Ovada kar istilası…/Issız mı ıssız/Tipi rakipsiz, her yer sahipsiz/Dağlar kardan aktan/İlerleyen ordu/Nasipsiz sığınaktan
Bir ışıltı belirir ta uzakta/Işıltı su serper Padişah’ın yüreğine/“Umudum ol caniptedir” diye seslenir/Ordu at sürer kurtulmak dileğine
Işıltıya varılır/Deli düz ortasında iki göz dam/Kapı çalınır/Açan aksakallı nuranî adam
Kükrer Padişah: “Ordum yorgun, ordum aç/Umudum sende Dede, ocağın orduma aç!”
Ocakta bir güveç içinde bir aş/Kime yeter ihtiyarın yemeği?/“Bismillah” der ihtiyar kepçeyi alır ele/Asker sıraya girer iş olsun diye
Kepçe umut kepçesi doldurur da doldurur/Asker biter aş bitmez/Doyurur da doyurur
Padişah’ın boşa çıkmaz umudu/Umut İhtiyar’da bir gülümseme/“Umut yitmez Padişahım/Yeter ki candan dile…”
Erzurum Ovasında o gün bugündür/O yerin adı Umudum’dur./Eksilmedikçe yurdumun dağı taşı/Pişerse helal aşlar/Bu ülke hep umuttur/Her diyar umudumdur
Yukarıdaki şiiri, kerametlere inanmayan Cazim Gürbüz adlı bir şair yazdı yıllar önce ve 1990 yılında yayımlanan “Ateşkes Çağrısı” adlı kitabına da aldı.
Niye aldı? Çünkü onun halkı, tansıklı bu söylenceyi umut aşılamak, umutla yaşatmak için düşleminde üretmiş, dillere düşürmüştü. Bu söylence halka yüzyıllarca; dayanma, direnme gücü, olmazı oldurma inancı aşılamıştı.
Sonra gün oldu, Fahri Erdinç adlı bir şair çıktı, “Umut fakirin ekmeği/ye Mehmet ye” dedi. Fakire umut yerine ekmek gerek, boşuna umudu neylesin demek istiyordu. Bir bakıma doğru idi ya, umut yitti mi ekmeğe giden yol da biterdi ve bu da doğru idi. Ve Nazım Hikmet, o da komünist bir şairdi Fahri Erdinç gibi ama o umuda sarılıyordu her şeye karşın: “Bizim kalbimiz hep kırıktır çocuk, yine de eksik etmeyiz sol cebimizden umudu” diyerek.
Bir ışıltı belirir ta uzakta/Işıltı su serper Padişah’ın yüreğine/“Umudum ol caniptedir” diye seslenir/Ordu at sürer kurtulmak dileğine
Işıltıya varılır/Deli düz ortasında iki göz dam/Kapı çalınır/Açan aksakallı nuranî adam
Kükrer Padişah: “Ordum yorgun, ordum aç/Umudum sende Dede, ocağın orduma aç!”
Ocakta bir güveç içinde bir aş/Kime yeter ihtiyarın yemeği?/“Bismillah” der ihtiyar kepçeyi alır ele/Asker sıraya girer iş olsun diye
Kepçe umut kepçesi doldurur da doldurur/Asker biter aş bitmez/Doyurur da doyurur
Padişah’ın boşa çıkmaz umudu/Umut İhtiyar’da bir gülümseme/“Umut yitmez Padişahım/Yeter ki candan dile…”
Erzurum Ovasında o gün bugündür/O yerin adı Umudum’dur./Eksilmedikçe yurdumun dağı taşı/Pişerse helal aşlar/Bu ülke hep umuttur/Her diyar umudumdur
Yukarıdaki şiiri, kerametlere inanmayan Cazim Gürbüz adlı bir şair yazdı yıllar önce ve 1990 yılında yayımlanan “Ateşkes Çağrısı” adlı kitabına da aldı.
Niye aldı? Çünkü onun halkı, tansıklı bu söylenceyi umut aşılamak, umutla yaşatmak için düşleminde üretmiş, dillere düşürmüştü. Bu söylence halka yüzyıllarca; dayanma, direnme gücü, olmazı oldurma inancı aşılamıştı.
Sonra gün oldu, Fahri Erdinç adlı bir şair çıktı, “Umut fakirin ekmeği/ye Mehmet ye” dedi. Fakire umut yerine ekmek gerek, boşuna umudu neylesin demek istiyordu. Bir bakıma doğru idi ya, umut yitti mi ekmeğe giden yol da biterdi ve bu da doğru idi. Ve Nazım Hikmet, o da komünist bir şairdi Fahri Erdinç gibi ama o umuda sarılıyordu her şeye karşın: “Bizim kalbimiz hep kırıktır çocuk, yine de eksik etmeyiz sol cebimizden umudu” diyerek.