Bayburt Postası - Bayburt Kalesi’nin eteklerinde oluşan yerleşim yerlerinin birinde, Ahmed-i Zencani mahallesinde dünyaya geldi. Ahmed-i Zencani mahallesi nüfus kayıtlarında bulunan fakat muhtarlığı olmayan bir mahalle. Mehmet Çelebi mahallesi içinde özgün ismi ile yaşayan küçük bir alandan ibaret.
Dedesi bitkilerden kumaş boyaları yaptığından, kanun çıkınca aileye ‘Boyacı’ soyadı verilmişti. Fakat babası ve amcaları şoförlük mesleğine merak salmıştı. Ömer Boyacı’nın da yolu baba mesleği ile kesişecek, çok uzun yıllarını direksiyon başında geçirecekti. Öyle ki Bayburt'ta şoförlük mesleğinde bugün saygıyla anılan bir iz bıraktı. Bayburt’un ulaşım tarihinin en usta ve en tedbirli şoförlerinden biri olarak anılıyor.
1941 yılında dünyaya geldi. Tüccar bir babanın oğluydu. Okul çağı geldiğinde zamanın İnönü ilkokuluna kaydı yapıldı.
“Sonradan ismi Şair Zihni İlkokulu diye değiştirilen okul. Benim okuduğum okul, şahane bir okuldu, iki katlı iki bloktan oluşuyordu. Ortası bahçe idi, bu bahçe ağaçlarla dolu idi. Yıktılar ve berbat ettiler. Eski okul hiç gözümün önünden gitmez” dese de okulun mimari kısmı ile ilgili bu düşüncüleri. Çünkü söylemesine göre okulla arası olmayan ya da olması için çaba sarf edilmeyen bir öğrenciydi.
“İlk öğretmenim Gümüşhaneli Ziya öğretmendi. İki gün gittim, kaçtım. Rahmetlik annem beni döverek okula götürdü. 1. sınıfta kaldım. Ertesi sene Fatma Çaylak isminde kadın öğretmenim oldu. Soru soruyor, postacı 6 mektup getirdi, 3’ünü verdim kaç kaldı? Deftere cevabı yazdım. “Tahtaya kalk orada söyle” dedi. Tahtaya kalktım ama söylemedim. Utangaçlık vardı. Beni epey dövdü. Yine söylemedim. Bu kez koca kadın sinirinden kolumu ısırdı. Bu gibi olaylar beni okuldan soğuttu. 3. sınıfa gelince haylaz bir öğrenci olup çıkmıştım. Bir keresinde Başöğretmen Şükrü Altan’ı okul dışında gördüğümde, çocukluk işte ona uzaktan mantar tabancası ile ateş etmiştim. Ertesi gün dayak yemiştim. Tayini çıkıp giderken yaptığı konuşmada, ‘okuldan gidişime iki kişi hariç herkes üzülür’ diyerek bana bakıyordu. Böyle böyle 4. sınıfı bitirdiğimde aradan tam 8 sene geçmişti. Yaşım büyük diye okul serüvenimi sonlandırdılar.”
Ropörtaj: Murat Okutmuş
1950’li yıllarda Yıldız Garajı’nın girişindeki babasının parçacı dükkanına gidip gelmeye başladı. Zaman zaman öyle sözler söyler, öyle işler başarırdı ki kelli felli adamlar şaşırır, bu çocuk ‘şoför olarak doğmuş’ derlerdi.
“Bizim bir kamyon var. Gittim ki dükkânın önünde şanzımanını söküp takıyorlar ama arızasını bulamıyorlar. Bayburt’un usta şoförleri başına toplanmış. Salim Dörtkol, Salim Ziyali de orada. Arızayı belli eden sesi dinliyor ve üzerine kafa yoruyorlar. Onları izliyorum. Bir vakit izledikten sonra ‘ben yaparım’ dedim. ‘Lan git işine’ diye bana çıkıştılar. Bir ara boşluk bulup, 16-17 anahtarı aldım ve işe giriştim. Marş dinamosunun iki bağlantısı var. Marş dinamosu gevşemiş, araba çalışınca dinamonun dişlisi takılıyor. Dinamoyu sıkıp, yerine aldım, arabayı çalıştırdım sesi kesildi. Eski şoförler arkalarına bakmadan devam ettiler. Eskilerin direksiyonu iyi idi ama motordan anlamazlardı. Mesela arabanın karbüratöründe arıza var, gider şanzımanla uğraşırdılar. Distribütör arıza yapardı, karbüratörü dağıtırdılar. Eskiden motorda ses var dediler mi, muavinlik yapan Şevki emi, ‘Şimşir kaşık getirin ben hangi pistonda olduğunu söyleyeyim’ der, kaşığı dişlerinin arasına koyar pistonları dinlerdi. Halbuki öyle bir şey yok.”
