ÜÇ BAŞÖRTÜLÜ
Kocaeli İzmit’te oturuyorum ben. Başörtülü üç bayanla karşılaştım geçen günlerin birinde.
Birincisi babasının fırınında müşterilerle ilgilenen bir genç kız. Alışveriş ettim, borcumu sordum, dokuz demiş, ben otuz anlamışım (fiyatlar öyle uçtu ki, artık hiçbir şey sürpriz olmuyor), otuzu uzattım "Bu fazla amcacığım" deyip 10 lirayı aldı 20 lira ile bir adet madeni 1 lirayı geri verdi bana.
Gelelim ikinciye: Lüks bir arabanın direksiyonunda azametle oturan suratsız bir karı. Karşıdan karşıya geçiyordum, ben yolda hiç yokmuşum gibi davrandı, hızla geçip gitti, geçmek için ısrar etsem belki de çarpacaktı. Belli ki son yılların besleme zenginlerinden birisinin sonradan görme karısı.
Ve üçüncü: Dolmuşta yanına oturmuşum, genç bir kız, bir süre gittik, birden doğruldu yerinden, bana döndü “Yol ver ineceğim!” dedi. “İzin verir misiniz? Müsaade eder misiniz? Sizi rahatsız edeceğim ama inmem gerekiyor” bu türlü nezaket tümceleri yok. Emir buyuruyor, ültimatom veriyor. Ben de aynı tonda karşılık verdim “Geç! İn!”
Birinci başörtülü kabulümdür, onun başörtüsünü yeri geldiğinde -inanmasam bile- hak ve özgürlük bağlamında savunmak benim görevimdir, bunu yapmışımdır da. İkincisi, benim düşmanımdır, ona olan nefretime başörtüsü de dahildir. Üçüncü ise yontulmamış, dilerim yontulur. Dilerim bu gibilere nezaket öğretilir bir yerlerde (ailesinde belli ki yok).
BABAM VE IĞDIR KAYMAKAMI
Kaymakamın biri aile hekimlerini toplantıya çağırmış, gitmeyenler hakkında soruşturma açmış. Hekimler "Bizi toplantıya çağırma hakkı yok, gitmemek de suç değil" diyorlar.
Bu durum benim aklıma rahmetli babamı getirdi. Yıl 1981, 12 Eylül Askeri Yönetimi iş başında, babam da Iğdır'da Ziraat Bankası Müdürü. Mesai saatinde bankanın yanındaki çay bahçesinde tavla oynamaktadır birisiyle, makamından orayı gören kaymakam (Iğdır Kars'a bağlı bir ilçe o zaman), birisini yollayıp makamına çağırtır. Varır babam makamına. Kaymakam azametlice sorar:
-Ne yapıyorsun sen orada?
-Buraya beni çağırttığınıza göre görmüşsünüzdür, tavla oynuyorum.
-Mesai saatinde mi?
-Evet, ben mesaiye bağlı çalışmam, bankacıyım ben.
-Yaa demek öyle, nasıl oluyor o öyle?
-Şöyle oluyor, ben mevduat toplayacağım ki plasmanım ola ve kredi verebileyim...
-Bunun tavla ile ne ilgisi var...
-Şu ilgisi var, odama çakılı oturmayacağım, halkın içinde olacağım ki onlardan mevduat alabileyim.
-Savunmanızı alacağım.
-Alamazsınız yetkiniz yok, vermem...
-Yetkimi sen mi öğreteceksin bana, nasıl yetkim yok?
-Yok işte, sen ancak beni Ziraat Bankası Genel Müdürlüğüne şikâyet edersin, orası gerek görürse müfettiş görevlendirir, soruşturma sonucunu da sana bildirir... Hadi şimdi bana eyvallah!
Kaymakam çetin cevize rastlamıştır. Yamandır bu Bayburtlu müdür. Düşünür taşınır, araştırır, bakar ki başka çare yok, babamı şikâyet eder Ziraat Bankası Genel Müdürlüğüne, müfettiş gelir, ifadesi alınır babamın. Ve sonunda soruşturmaya gerek olmadığına karar verilir, Kaymakama hukuk ve bankacılık dersi verilen bir yazı yollanır. Babama da telefon açarlar, "Kaymakamla iyi geçin" diye uyarırlar.
İşte böyle… Oturduğun koltuğun hakkını vereceksin, hak ve yetkilerini doğru bileceksin ve ne oldum delisi olmayacaksın!
NASRETTİN HOCA, TURŞU VE EŞEK
Nasrettin Hoca turşu satmaya karar verir. Yükler eşeğe turşu küplerini, çıkar yola. Başlar bağırmaya "Turşu vaar, turşuya gel, iyi turşuu..."
Eşek de hemen anırmaya başlar, hocanın sesini bastırır. Hoca susar biraz sonra bağırmak üzere. Gelgelelim ne zaman ağzını açsa eşek de anırmaktadır. Sonunda dayanamaz Hoca, eşeğe der ki: "Ulan turşuyu sen mi satacaksın, ben mi?".
Niye anlattım bu fıkrayı biliyor musunuz? Yüz yüze ya da telefonla, benimle konuşmak isterler, genellikle de bir şey sorarlar. Tam ağzımı açarım, sözümü keser, onlar fikir beyanına başlarlar. Susarım, beklerim, konuşsunlar, sonra da ben diyeyim diyeceğimi. Susarlar, ben başlarım, daha ikinci tümcemde gene açarlar ağızlarını. Ben de ya sinirlenir bağırırım, "Sus ulan, dinle beni, sorup sonra da dinlemiyorsun" derim ama gene de anlatamam derdimi. Ya da sabırlı günümde isem beklerim, konuşur, ben de "Evet haklısın" der, atarım başımdan.