Ülküdaşların Amcası Refet Körüklü Uçmağa Vardı

Nisan’ın başında bir koca çınar toprağa düştü. 44’lülerin son hatırası Refet Körüklü’yü ebedî dünyaya uğurladık. Taa çocukluğumdan beri şiirlerine ve yazılarına âşina idim. Ayrıca Nihal Atsız’ın yakınındaki en sadık ve sağlam kişilik idi. Son derece dini bütün, akîdesi sağlam, sözünün eri idi.

Abone Ol

Nisan’ın başında bir koca çınar toprağa düştü. 44’lülerin son hatırası Refet Körüklü’yü ebedî dünyaya uğurladık. Taa çocukluğumdan beri şiirlerine ve yazılarına âşina idim. Ayrıca Nihal Atsız’ın yakınındaki en sadık ve sağlam kişilik idi. Son derece dini bütün, akîdesi sağlam, sözünün eri idi.

Heybeliada’da yaklaşık on yıl hemen her akşam buluşur, sohbet ederdik. 44 Turancılık Olaylarının bütün ince bölümlerini, tutuklamaları, tabutluk işkencelerini, zamanın yönetiminin milliyetçilere neleri reva gördüğünü anlatırdı.

Şurası kesin bir gerçektir ki, bu günlerde yaşadığımız hainlikler o zamanın mücahitlerinin şimdi bulunmamasından kaynaklanıyor. 

“O gün mahkeme önündeydik. Polis bizi kordon altına almıştı. Ben kafadan girerek çemberi yardım. Dışarı çıktım. Sonra beni yakaladılar, Anafartalar Karakoluna götürdüler. Tam kırk beş gün döğdüler.”

Siz hiç kırk beş gün süreyle karakol dayağı yediniz mi? Türkçülük bu kadar ağır şekilde cezalandırılır mı? Bu çeşit hikâyeleri sadece Sovyet idaresi yapar bilirdik. Türk'ün Türk’e böyle cezalar uygulaması için, baştakilerin Stalin olması lâzımdı.

Atsız Beğ, ölüm döşeğinde idi. Ruhunu teslim edeceğini anladım. Ya-Sîn okumağa başladım. Elini göğsüne götürdü. ‘Amca oku, çok iyi geldi’ dedi. Ben devam ettim. Bir süre sonra ‘Amca, bunun Şamancası yok mu?’ diye sordu ve ruhunu teslim etti. Rahmetli âlim, Ya-Sîn sûresinin Arapça olduğunu tabiî ki, çok iyi biliyordu. Son nefesinde bile bana şaka yapmak istemişti.”

Refet Körüklü mücadele adamı olmasının yanı sıra çok hassas ve içli bir şairdi. Bestelenen şiirleri de vardır. “Ceylân” şiirini Cinuçen Tanrıkorur bestelemiştir. Onun duygulu şiirlerinden “Yörük Kızı’nı” aşağıya alıyorum.

YÖRÜK KIZI

Ceylân düşmüş Yörük kızın izine,
Yüzün görsen kapanırsın dizine.
Ahû gibi sürme çekmiş gözüne;
Kuşlar şarkı dizmiş güzelliğine…

Yörük kızı sıkça dokur kilimi,
Uzansan da dokunaman elini,
Önünden geçerken başın çevirip;
Kaş çatar da büküverir belini…

Yörük kızı kına yakmış eline,
Şal kuşağı sarıvermiş beline,
O bastıkça çemen çiçek mest olmuş;
Çiçekler renk katmış güzelliğine…

Kırlar süsler Yörük Kızın düşünü,
Serin yele gerivermiş döşünü,
Bu güzeli anlatamam dil yetmez;
Duymayan yok bu güzelin ününü…

Keklik gibi seke seke gidersin,
Geç karşıma bir gül dersem ne dersin?
Senin için bu dağlara düşmüşüm;
Bir de dönüp şu halime gülersin

Refet Körüklü - Yeni Orkun/Ocak 1989/ Sayfa 5

***

Refet Körüklü ağabey, efsanevî ‘Orkun’ necmuasınını, 'Yeni Orkun' adıyla, imtiyaz sahibi unvanıyla yayınlamaya başladı. Şubat 1989 sayısında, Osman Fikri Sertkaya dostumuz, Azerbaycanlı şair ve tiyatro yazarı Cafer Cabbarlı’nın kayıp bir şiirini buldu ve Orkun’da yayınladı.

