Ağustos ayında Bayburt Postası’nı okurken, 2001 yılında Bayburt’ta olduğum dönemde yazdığım “Bayburt’tan ayrılanda” şiirimi ve Mustafa Kayalı’nın şiirime şiirle yazdığı cevabını görünce o yılları hatırladım. 2001 Yılında 7. Uluslararası Dede Korkut Kültür ve Sanat Şöleni komitesinin ve o dönemin Bayburt Belediye Başkanı Hükmü Pekmezci’nin daveti ile şölene katıldığım günler ve şölen günlerinde tanışıp sohbet ettiğim unutulmaz insanlar yadıma düştü.
Yeniden hayalimde Bayburt’un dağlı/dereli manzaralarını gördüm, can dermanı olan havasını içime çektim. Yeniden Masat köyünde Dede Korkut anıtını ziyaret ettim. Anıtsal ve de azametli Bayburt Kalesi’ni yeniden gezdim. Duduzar’da yatan ve Dede Korkut kahramanlarından olan Bamsi Beyrek’in kabrine baş koydum.
1952 yılında Bayburt’ta basın hayatını başlatmış nurlu insan Osman Okutmuş’un ve değerli Bayburt eşrafının cefakarlığı sayesinde Kop’un zirvesinde kurulmuş “Şehitlik Anıtı”na çiçek koydum… Aslan dağını, Şehid Osman dağını gezdim, mesire alanından Soğanlı yaylasından çiçekler derdim…
Derken hayalimde çok evvele, çocukluk yıllarıma gittim ve o yaşlarda Türk sevgisinin yeşerdiği zamanlarıma, Türk dünyasını öz dünyam gibi bilmeye başladığım yıllarıma uzandım….
***
Doğduğum topraklar, Türkiye’yi Azerbaycan’la birleştiren 11 kilometrelik yegane serhat sahası, Azerbaycan’ın Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nde bulunan Sederek rayonunun arazisine düşer.
Dünyaya gözümü açtığım yıllarda; dağlara, derelere, tepelere doğru tırmandığımda, ufukta ilk dikkatimi çeken Türkiye tarafında bulunan ve köyümüzün her tarafından çok açık bir şekilde görünen Ağrı Dağı olmuştur. Yılın her döneminde tepesi karlı olan Ağrı Dağı... Belki de Ağrı Dağı, hiç bir diyardan bizim köyden göründüğü gizi azametli, vakur ve yakın görünmüyordur diye düşünürdüm...
Yine o yıllarda “Köroğlu” destanını okurken, Köroğlu’nun Erzurum, Erzincan ve Kars seferlerinde adı geçen yerlerin Türkiye tarafında olduğunu çocukçada olsa tasavvur edebiliyor, adı geçen tüm yerlerin, Çamlıbel’in ve Köroğlu’nun tüm izlerinin gözümün önündeki Ağrı Dağı’nın arkasında olduğunu bilirdim.
Çocukluk yıllarımda yılın tüm zamanlarında saatlerce düşünüp hayallere dalardım: Sovyet rejiminin sert dayatmaları ve dalgaları arasında alçalmayan Ağrı Dağı, efsunlu ve tılsımlı bir uzaklık olduğu gibi, özlem duyulan denizler gibi yuva kurmuştu yüreğimde... Öyle ki, Türkiye’ye ve Türk dünyasına ilk sevgim Ağrı dağından başlamıştı diyebilirim...
Sonraları okuduğum Reşat Nuri Güntekin’in “Çalı Kuşu” romanı ile hayalimdeki Türkiye tasviri biraz daha değişmiş, daha da canlı ve renkli olmuştu gözlerimde. Daha sonraları sırasıyla Yaşar Kemal’in “İnce Mehmet”, yine Reşat Nuri Güntekin’in “Damga” ve “Dudaktan Kalbe” romanları... Ardından Yunus Emre, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Nazim Hikmet, Aziz Nesin ve diğer çok değerli kalem ustalarının şiir ve makalaleri geldi... Derken ak-kara, acı-tatlı, mutlu-mutsuz bir Türk Dünyası vardı artık aklımda...
Sonra gün geldi ve zaman değişti, yollar açıldı... Dile kolay; tam 70 yıl süren hasretimiz 1992 yılında Sederek/Dilucu köprüsünün açılması ile son buldu.
