince ‘izim kalsın’ de, oradan gene geçersin”. Çocukluk işte, ben de aklım kesinceye dek bunu çok çok dedim. O yollarda izim kaldı mı, bilmiyorum ama hayat ve edebiyat yollarında izimin kalmasını çok istiyorum.

Simge olabilir miyim, imge kurabilir miyim, örnek gösterilebilir miyim, iletilerim etki yaratabilir mi? Bunların zorunda ve derdindeyim…

Çirkin, kötü, yanlış, saplantı, yüzeysellik… Sevmediklerim, saymadıklarım, yanıma yöreme koymadıklarımdır.

Dilime de, parmağıma da, kalemime de doluyorum bunları, dolayacağım.

Sordum, yordum, kurdum, gerekirse kırdım ama hiç durmadım, durmayacağım…

Yüzüm var ne mutlu ki, sözüm var ne iyi ki, gözüm var doygun, töz’üm var bozmadığım, işlediğim çözümlerim var özgün, özüne özgü, ben damgalı…

Sevgim artıyor yaşımla birlikte, katlanarak. Doğayı, doğalı seviyorum. Her gün başka güzellikler, güzeller buluyorum, görüyorum; bu beni mutlandırıyor ama hayıflandırıyor da, eski yıllarda neden görememişim diye. 

Merhametim, cesaretim ve dirayetim de arttı yaşıma koşut olarak; tutkularım arındı, sivriliklerim törpülendi, heveslerim daha seçici oldu ve bütün bunlar benim övüncüm oldu.

Tanrı’ya, dinlerden bağımsız bir Tanrı’ya, daha yakın duyumsuyorum kendimi; Tanrı’ya, tarihe, aşka, Türklüğe, hukuka, edebiyata, sanata, bilime inanıyorum ve güveniyorum. Atatürk’le doluyorum her geçen yılla, onu yeniden yeniden keşfediyorum, bu beni mutlu, güçlü, yılmaz, bilgili, ufuklu kılıyor. Sesimi ve yazılarımı ulaştırabildiğim herkese de bunu telkin ediyorum. Ahlak bu yolda bence, mutluluk, yücelik, doğruluk, gelişme, güzellik, hak ve eşitlik bu yolda bence…

Tekliği öğrendim, tekliğe alıştım, kalabalıklar içinde ve yakınlarım arasında bile tek yaşamayı becerdim, tek başarmayı, tek durmayı, tek durarak dik durmayı öğrendim. Bana tekliğinden bahşeden Tanrı’ma bağlılığım pekişti.

Astlık ve üstlük yoktur dostluklarımda, vefa ararım o kadar…

Küskünlük, kırgınlık, dargınlık ve bungunluk… Bunlarsız olunamayacağını bunlardan öğrendim, sık sık olmasa da bir araya geliyoruz yine bunlarla…

Ve çılgınlık… Bu yaşa yakıştıramazlar insanların çoğu… Çılgınlığı edilmesi gerekli yerlerde ettik, edeceğiz.

Yaşımıza uygun serüvenlere açığız, çılgınız bu anlamda. Yılgın mı olaydık? Asla!..

“İhtiyarlık, pirlik, ne güzel dirlik” derdi çocukluğumun bir masalı. İhtiyarlığın, pirliğin dirliği, çocuklar ve torunlardır, umutla baktığımız yarınlardır. Biz şimdilik bu dirliğe sahibiz, tek korkumuz sağlığımızdır, dikkatimiz sağlığımızadır, bağımlılığımız, eyvallahımız onadır. Şeker hastasıyız tam 34 yıldır, bu hastalık bize nefsine uymamayı, boğazını tutmayı, kilosuna dikkat etmeyi öğretti.  Spor zaten yapardık, şimdi de yapıyoruz kendimizce, yürüyoruz, sonra ufak ufak kültür-fizik, arada bir gölge boksu ve her gün mutlaka 15 adet şınav…

Ol hikâyet işte böyledir dostlar… Yaşıyoruz, üretiyoruz, bu da yetiyor bize, yaşatıyor bizi…