Ömer Boyacı, eski şoförleri anlatırken babasını da anıyor, arıza yapınca ‘Ömer gelsin’ dermiş. Bir keresinde Trabzon’dan Bayburt’a gelirken aracın tekeri patlamış, değişememişler. Bayburt’tan giderek lastiği o değişmiş.
İşte o usta şoförlerin içinde aracı yaptığı gün, babası ‘arabanın üzerine artık binebilirsin, o araba en çok sana yakışır’ demiş. Yıl 1954, yaş 13, mazot tenekesini kaldıramadığı bir dönemde şoför oluyor. Yarım asrı aşan yol hikâyesi böylelikle başlıyor.
4 yıl kamyonlarla Erzurum’a yolcu taşıyor. 1958 yılında Bayburt’un ilk seyahat acentesi Uğur Otobüsleri kuruluyor. Ömer Boyacı 17 yaşında ve Uğur Otobüsleri firmasının en genç şoförü. Nevzat İmaç, Tehlike Cafer, Dereli Bayram, İstanbullu Nuri, Pala Zeki, Pala Hüsüli, Avans Nazim dönemin şoförleri. Uğur Otobüsleri'nin müdürü ise Tahsin Kutur. O yıllarda Austin marka kamyonlar otobüs oluyor. Yörenin ustaları kamyonu tahta bir kasa ile otobüse dönüştürüyor.
“Sabah 9’da Erzurum’a hareket ediyoruz. Oldu ki yolcu gecikti. Başka bir araca bindirip Maden hanlarında yolcuyu otobüse yetiştiriyoruz. Bunun için ek ücret almıyoruz. Mazot filan düşünmezdik, yeter ki hizmet olsun. 3.5 saate Erzurum’a varıyoruz. Çavuşoğlu garajlarına araçları çekiyoruz. Dönüşte Aşkale’ye trenin geliş saatine yetişiyor, trendeki Bayburt yolcularını alıp, dönüyoruz. Bursa kasa bir aracım var. Bursa kasanın özelliği yuvarlak kasa oluşu, Bayburt’ta o zaman kasaları dört köşe yapıyorlar. Benim aracım biraz daha gösterişli.”
Kış ayları Kop dağı ne tür zorlukları vardı?
“Kop’ta fırtına varsa kaldın mı kaldın, geri dönemezsin, beklersin. Zincir mutlaka takardık. Ağyarları döndük mü, bakardık, iz varsa giderdik, iz görünmüyorsa aşağıda beklerdik. Taa ki iz görülene kadar..”
17 yaşındasın araç sürüyorsun, trafik sorun olmuyor mu?
“Ne sorunu olacak, trafik yok ki o yıllarda. Belediye zabıtaları bakıyor. Yollarda bir tek eşkıya var, o da Ağrı tarafında. Kılbaşdere Boğazı’nda eşkıya yol kesmiş, rahmetlik Sefa ağabeyinin parmağından yüzüğünü almışlar. Sefa ağabeyi, ‘eşkıyalığın bir şerefi vardır, kala kala parmağımdaki yüzüğe mi kaldınız’ demiş de tüfeğin dipçiği ile vurmuş dişini kırmışlar. Bunu bizim gençliğimizde anlatırlardı”.