O gün hem bizler, hem de Türkiye’den gelen dostlarımız, yıllar boyunca gözyaşlarımızla akıttığımız Aras nehrinin kıyılarında bir araya gelmiştik. Haydar Aliyev ve Süleyman Demirel’inde bizzat katıldıkları “Hasret Köprüsü”nün açılış gününde, Azerbaycan’ın İstiklal Şairlerinden Halil Rıza Ulutürk’ün yanında, o gün için kaleme aldığım “Hoş geldin Türk’üm, hoş geldin” şiirimi okumak kısmet olmuştu:
“Bulanık sular duruldu,
Daha hasretim yoruldu,
Arazda körpü kuruldu,
Hoş geldin Türküm, hoş geldin…
...Bu talihin ezeli ne?
Kısmət geçip öz elinə…
Öz elinden öz eline
Hoş geldin Türküm, hoş geldin…”
Şiirin Türkiye’de bir çok mecrada yayınlanması ve ardından bestelenmesi Türk basınına ve Türk Edebiyat dünyasına ilk adımlarımı atmama vesile oldu. 1998 yılında Ankara Üniversitesi’nin yeni eğitim yılının başlaması münasebetiyle düzenlediği açılış törenine davet edildim. 2001 yılında Bayburt Uluslararası Dede Korkut Kültür ve Sanat Şölenine, 2005 yılında Ankara’da düzenlenen «Ermeni iddiaları ve Azerbaycan gerçeği” isimli sempozyuma ve aralarında Iğdır, Kars, Erzurum, Van, Bingöl ve Elazığ’ında bulunduğu bir çok şehirde edebi ve bilimsel etkinliklere katılmam, Türkiye’yi daha yakından görme, duyma ve tanıma fırsatı sundu.
Görüp duyduğum bir çok şeyi ve izlenimlerimi hem “Arasdan geçebildim” ve “Selam Oğuz Elleri” kitaplarımda, hem de “Bu Atatürk yurdudur” isimli şiir kitabımda aktarmaya çalıştım. Yine Azerbaycan’da redaktörü olduğum “Oğuz Yurdu Gazetesi” ve Türkiye’nin muhtelif dergilerinde yayınlanan yüzlerce şiirimde bu izlenim ve duyguları aktarmaya devam ettim.
Bütün bu şiirler ve duygular; İhsan Işık’ın hazırladığı 3 ciltlik “Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi”nde (2004 / Elvan Yayınları) ve 10 ciltlik “Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi”nde (2006) yer almamı sağladı. Çevirisini dostum İslam Beytullah Erdi’nin yaptığı “Özüne Dön Halkım” isimli kitabım ile de tüm şiirlerimi Türk okurlarına ulaştırma mutluluğunu yaşadım.
Türk dünyası ile tanışıklığım milletine bağlı, milli ruhu sağlam; zahmeti ve alın terini kendisine hayat felsefesi edinmiş bir çok cefakar dost kazanmama vesile oldu. Asıl en büyük kazanımım işte bu dostlardı….
***
Şimdi; 2001 yılında Bayburt’ta Dede Korkut Uluslararası 7’ci Kültür ve Sanat Şöleni’ne katıldığım günlerde muhteşem görünüşüne tanık olduğum Bayburt Kalesinin azametli duvarlarını, Aydıntepe ilçesinde bulunan antik devirlerden kalma Yeraltı Şehri’ne ait mağaraları, Şehit Osman dağında Selçuk devrinden kalma şehit kabirlerini ve diğer onlarca tarihi mekanı dolaştığım günleri hatırladım…
Bayburt’un en geniş meydanı olan Cumhuriyet meydanında Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün abidesi önüne çelenk koyduğumuz an, Genç Osman Stadyumu’nda, açık havada Türk Halk Müziği’nden oluşan konser programı ve Bayburtlu Uğur Murathan’ın şehrin merkezinde bulunan Saat Kulesi Meydanı’nda gece saat 12’lere kadar devam eden konserini hatırladım.
Edebiyat ve şiirseverlerin merakla takip ettiği; Öğretmen Evinde düzenlenen “Şair Zihni Şiir Gecesi” ise şölenin en unutamadığım, aklımdan çıkmayan anılarındandı. O gece gururla söylemeliyim ki; Türkiye’nin en önemli kalem sahiplerinden olan Bayburtlu şair, TÜRKSAV Başkanı Yahya Akengin’in bulunduğu Zihni şiir gecesinde ben de şiirlerimi okudum.