TURAN ELLERİNE SELÂM SÖYLEYİN

Amal guşu şerge doğru uçarken,
Gündoğuda murad suyu içerken,
Sabah yeli Altın Tağdan geçerken,
Turan ellerine selâm söyleyin.

Bir gözel görseniz gökler elinden,
Öpün talgalanan ipek telinden,
O diyor deymen yavrulara dilinden,
Turan Ellerine selâm söyleyin.

Baykal’da görseniz ördek izleri,
Unutmayın tapşırdığım sözleri,
And verirem durnalarım sizleri,
Turan ellerine selâm söyleyin.

İntizar gözlerden Hezer doğuldu,
Hesret yükrügümüz yanar tağ oldu,
Dillerimiz Turan deye yoruldu,
Turan ellerine selâm söyleyin.

Yıldızlı bir gök üstte ay pare,
Bir al yaylıg verim yetirin yare,
Durnalar durnalar bizden dübare,
Turan ellerine selâm söyleyin.

Şiir beni öylesine çapmıştı ki, son mısraları aynen muhafaza ederek bu şiire bir nazîre yazdım.

CAFER CABBARLI’YA BİRİNCİ MEKTUP
                           
Turnalar, elifi katlayıp uçun,
Ağrı’dan Tanrıdağları’na göçün,
Karabağ üstünden bir gonah seçin;
“ Tuan  Ellerine  selâm  söyleyin.

Zirvede bir taşa kara bağlayın,
Nâlemi, sevdâmı döküp ağlayın,
Dağıma, taşıma  azat  dileyin;
“ Turan  Ellerine  selâm  söyleyin.

Elbet  varacağım  günün  birinde,
Dört  asırlık  hasret  var  yüreğimde ,
Şimdilik  kalanlar  kalsın  yerinde;
“ Turan  Ellerine  selâm  söyleyin.

Gönlümden  geçeni  yazar  kalemim,
HAK  VATAN  aşkına  haykırır  dilim,
Bu  yüzden  çatarsa  özüme  ölüm,
“ Turan  Ellerine  selâm  söyleyin.

Kızıltuğ  unutmaz  doğma  aslını,
Hayaller,  tarihin  yeni  faslını,
Gök  Tanrı  kutlamış  Oğuz  Nesli’ni;
“ Turan  Ellerine  selâm  söyleyin.

Nisan—1989

Şiirim, Orkun’a yazdığım bir mektupla beraber Mayıs 1989 sayısında yayınlandı. 1990 da ilk defa Bakü’ye gitme izni alabildim. Dostlarıma Cafer Cabbarlı’dan bahsettim. Kızı beni evine davet etti. Cafer Cabbarlı’nın evi müze haline getirilmişti. Odasını aynen muhafaza etmişlerdi. Beni en çok sarsan, öldüğü yataktaki, yastığının üstünde kalan baş izi çukuru idi. Stalin’in 36 aydın kırımında, onu sabah erken tutuklamağa gelmişler. Fakat onlar gelmeden ruhunu teslim etmiş. Kütüpanesini gezerken, duvarda büyütülmüş bir şiir fotokopisi gördüm. Yaklaştım. Şiir benim yukarıda kaydettiğim “Cafer Cabbarlı’ya Birinci mektup” idi. Ben hayatımda hiç öyle katılarak ağlamamıştım. Bana o gün torunlarını da gösterdiler. Meğer o çocuklar, Nebi Hezrî’nin çocukları imiş. Bu bilgiyi İstanbul’da bana Nebi Hezrî’nin kendisi verdi. Rahmetli Nebi muallim, Cabbrlı’nın kızı ile evliymiş.