İlk İstanbul seyahati ve Yeşilçam’ın öğretisi
“İstanbul’a ilk seyahatimi 1963 yılında kamyonla yaptım. Deri götürdüm, vapura bindik. Vapurdan çıktık, amcamın oğlu ‘sağa gideceğiz’ diyor, ben ise ‘Sola gidince Kazlıçeşme’ye çıkar' diyorum. Bayburt'ta Çoruh Sineması'nda izlediğim filmlerden biliyorum, İstanbul'a aklımız çıkıyor, filmlerden İstanbul'u tanıyoruz. Sağ sol, sağ sol münakaşası ile onun dediği yöne, sola döndüm. Bir zaman gittik, yanlış güzergâh olduğunu anladık, geri döndük. Şoför dediğin meraklı olur, filmlerde araba filan gördüm mü aklımdan gitmiyor. Dolayısıyla Türk filminden gördüğüm doğruymuş. Bu sefer kızdım, onu dinlemedim. Topkapı garajını gidip ben buldum. Kazlıçeşme’den çıkıp, Fatih’e doğru gidip buldum. O zaman Topkapı’yı 40 hırsız bekliyor. İstanbul o zaman mafyaların elinde. Gümüşhaneli bir şoför araba yüklemiş, geldi, aracı yanaştı. Oranın meşhur bir kabadayısı var; Tahta Burun Recai derlerdi. Gümüşhaneli şoför buna sordu, 'bir şey olur mu' diye, bu kabadayı cevap verdi: ‘Burayı 40 hırsız bekliyor, hiç korkun olmasın.” (Kahkaha atıyor.)
Uğur Otobüsleri firmasının ismi 1967 yılında Şair Zihni Otobüsleri’ne dönüşüyor. Başında Nazir Ardanuç var. Ömer Boyacı, Bayburt’un otobüsçülük tarihinde bu ismin önemine değiniyor. ‘Yapılan tüm yeniliklerin içerisinde Nazir Ardanuç ismi vardır’ diyor. Ve Şair Zihni Otobüsleri Bayburt’tan İstanbul’a yolcu götüren ilk firma oluyor.
“Orada Tames kamyondan yapılma bir otobüsüm var. İstanbul’a yolcu götürmeye başladık. Başladık ama burada yolcu var, oradan yok. Fatih’te kahvesi olan bir hemşehrimiz var Erol Memiş, bizi Oflu Osman’ın yanına götürdü. Bize bir fikir verdi. Broşür yaptırdık, bir taksi ile bu broşürleri dağıttık, 1-2 ay içerisinde piyasa yaptık ve çalışmaya başladık.”
Yollar nasıl, yolculuklarda neler yaşıyorsunuz?
“Sahil yolundan gidiyoruz. Zigana’yı aşıp, Trabzon’a inip sahilden devam ediyoruz. O araçlarla nasıl inerdik, nasıl çıkardık şimdi aklım almıyor. Bir gün Ordu’nun oralarda yağmur yağıyor. Gazete minibüslerini süren Vahit abi yanımda. ‘Biraz sür, ben uyuyayım abi’ dedim. Yağmur yağıyor, Vabis marka araç, yağmur camlardan içeri damlıyor. Millet soğuktan büzülmüş. Yatamadım soğuktan. İstanbul’a gittim, egzozu aracın içinden dolandırttım, sıcak olsun diye. Dönüşte Zigana’yı iniyoruz. Adam uyumuş ayağı egzoz üstünde, ‘yandım yandım’ diye bağırmaya başladı. Aynı gün bir başka yolcu da dinamit almış, inşaatçı kendisi, kaloriferin yanına koymuş. Yani Allah rast getiriyordu da sağ kalıyorduk.”
Hac yolculuğunda yaşananlar…
“Bir yanma hikâyesi de Arabistan’da gerçekleşti. 1968 yılında Ulusoy’un aracı ile Hac’a gittim. Ulusoy’un şoföre ihtiyacı oluyor, amcamın oğlu beni söylüyor. 1968 yılında Trabzon’da Volvo marka aracı sürecek şoför yok. Doğu Beyazıt’tan hacıları aldık, Suudi Arabistan’a girince arkada sesler yükselmeye başladı. ‘Yandık yandık’ diye söylenmeler kulağıma geldi. Ulusoy firmasının adamları, yola çıkarken egzozu iptal etmemişler. Yolcular haklı Arabistan zaten sıcak, bir de egzoz sıcağı eklenince adamları yakmış olduk!”
Şevki Usta ile imtihanı!
Araçlarda ne tür konforlar vardı, bu anlamda yeniliklerle nasıl tanıştınız?