(O gece Yahya Akengin, “Eylül Kuşatması” isimli şiir kitabını hediye etmişti. O kitaptan bir çok şiiri Azeri türkçesine çevirip, Azerbaycan Edebiyat camiası ile paylaşmak benim için büyük bir mutluluk olmuştu.)
Bilkent Üniversitesi Profesörlerinden Rasim Özyürek, Bakü Asya Üniversitesi Rektörü Prof. Celil Cabbaroğlu, Babahan Muhammed Şerif, İslam Beytullah Erdi ve diğer değerli isimler ile Yahya Akengin’in başkanlığında “Dede Korkut Hikayelerinin Türk Dünyası Edebiyatına Tesiri” konulu sempozyumda bir araya geldik. Bayburt’un o dönemki Valisi Osman Dıraçoğlu, Bayburt Belediye Başkanı ve Şölen Komitesi Başkanı Hükmü Pekmezci ve de diğer bir çok Bayburtlu şahsiyetinde bulunduğu sempozyum sonunda şölene katılan biz misafirlere üzerinde Dede Korkut heykeli bulunan plaket verildi. O plaket, şu an evimin en kıymetli köşesini süslemektedir.
Gül ve bin bir renk çiçeklerle dolu Soğanlı yaylasında geçirdiğimiz; Bayburt, Gümüşhane, Rize ve Trabzon illerindən binlerce insanın katıldığı, gün boyunca müzik ve folklor gösterilerinin sergilendiği ve “Yayla Beyi”nin seçildiği yayla günü ise unutulmaz günlerim arasındadır.
Hatırladığım kadarıyla, Yayla Beyliği için 5 milyar lira fiyat biçilmiş, daha sonra taliplilerin artırması ile bu rakam sırasıyla 7’ye ve 9’a çıkmış, en sonda 10 milyar ile Alaattin Koral’a kısmet olmuştu. Yayla beyine yoğun alkışlar arasında sembolik asasını takdim etmekse, Belediye Başkanı Hükmü Pekmezci’ye düşmüştü.
***
Şenliklerin yapılıyor olmasının diğer bir değerli detayını ise şöyle özetleyebilirim:
Misal; “Vicdanın İsyanı” ve “Gelin Uçtu” isimli hikaye kitaplarını Azeri Türkçesine çevirdiğim Yazar İslam Beytullah Erdi ile gıyaben tanışıklığım olsa da, ilk yüzyüze görüşmemiz Bayburt’ta kısmet olmuştu. Bu buluşma sayesinde ‘Öğretmen Evi’nde bir hafta boyunca aynı ortam içinde bulunduk. Birlikte çörek böldük ve saatlerce şiirden, sanattan sohbetler ettik. Hatta o gecelerde şiirlerimi dikkatle okuyan dostum İslam Beytullah Erdi, beğendiklerini Türkçe’ye çevirdi. Türkçeye çevrilmiş ve basılmış olan “Özüne Dön Halkım” isimli kitabım, o günlerin ürünüdür.
Ayrıca yine Bayburt’ta İslam Beytullah Erdi ile Anadolu ve Rumeli şairlerine ait şiirlerden oluşan bir seçki hazırlama konusunda hemfikir olduk ve de daha sonra bu sözümüzü yerine getirdik. 40 şairin şiirlerinden oluşan “Anadolu ve Rumeliden esintiler” isimli kitabıı, bende Azeri Türkçesine çevirerek 2006 yılında Bakü’de yayınlanmasını sağladım.
Bu kitapta başta Necip Fazıl Kısakürek, Nazım Hikmet, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Arif Nihat Asya, Bekir Sıtkı Erdoğan, Yahya Akengin, Ataol Behramoğlu, İhsan Işık, Ömer Osman Erendoruk, Sabri İbrahim Alagöz ve Zeynal Beksaç olmak üzere bir çok Anadolu ve Rumeli Türk şairi yer aldı.
