Türkiye’nin inorganik Batı’nın organik aydınları -2-
Türkiye’nin yaşadığı “toplumsal devrim” siyaset kurumunda demokratikleşme süreci başta olmak üzere, ciddi bir dönüşüm yaratmıştır. AK Parti, bu sürecin toplumsal aktörlerini siyasete taşıdığı için her şeye rağmen dinamizmini sürdürmektedir. Türkiye’nin demokratikleşme süreciyle kendi halkına, kendi kültürüne, kendi coğrafyasına dayanan bir siyaseti izlemesi, “Batı vesayetinden” çıkması anlamına gelmektedir. Böylece Türkiye, tam bağımsız, milli politikasını oluşturarak son yüzyılda oluşmuş Batı vesayetinin kabuğunu çatlatırken, bir taraftan bu vesayetin Türkiye içindeki doğal uzantıları olan “militarist-demokrasi karşıtı” güçlerin siyasi gücünü kırmakta; diğer taraftan da devletçi sermaye yapısının kalkınmayı önleyen “tekelci ekonomik yapısını” çökerterek, artık “hasta adam” olmadığını tüm dünyaya, hiç de gizli saklı bir şekilde değil ‘one minute’ veya “dünya beşten büyük” diye muhataplarının yüzüne haykırarak ilan ediyordu.
Peki Türkiye’nin Batıcı kabuğu çatlatmasına cevap nereden gelmektedir? Beyaz Saray’dan mı, Brüksel’den mi yoksa Tel Aviv’den mi? Hayır! Türkiye’nin içinde ‘aydın’ denilen bir takım zevattan. AK Parti, Türkiye’de yaşanan toplumsal devrimin siyasete yansımasını savundukça, “otoriter yapının demokratikleşmesi” yönünde adım attıkça, iki tepki ile karşılaşıyor: Birincisi geleneksel otoriter yapının iktidar gruplarından gelen tepki; ikincisi ise, Batı vesayetinden çıkması sebebiyle dışarıdan gelen tepkiler.
Halk düşmanlığının kaynağı
Bu durumda “bürokrat-aydın zümresi” uzun yıllar toplum üzerinde tam bir tahakküm kurmakla kalmamış, aynı zamanda “ideolojk ve kültürel hegemonya” kurma fırsatı elde etmiştir. Bu kültürel hegemonya, eğitimden akademyaya, edebiyattan sinemaya ve tiyatroya kadar geniş bir alan üzerinden adeta topluma nüfuz etmiştir. İdeolojik hegemonyanın, düşünce hayatı üzerinde sahip olduğu tekelin daha tahripkar olduğu söylenmelidir.
İdeolojik ve kültürel hegemonyayı ürettikçe, aydın-bürokrat iktidarını genişletmekle kalmayıp, bu yolla kendi halkı üzerinde ‘zorunlu değiştirme’ işlemi de dahil, her türlü gücü kullanma imkanı bulmuşlardır. Bu sebepledir ki “aydın-bürokratlar”ın ideolojik/ politik iktidarı, zorunlu olarak “anti-demokrat” olduğu kadar “yerli ve milli” olan her şeye de karşıdır. Bu bakımdan, Türkiye’nin egemen aydın kadrosu “sivil” değil “resmi aydın” konumundadır. Yine bu nedenledir ki, kendi halkından ve onun kültüründen nefret ederler. Eğer bu halkı kendi istedikleri gibi değiştirip onu tarihinden, kültüründen, kimliğinden uzaklaştırmayı başarabilselerdi o zaman “halkçı” olabilirlerdi.
Kimin aydını?
Resmi aydınların ‘ideal halk’ı en hafifinden “camiinde sıralarda oturulan, org olması bile piyano eşliğinde çağdaş Batı müziğine uyarlanmış Yunus Emre güfteleri dinleyen” bir halktır. “Kendi klasiklerini unutmuş, ilyada başta olmak üzere Batı’nın ata efsaneleriyle kendisinden geçmiş” bir halktır. Hatta öyle ki, Fransız ve ya İngiliz sömürgecilerin akıllarına gelmeyen pratikler onların aklının ön sırasındadır. Bugüne kadar bu reformları benimsemekte gösterdiği dirençten ötürü “bu halkın tutucu” olduğunu Grek-Latin Tanrıları’na inanmayıp Allah’a inanmakta inat ettiği için “gerici olduğunu” söylemekten imtina etmezler.
Bu zihniyetin en belirgin özeliği, herkesle ittifak yapmaya açık olmasıdır. Öyle ki toplumsal devrimin yarattığı demokratikleşme sürecinin tasifye ettiği “iktidar alanını yeniden kurmak için” onca zamandır doğal düşmanları gördüğü başta “cemaat” olmak üzere, Batı sisteminin çeşitli unsurları ile bütün ittifak tekliflerine açıktır. Bugün bu kadronun, Batı ile ittifakını, işbirliğini güçlendirdikçe AK Parti – karşıtı tavrını şiddetlendirmesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Erdoğan- Davutoğlu çizgisi mili bir siyaset ekseni takip ettiği için, resmi aydınlar korosunun öfkesini, hırçınlığını ve çaresizliğini teskin etmek mümkün değildir.