Cafer Cabbarlı’nın bahçesinde bir yaşlı söğüt ağacı vardı. Ağaç, dallı budaklı ve kalın gövdeli olmasına rağmen 45 derecelik bir açı ile büyümüştü. Sanki ağaç bana : “Ben esir söğüdüm. Ne yapar yapar büyürüm. Şimdilik belim bükük ama dal budak salar ve eğik olarak göğe doğru yükselirim. Fidanlarım arşa selâmımı götürür.” Diyordu. Nebi Hezrî İstanbul’a gelişlerinin birinde : “Firat Beg bilirsiz Gafgaz’dan yaman bir külek esip, senin sögüdü helâk eyledi.” Demişti.

1992 de Azerbaycan Cumhuriyetimiz halâsa ermişti. Bakü’de bir Üçüncü Mektup daha yazdım.


CAFER CABBARLI’YA ÜÇÜNCÜ MEKTUP

İçimde döğünme, hazin ağlama,
“Zulmetin  Işığı,” solgun  çağlama,
Al-Yeşil  getirdim, kara bağlama;
Hicrân  gecesinde  dağlama  beni,
Turan  Yolu’ndayım  eğleme  beni.

Hazar’ın  üstünden kopan bulutlar,
Gafgaz’dan  öteye  illeri  kutlar,
Açıldı, kolları  bağlı  hudutlar;
Devrân  gecesinde  dağlama  beni,
Turan  Yolu’ndayım  eğleme  beni.

Bahçene  diktiğin  yaralı  söğüt,
Başını  eğmiş  de  dinlemez  öğüt,
Tâze  fidanlara  murat  ver  böyüt;
Hüzzam  gecesinde  dağlama  beni,
Turan  Yolu’ndayım  eğleme  beni.

Odadan  seyrettim  yaslı  denizi,
Perdeler  kırışmış, al, dizi dizi,
Yastığa  oyulmuş, başının  izi;
 Zindan  gecesinde  dağlama  beni,
Turan  Yolu’ndayım  eğleme  beni.

22 Ocak 1992 Bakü Ahmetli

Yeni Orkun’un ciltlenmiş sayılarını ve birçok eski “Toprak” sayılarını Refet Ağabey bana hediye etmişti. Benim Toprak koleksiyonumu, 71 sıkıyönetiminin işgüzar Bir teğmeni alıp götürmüştü. Kiril alfabesiyle basılmış bir İmadettin Nesimî cildini anlatamamıştım. “Rusça mı okuyorsun?” demişti alık teğmen. En çok yandığım da Atsız’ın bana yazdığı ve Ergani’ye gönderdiği mektuplar da o furyada alınmış, bir daha izine rastlayamamıştık.

Bu hikâyeyi bilen Refet Ağabey, “Toprak” sayılarının büyük bölümünü bana sağlamıştı. Yeri gelmişken benim ilk şiirim de Toprak’ta 1961 de yayınlanmıştı. Denizli’de yedek subaydım. Şiirden dolayı askeri mahkemeye verildim. Terhis olduktan sonra beraat ettim.

Vefat eden oğlunun çocuklarını o büyütüyordu. Hanımı ölünce iyice yalnız kalmıştı. Her Cumartesi, Trük Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın kurufasulye, pilâv ve hoşaftan oluşan ‘ata yemeği’ne gelirdi.

Öbür dünyadaki  “Otağı” hayal ederken gözlerim kamaşıyor. Atsız, Orhan Şaik, Türkeş, Fındıkoğlu, Tevvetoğlu ve daha niceleri… Ve Refet Ağabey...

Türkçülerin Amcası Toros Kartalı,
Nur içinde yat aziz ağabey…

Alâiye - Mayıs 2011