***
Bayburt’ta olduğum günlerde beni en çok sevindiren diğer bir konu ise değerli ve güzel insanlarla tanışmış olmak, onlarla meraklı ve hararetli sohbetler etmek olmuştu. Bu insanlar arasında vatanperver Yahya Akengin’in, Hükmü Pekmezci’nin, tıp adamı olmasına karşın edebiyata ve sanata yüksek kıymet gösteren Devlet Hastahanesi Başhekimi Sinan Köksal’ın, şölen vasıtasıyla tanışma fırsatı bulduğum Nurullah Genç’in, Mahir Adıbeş’in, Sadık Yavuz’un, Ümit Kondolot’un ve ismini sayamadığım yüzlerce Bayburtluyu bu satırlarda anmak isterim. Hepsinin yüzünde ve sözlerinde, Bayburtlu olmanın gururunu, Bayburtluya has olduğuna sonradan kanaat getirdiğim samimiyeti, Bayburt ve Türkiye vatanperverliğini gördüm.
Bayburt’ta geçirdiğim günler içerisinde en unutulmaz anılardan biride dostum İslam Beytullah Erdi ile birlikte Bayburt Postası Gazetesi’nde geçirdiğimiz saatler oldu. Yazıhanede bizi çok hoş bir yüzle ve sevinçle karşılayan gazetenin sahibi Yakup Okutmuş’un ışıltılı gözleri, bugün hala gözümün önündedir.
Çok sade, çok samimi, çok zahmetkeş insanlar gibi ilk görüşte dikkatimizi celb eden bu insan matbaa kokulu elleri ile biz çay süzüp, şirin sohbetler etti.
Bayburt tarihinden öyle meraklandırıcı olaylar aktardı ki, merakımızı gizleyemiyor, onun o şirin sohbetinden doyamıyorduk. Aralarda bazı kitaplar hediye ediyor, sonra sorduklarımıza ve Bayburt’a dair anlatmaya devam ediyordu.
Hediye ettiği Bayburt’a ait kitaplardan kaynak göstererek gerek sürekli yazdığım Oğuz Yurdu Gazetesi’nde, gerekse kitaplarımda yararlandım. Bir çoğunuda yine çevirerek, Oğuz Yurdu Gazetesi’nde yayınladım.
Yakup Okutmuş ise kendisine hediye ettiğim şiir kitabımdan zaman zaman seçip muhtelif zamanlarda Bayburt Postası’nda yayınladı. Bana gönderdiği ve şiirlerimin bulunduğu Bayburt Postası sayılarını, en aziz hatıralar gibi şahsi arşivimde muhafaza etmişimdir.
40 yaşında kaybettiğim kardeşim Müşfik ile aynı zamanda dünyasını değişen Yakup Okutmuş’un tekrar ruhu karşısında baş eğiyor, Allah’tan rahmet diliyorum.
Bayburt’un özü güzel olduğu için, o “torpağ” büyük ziyalılar, Yakup Okutmuş gibi vatanını, elini, evini, obasını seven, helal, eli açık insanlar yetiştirdiği için 2001 yılında, Bayburt’tan Azerbaycan’a dönüşümde aşağıdaki şiiri yazmıştım.
Artık bilemem ki, başka hangi vakit kısmet olacakta Bayburt’a yolum düşecek! Ama bildiğim bir şey var ki, o da bundan sonra bu köşeden Bayburt hakkında yazmaya daha çok sözüm olacak…
Ulu Bayburt geldim seni görmeye,
Baş eğmeye, sene selâm vermeye.
Aslandağdan birce çiçek dermeye
Camalını görüb, duyb gedirem.
Gadim gala tarihlerin tacı mı?
Salhım söyüd gözellerin saçı mı?
Geldim günahımı, suçumu
Yağmurunda silib, yuyub gedirem.
Zihni kimi zirve sende, söz sende,
Her daş altda bir ocagdan köz sende,
Duduzarda Bamsı Beyden iz sende,
Nağıllara burda uyub gedirem.
Şehid Osman zirvelerden haylanır,
Dedem Gorgud Masat köyden boylanır
Mö’cizedir gelen burda eylenir,
Üreğimi burda goyub gedirem.
KASIM 2009
* Doç Dr. Vagif Memmodov
Nahçıvan Devlet Üniversitesi “Gayret Neşriyatı” Direktörü
Azərbaycan Yazarlar ve Gazeteciler Birliği Üyesi
İLESAM Üyesi
- - - -