Yeni bir Türkiye yeni bir dünya
Bazılarının “Yeni Türkiye”den bahsedilmesinden hiç mi hiç haz etmediği hatta nefret ettikleri bile söylenebilir. Çünkü onlar, yeni Türkiye nitelemesinin sadece ve sadece politik bir adlandırma olduğunu düşünüp, bütünüyle karşıt politik bir söylemle buna itiraz etmeyi tercih etmektedirler.
Meseleyi “gündelik siyasi polemik” içinden anlamaya çalışanların, olayı bütün boyutlarıyla kavramasının imkansız olduğunu tahmin etmek zor olmasa da, bunların önemli bir kısmının aydın kategorisinde sayıldığını görmek düşündürücüdür.
Yeni Türkiye vurgusunun, ilk bakışta sadece “ülkenin ve toplumun değiştiğini” ifade ettiği doğrudur fakat bu değişimin dünyadan yalıtılmış bir biçimde, yalnızca Türkiye ile sınırlı olmadığını unutmamak gerekir. Öyle ki, Türkiye’nin toplumsal yapısı değişirken, yerleşim düzeninden hayat tarzlarına; eğitimden kültüre kadar bütün kurum ve ilişki tarzlarının bundan etkilendiğini, yenilendiğini altüst olduğunu görmek gerekir. Ülkelerin ve toplumların değişimi, içinde yaşadıkları siyasal coğrafyayla kurulan bütün bağlantıları değiştirdiği gibi, bu bölgesel ilişkilerde meydana gelen farklılaşmaların da ülkeye yansıması kaçınılmaz olacaktır.
Eski dünyada kalmak
Kısaca mesele şöyle özetlenebilir: Yeni Türkiye, sadece ülke ve toplumun değişmesiyle ortaya çıkan bir kavram, bu gelişmelerin eseri değil, dünyada yaşanan büyük bir değişim dalgasının içinde yaşadığımız coğrafyaya, bölgeye yansımalarının, karşılıklı etkileşimlerin sonucunda meydana gelen bir durumdur. O halde mesele “yeni Türkiye buysa eski Türkiye neresidir, siz orada ne yapıyordunuz?” türünden sorular sorarak veya bazı “olumsuzlukları”, bazı “sorunları” arka arkaya sıralayarak “yeni Türkiye buysa, biz eskisini istiyoruz alın yenisi sizin olsun” düzeyinde anlaşılacak bir konu değildir.
Peki, mesele nasıl anlaşılmalıdır. Önce şunun görülmesi gerekir, bugün yaşadığımız dünya yeni bir dünyadır ve Türkiye bu yeni dünyada yerini almak üzere büyük bir değişim yaşamaktadır. Dünyadaki değişimi, artık iyice şekillenmeye başlamıştır. Bundan birkaç yıl önce, bu değişimi “birilerinin oyunu” olarak açıklamaya çalışanlar, bugün hayal kırıklığı yaşadıklarını fark etmiyorsalar geleceğe dair söyleyecek hiçbir şeyleri olmaz.
Küreselleşme denilen süreç, ne birisinin arzusu üzerine ortaya çıkmıştır ne de birilerinin oyunudur. Dünyanın yaşadığı bu “değişim dalgası” ikinci savaştan, soğuk savaş sonuna kadar süren “dünya sistemini” sarstığı gibi, soğuk savaşın galipleri sayılabilecek ABD ve Avrupa’nın “tek kutuplu dünya sistemi kurma” arzularını da kısa sürede geçersiz kılmıştır.
Yeni Türkiye yeni bir dönem
Bu durumda,“küreselleşmeyi Batı’nın ABD’nin bir oyunu” olarak görmek süreci anlamamak demektir. Durumu vurgulayarak, belirgin hale getirmek için “küresel değişim dalgasının en çok ABD ve Avrupa’yı vuracağını” söylemek veya “Batı sisteminin hâkimiyetinin sonunu hazırladığını” ifade etmek fazla abartılı bir tahmin sayılmaz diye düşünürüm.
Batı’nın patronajındaki “dünya sistemi” hızla değişirken,“Asya’nın yükselişinden Doğu’nun ilerlemesinden” bahsetmek, bir arzuyu yansıtmak değil, yükselen bir trendi ortaya koymak, anlama çabası olarak görülmelidir. Burada sadece şunu belirtmekle yetinmek uygun olacaktır: Yeni Türkiye birincisi; toplumsal ilişkiler düzenini değiştirerek, ikincisi; üretim düzenini ve ekonominin yönetim anlayışını değiştirerek, üçüncüsü ise; devlet ve toplum arasındaki ilişkilerde radikal bir dönüşüm gerçekleştirip, demokrasisini kurumsallaştırarak küresel değişim dalgasının bölgemizdeki ve ülkemizdeki yansımalarına, ortaya konan sorunlara cevap verilince, meydana gelen bir değişimin neticesidir.
Evet, yeni bir Türkiye varsa, yeni bir dünyada yaşıyoruz demektir.