Yanirsan ola mığdat!

Abone Ol
Mığdat, Mikdat’ın Erzurumcası. Mığdat bugün bana din dersi vermeye kararlı:
-Cazim Gardaş, gursun farzı üçtür…
-Ne kursu Mığdat, Kur’an kursu mu?
-Yoh ola, gurs gurs, gurs ebdesi…
-Haa Gusül…
-He yavu…
-Tamam ben biliyorum guslün farzlarını…
-Ya sünnetler, onları da bilir misen?
-Bilirem…
-Hepsini bülsen, birini bülemezsen…
-Hangisini…
-Bah şimdi, üçer kere sağ ve sol omuzundan arhaya su tökirsen ya…
-Hee…
-Tamam işte o suyi tökerken, bunları diyecahsan: “Gursun gursun gurs üçün/Gursun farzı benim üçün/Benim pisligim su üçün/Suyun temizligi benim üçün”
-Allah Allah, hiç duymamıştım…
-Yaa… Bunu demezsen olmaz gardaş, ben böyüklerimden bele duymuşam…

Hazreti Mığdat’dan kursumuzu almıştık böylece.

Mığdat âşıktı o günlerde hem de sırılsıklam. Aşkını açamıyor sevdiğine, diyemiyor, “peşine dolanir” ancak.  Dolaylı yollardan da kendini göstermek istiyor. Geçenlerde bir gece arkadaşlarıyla çay bahçesine gitmişler. Gidiş sebepleri “Mığdat’ın kızı”. Kız da anası ve babası ile orada. Mığdat bir kâğıda istek olarak “Gülember sağar koyuni/Bene göstermez boyuni/Boyuna bosuna koyuna moyuna/Gülember gurban olim/Gülember bir baçik alim” türküsünü yazmış, götürüp sanatçıya verecek, Gülember’in olduğu masanın önünden de geçip mesajını verecek. Mığdat’ın puşt arkadaşları kâğıttan bir kuyruk yapıp Mığdat’ın arkasına tutturmuşlar, sonra da tutuşturmuşlar. Tam Gülember’in masasının önüne gelince Mığdat, bağırmışlar:
-Ola Mığdat yanirsan!
Mığdat’ın arkadan haberi yok, gözü kızdan başkasını görmüyor, bakmış ki kız da gülmekte, yanıt vermiş arkadaşlarına zevkle ve sevinçle:
-Tebi ki yanaram oğlum, gız sevirem!

Mığdat’ın bir de askerlik hatırası var, sık sık anlatır çavuşunun nasıl korkudan elinin ayağının titrediğini, kendisinin ateş ettiğini. O yıllarda açıkgözleri “candarma yazarlardı”, Mığdat da açıkgöz ya, onu da candarma yazmışlar. Çavuşuyla birlikte yolları bir gece yarısı bir Kürt köyüne düşmüş. Muhtarın evine gitmişler, muhtar, elinde bir fiske lambası ile bunları iç içe yedi sekiz odadan geçirip sonunda yer yatağı serili bir odaya sokmuş, “Allah rahatlık versin” deyip lambayı da alıp gitmiş, bunlar karanlıkta soyunup yatmışlar yer yatağına. Mığdat gece bir uyanmış ki kapının ağzında beyazlara bürünmüş biri diyor ki “Geldim geldim… Gell dim Gell dim!..” Hemen çavuşu dürtükleyip uyandırmış, ona da dinletmiş, çavuş çok korkmuş, “Mığdat, benim elim kolum titriyor, atsam da vuramam, sen al tüfeğini de oraya ateş et” demiş. Mığdat nişan alıp basmış tetiğe. “Foşşş” diye bir ses çıkmış, o beyazlık kaybolmuş. Birkaç dakika sonra ellerinde tutuşmuş çıralarla muhtar ve oğulları içeri dalmışlar “Hayrola ne oldu asker ağalar” diye sormuşlar. Mığdat anlatmış. Muhtar basmış kahkahayı. Meğer kapının yanında süzme yoğurt torbası asılıymış, altında da bir leğen, su damladıkça tıp tıp ses yapıyormuş, bizim Mığdat onu “Geldim geldim” diye tercüme ediyormuş.

Bir işi yoktu Mığdat’ın “Anam diyir ki, bizim oğlan it otarir” derdi gülerek. Evet bir iti vardı, adı Zallo’ydu. Zallo’suna gözü gibi bakardı Mığdat, ayaklarına masaj bile yapardı. “Bu it bene insanlardan daha ey Gardaş” derdi, Mığdat’ın tek isabetli sözü ve görüşü de buydu galiba.