“Konfor ne arar. Araç aksamları bile yok. Bayburt’ta ilk sinyalizasyonlu araç bana aitti. Mucit Şevki Özdemir’e yaptırdım. Sonra stop lambalarını taktırdım. Matbaanın yanında idi yeri. Defransiyel de tamir ederdi. Austin arabam akis kırardı. Şevki usta yapardı. Titiz, sinirli bir adamdı. İnanılmaz bir usta idi. Bir gün gene Semercilik’te kaldım, söktüm, götürdüm defransiyeli. ‘Ben sana her zaman defransiyel mi ayar edeceğim’ dedi ve aldı fırlattı caddenin ortasına. Sürekli kırmamdan rahatsız oluyordu, yoksa parasıyla yapıyor ama işte eskiler öyleydi. Daha laf etmek düşmez. İnat ettim, onu da öğrendim, artık defransiyeli kendim yapmaya başladım.”
Demir kasa girişimi ve pişmanlık!
"1968 yılında tahta kasa Tames otobüsüm vardı. Trabzon’a gidip demir kasa yaptırdım. 30 milyon şase ve motor tamirine verdik, 70 milyon da demir kasaya verdik. 100 milyona mal oldu. 1968 yılında: Davutpaşa Otobüs Fabrikası'nda Mercedes 302 model araçlar üretilmeye başlanmıştı. Tam araba bitti, almaya gittim. O sırada bir Mercedes 302’nin camı kırılmış, gelmiş değiştirmeye. Orada öğrendim ki ben harcadığım para ile iki adet Mercedes alabiliyordum."
Zoraki firma ismi değişikliği!
"Bu arada firmanın ismini değiştirdik. Araçlar arıza yapıyor. Millet küfür ediyor. Bundan rahatsız olduk. Adamlar ‘Şair Zihni’ diye ağzını açıp küfürler ediyor. Firmanın ismini Bayburtlu Nakliyat diye değiştirdik."
Kaç güne varırdınız İstanbul’a?
"Saat 9’da çıkar, bir gün sonra öğlen orada olurduk. Hesapladım, 3 saat molalar sürüyor. Yolcu tam uyuyacak biz mola veriyorduk. Molaları ben kaldırdım, başladım sabah 7’de buraya düşmeye. Sen niye böyle geliyorsun diye sorun ettiler."
1973 yılında yeni bir girişim..
“1973 yılında Bayburt Nakliyat Limited Şirketi’ni benim de içerisinde olduğum 50 ortaklı kurduk. 7 tane Man aldık. Bunun üzerine İstanbul’da ne kadar dolmuşu olan varsa satan gelip Bayburtlu Nakliyata ortak girdi. Rekabet halindeydik. Fakat biz hep dolu çıkardık. Çok güzel bir işimiz vardı ama dürüst davranmayanlar vardı. Adam pavyonda parayı yedi, parayı düşürdüğünü söyledi. Polis Radyosu devamlı övgüyle bahsederdi bizden, Türkiye’de kaza yapmayan firma diye anons ederlerdi.”
“Hayır bir ara bıraktım. Bayburt Seyahat’ta 1983 yılında otobüsümüz devrildi. O senesi inanılmaz bir kış oldu. Kardeşim Mehmet Boyacı şoför. Zigana’yı inerken alttan araba geliyor, kardeşim duruyor, arkadaki kamyon gelip vuruyor. Bunlar devriliyor. Üstlerine bir de çığ geliyor. 11 kişi öldü. Kardeşim Mehmet Boyacı ve Mustafa Eren’le birlikte 9 kişi daha. Bu olaydan çok etkilendim. Şoförlüğü bıraktım. İş Bankası’nın karşısında lokantamız vardı. Lokantayı beceremedik. Kuzey Mobilya açtım, o işi de yapamadım. Tır aldım, Mersin’den Almanya, Fransa, İtalya, Danimarka’ya portakal, kavun, karpuz, patates götürüyordum. 9 senelik aranın ardından 1992’de otobüse yeniden başladım ve 2007 yılına kadar devam ettim.”
Bunca yıl şoförlük yaptınız, kaza yaptınız mı?
“Ömrümde iki defa kaza yaptım. Birinde yolu seçemedim. Oltu yolundan geliyorum. Fırtına var her taraf dümdüz. Kızak şarampolün kıyısından gitmiş, izdeyim diye düşünürken, araba yanının üstüne yattı. Bir şey olmadı, maddi hasarımız oluştu.
