Yarın artık bugündür

Abone Ol


Toplumsal gelişmeyi doğru anlayıp doğru öngörüde bulunabiliyorsanız ‘yarın artık bugündür’ diyebilirsiniz. Son dönem Türk şiirinin şüphesiz birkaç büyük şairinden biri olan rahmetli Attila İlhan’ın şairliğinin dışında romancılığı ve düşünce adamı olarak yazdıklarıyla kültür hayatımızda önemli bir şahsiyetti.

Onun başta ‘Yalnızlar Rıhtımı’ olmak üzere birçok Yeşilçam filmine ismini yazdırdığını veya müstear imza attığını ilgili olanlar bilmektedir. Attila İlhan’ın bir dönem televizyon için yazdığı unutulmaz diziler vardır. “Kartallar yüksek uçar”, “Yarın artık bugündür” gibi çeşitli dizi filmler yayınlandıkları dönemlerde büyük ilgi uyandırmıştı. Her birinin adı bir şiir mısrası gibi aklımızda kaldığı gibi “yerli sinema, yerli yapım olur mu?” tartışması yapanlara da “nasıl olur, nasıl yapılır?”ın adeta cevabını vermişti.

Toplumsal değişimin zemini

Evet, yarın artık bugündür. Değişimin kaynağının harekete geçtiğini toplumsal dinamiklerin hızlandığını gördükten sonra tereddüte mahal yoktur. Toplumsal değişme artık rutin değişme ritminin dışına çıkmış, ‘yapısal bir boyut kazanmıştır’. Eski Türkiye – Yeni Türkiye meselesine de bu açıdan bakmak gerekir. Değişimin şartlarının ortaya çıktığı bir hazırlık veya harekete geçiş aşamasından sonra Eski Türkiye’nin çelişkileri ortaya çıkmıştır.

Toplumsal yapı değişmeye başlayıp yeni toplumsal sektörler, sınıflar, topluluklar, zümreler ve bireyler şekillenmeye başlayınca eski toplumsal aktörler ve eski ideolojik yapı içinden büyük bir tepki ve bir reaksiyon ortaya çıkmakta gecikmemiştir.

Değişimin toplumsaldan ekonomiye uzanan boyutlarında da durum farklı değildir. Yeni üreticiler, yeni girişimciler, şehirlerin büyümesiyle genişleyen iç pazarın gücüyle atılım yapan ve gelişme tutkusuyla kendini gösteren yeni kapitalist sınıflar tarih sahnesini doldurmaya başlamıştır. İç pazarın genişleme gücü şehirleşmeye dayanıyorsa dünya pazarlarının içeriye, yeni girişimcilere açılmasını sağlayan dalgalar da küreselleşme rüzgarının üzerinden gelmiştir. Özal’ın rolünü bu bağlamda değerlendirmek gerekir.

‘Endişeli statüko’

Ekonominin bu canlılığını varoşların büyüyen şehirlerin çeşitliliğini, toplumsal zenginliğini ‘ürkütücü bir değişim’ olarak algılayan Eski Türkiye’nin elitlerinin endişeli hali boşuna değildir. Ekonomiyi devlet ve devletçi kapitalistler ittifakıyla yönetilen bir sektör olmaktan çıkaracak olan bu yeni durum şüphesiz rekabetin, piyasanın canlandırıcı etkisine açık yeni bir ilişki biçiminin de yolunu açacaktır.

Bütün bu değişim alanlarında meydana gelen en köklü direnç ve muhalefet devletin iç yapısından gelmiştir. Değişimin karşısındaki tutucu unsurlar, Eski Türkiye koalisyonunun gücünün dayandığı iki esas bulunmaktadır: Birincisi devlet ve onun kurumsal-örgütsel boyutu, diğeri ise ideolojik anlayışıdır.

Kurumsal yapı içinden gelen tepkiler başta askeri bürokrasi olmak üzere bütün örgütsel unsurları mobilize etmiştir. İdeolojik tepkinin daha geniş bir alana yayıldığına ise şüphe yoktur. Toplum varoşlarından gelen toplumsal hareketliliği, siyasal katılım talebini yani demokratikleşme dinamizmini kendi elitist anlayışıyla reddeden gazete başyazarından Kemalizm’in bürokratik tutuculuğuna kadar devletin anti-demokratik yapısının devamını isteyen bütün unsurlar bu değişimin yarattığı çelişkilerin kaybedenleridir.

Kısaca şunu söyleyebiliriz, değişimin toplumsal aktörleri sahnededir, değişimi sürükleyen asıl güç onlardır ve Yeni Türkiye bu temel üzerinde yükselmektedir. Bunun karşısında yer alan devletin örgütsel, kurumsal ve ideoojik yapısıdır ve bu yapının ideolojik ortaklarının direncini kıran güç toplumun yarattığı yenilikler ve demokratikleşme talebidir. Bugün örgütsel varlık olarak devletin en uç noktası değişmektedir. Yarınki Türkiye bugün kurulmaktadır.