Türkiye’nin inorganik Batı’nın organik aydınları -1-
Türkiye’nin önemli sorunu aydınlarının halkına karşı yabancı, hatta misyoner/ sömürge memuru bakış açısıyla bakmalarıdır. Onlar adeta batının çıkarlarının hassas iş takipçileri olmalarıdır. Bu nedenle, Batı’da yükselen Türk karşıtı ırkçılığı ve İslamofobi’yi görmezden gelirler. İşte bugün bu aydın zümrenin dayandığı toplumsal zemin çökmektedir.
Türkiye’nin bir toplumsal devrim yaşadığını, bunun kolay bir şey olmadığını, sonuçlarının da kolayca benimsenecek cinsten olmadığını tahmin etmek zor değildir. Yüzlerce yıllık tarımsal toplum geleneğinin kurumları üzerinde kurulan büyük bir medeniyetin, 200 yıl önce yaşadığı kriz Batı’dan, Batı’nın Sanayi Çağı’na girişiyle ortaya çıkan tahrip edici gücünden doğmaktaydı. Bizim uygarlık coğrafyamızda, Batı’nın bu etkisinin büyük yıkımlara sebep olduğu biliniyor; şüphesiz en yıkıcı tesir de Türkiye’de ortaya çıkmıştır. Bu süreçte, Biz Türkler büyük bir imparatorluk kaybetmekle kalmadık, Milli Mücadele’ye rağmen, “kendi medeniyet perspektifini” kaybetmiş bir ülke haline geldik.
Aydınların yabancılaşması
Meseleyi en yoğun şekilde yaşayan grupların başında, aydınların geldiğini söylemeye gerek var mı? Batı karşısında Türk aydınlarının durumu oldukça problemlidir. Bu sorun dünde kalsa, tarihi bir problem olarak ele alınacak bir konu olarak bakılabilirdi. Oysa sorun dünde kalmamış, bugün daha da büyüyerek, ülkenin önüne “engel koymaya çalışan garip bir zihinsel tutuma”, kendi halkıyla çatışan bir davranış biçimine dönüşmüştür.
Türkiye’nin yaşadığı toplumsal devrim, tam da bu aydın sorununun ortaya çıkmasına, kristalize olmasına vesile olacak sonuçlar meydana getirmiştir. Türkiye’deki toplumsal devrimin mahiyetini anlayamayan, bu “anakronik aydınların” problemi kendileriyle sınırlı kalsaydı, üstünde bile durmaya gerek kalmaz, bireysel bir sorun olarak görülebilirdi. Oysa bu zihniyet ve bu davranış biçimi, “bir zümre hatta bir kültürel sınıfın davranış biçimi” olduğu için, bu hastalıklı tutum ülke içinde sorun yaratmaya devam ettiği için, üzerinde durulması gereken bir konu olmaktadır.
Kimin cumhuriyeti?
Türkiye’nin aydınları, bu “toplumsal devrimi anlamak” için yetersiz bir zihni donanıma sahip oldukları gibi, bu değişimin sonuçlarını asla kabul etmeyecek bir “kibir, öfke, kıskançlık psikolojisini” kültürel olarak üreten zümre/cemaat dayanışmasına sahiptirler.
Öncelikle bu toplumsal devrimin ortaya çıkardığı sonuçların, kurumsal yapılarda yol açtığı değişim karşısında ciddi sorunlar olduğunu belirtelim. Bunlardan ilki, siyaset kurumunun değişimi; diğeri, ekonomik yapılarda meydana gelen değişim; üçüncüsü ise, dış dünyayla ilişkilerde ortaya çıkan yeni eğilimlerle ilgilidir.
Toplumsal devrimin yol açtığı, en köklü sorunların siyaset kurumunda ortaya çıkması anlaşılabilir bir şeydir. İmparatorluğun “patrimonyal bürokratik yapısı” 200 yıl önce “bürokratik tahakküme” dönüştükten sonra, ortaya “aydın/ bürokrat ittifakına” dayanan otoriter bir siyasi yapı çıkmıştır. İşte bugün toplumsal devrim, köylü/ cemaatsal toplum yapısı üzerine dayanan bu ittifakın temellerini sarsmış, altını boşaltmış bulunmaktadır.
Cumhuriyet aynı toplumsal temel üzerinde kurulduğu için, bu kadro kendini Cumhuriyet’le özdeşleştirip işi neredeyse “Cumhuriyet’in kazanımı bizim iktidarımızdır” demeye vardırmışlardır. Şimdi Cumhuriyet, ilk defa toplumsal devrimle kendi siyasal düzenini kurma şansını yakalamıştır. Demokratikleşme süreci, toplumsal devrimin yarattığı siyasal değişim dalgalarının sonucudur. Burada, “aydın/ bürokrat saltanatına” yer bulunmamaktadır. İçeride devlet destekli iktidarını kaybeden bu kadronun, şimdi yeni ittifak arayışlarına girdiğini görüyoruz. Bunu yarınki yazıya bırakalım.