Bir de otobüsle giderken.. Kızılcahamam’ın orada hafiften rampa var, araba frene basmadan durur yani. Önümde kereste yüklü bir at arabası. Onu sollarken otobüsle burun buruna geldim, tarlaya girdim. Sollarken kerestelere vurduğumdan otobüsün kapısında hasarlar oluştu.
Bir keresinde de Tosya’nın oralarda şimşir buz var. Araç izden çıkıp park yerine giremiyor. Rampaya yeniş iniyorum, Taksi ize vurdu ve önüme düştü. Kendi kendime dedim ki, hani diyorlar ki şeritten ayrılma. Sola kaçıp kurtardım, adam da gidip ağaca vurdu.”
Çift şoför olarak yolculuklara çıkıyorsunuz, sizin yol arkadaşlarınız kimlerdi?
“Onu kim demiş.. Hayatımın büyük bir çoğunluğunda İstanbul’a, hatta İzmir’e dahi tek başıma gittim. Uyumadan giderdim. Buradan sabah 9’da çıkar, gece 2’de Ankara’ya varırdım. 8 saat uyur, gerisin geri dönerdim. Çift şoför 1990’lı yıllarda icat edildi. İşbonnoslu Binali, Tahsinili İsmail, Yavuz Camadan, Mamlı Adem yol arkadaşlarımdı. Adapazarı Hendek’ten alır, Suşehri’ne gelir, arabayı verirdim. Kış ise yatmaz, hostes koltuğunda otururdum. Şoförler derdi ki, ‘senin orada oturman bize cesaret veriyor’. Zincir takılacak dediysem, takılırdı. İtiraz olmazdı. Benim şoförlük hayatımın özeti tedbir almaktır.”
2007 yılında zoraki bir emeklilik mi?
"Evet, 2007 yılında yaşım 65’i geçtiği için bırakmak zorunda kaldım. Mecburi emeklilik. Ben görüntü olarak yaşını gösteren biri değilim. Sorun olmazdı aslında ama şikayet etmişler, baktım ki sürsem yine şikayet edecekler, bıraktım."
Şimdiki şoförler hakkında neler söylersiniz?
"Zor zamanlar geride kaldı. Şimdi şoför olmaya ne var.. Eskiden 5 sene muavinlik yapmadan nereden şoför olacaksın. Şimdi herkes şoför. Senin araban varsa, sen de şoförsün. Benim oğullarım, torunlarım hepsi şoför."
“Bayburt'a gittin mi, Yıldız Oteli’nde yattın mı, aşçı Zahit’in dönerinden yedin mi?”
Çok teşekkür ederim. Konumuzla da bağlantılı ama daha çok kent kültürü açısından bir soru daha sormak istiyorum. Onunla bitirelim. Yıldız Oteli ve Kıraathanesi'nin Bayburt kent hayatında önemli bir yeri var, ‘Boyacı Ailesi’ otelin ve kıraathanenin sahipleri. Bu mekânlar ile ilgili neler anlatırsınız?
“Yıldız Garajı’nı biz yapılı aldık. Oranın demir işini benim amcam yapmış. Oraya her şoför aracını giremezdi. Usulünü almıştım, şoför getirir bırakırdı bana, aracı ben girerdim. Sonrasında biz bir metre kadar genişlettik. Yıldız Kıraathanesi’ni biz çalıştırırdık, bilardo da vardı. Oteli de biz çalıştırdık. Otobüs gelirdi, dağ kapalı, yolcular burada yatardı. Köyden gelenler yol kapalı olunca 1 hafta kalırlardı. Buralar önemli yerlerdi. Hatta şöyle bir şey söylenirdi. ‘Bayburt’a gittin mi? Yıldız Oteli’nde yattın mı, Aşçı Zahit’in dönerinden yedin mi?’ Ünlülüler gelince ya Yıldız Oteli ya Cumhuriyet Oteli'nde kalırlardı. Şemsi Yastıman, Davut Sulari bizim orada kaldılar. Kıraathanenin yanı Aşçı Zahit’in lokantası. Dönerin kokusu Tabakhane caddesini sarardı. Döneri ve tavası meşhurdu. Bu binada çok yangınlar çıkardı. Birinci katı taştan ama üstü harpuşta idi.”