Karalar bağlamış bir günün en acı noktasında kalakalmışım. Oturmuşum bir ağacın en zayıf dalına salmışım ayaklarımı bilmediğim derinliklere doğru. Ayaklarımın altında koskoca bir dünya.. gözyaşlarıyla beslenen nehirleri, artık hissetmeyecek kadar uyuşmuş kalplerden dağları var bu dünyanın. Daha yakından görmek için olanları manzaranın içine atıyorum kendimi. Her adımda bir tabuta dokunacakmış gibi hissediyorum. Omuzlarım ıslanıyor sürekli etraftaki yaşlarla. Bir adımda baba diye inliyor yer gök, bir adımda yavrum diğerinde sevdiğim, arkadaşım, can yoldaşım… Hiç mi sessiz kalmaz buralar diye düşünürken bir an sükunete boğuluyor her yer. Öyle donmuş ki bakışlar herkes sanki boşluğa akıtıyor düşüncelerini. Sonra yine bir sesle irkiliyor bedenim, adice bir haykırışa benziyor bu ses. Yine başlıyor tabutlar bir bir önümden geçmeye, gözyaşları omuzlarıma sinmeye. Yine feryat yine yas ve bir suskunluk daha.
Kapkara bir gök beliriyor tepemizde. Göz gözü görmüyor. Acılar birbirine karışıyor. Birilerinin hayalleri o tabutlarla beraber gidiyor ve gömülüyor toprağa. Çocuklar tıpkı babalarının elini tutuyormuşçasına avuçluyor toprağı. Sıkıyor, sıkıyor… Sanki yanan canının karşılığında kaybettiğini geri almak istercesine. Bırakmıyor uzun bir süre sonra açıyor avuçlarını ve o minicik ellerinden kum tanelerinin kayıp gidişine çaresizce bakıyor. Ama gözlerinde tarif edilemez bir ışık fark ediyorum. Yılmamış, teslim olmamış, yenilmemiş bir ışık… Kime çevirsem kafamı aynı ışık var gözlerine. Bir insan bu kadar canı yanmışken nasıl bu kadar dimdik durabilir aklım almıyor.
Sonra tekrar çıkıyorum o derinliğin ortasındaki ağacın dalına. Gururla oturuyorum bu sefer; çünkü o kara bulutların altında yatan kırmızı beyaz ırmakları görüyorum artık. Dalgalanan şanlı bayrağın o bulutları nasıl savurduğunu görüyorum. Şahadete bulanmış dualar duyuyorum. Vatan için ant içmiş bu milleti tanıyorum. Burası Türkiye biliyorum.
Kapkara bir gök beliriyor tepemizde. Göz gözü görmüyor. Acılar birbirine karışıyor. Birilerinin hayalleri o tabutlarla beraber gidiyor ve gömülüyor toprağa. Çocuklar tıpkı babalarının elini tutuyormuşçasına avuçluyor toprağı. Sıkıyor, sıkıyor… Sanki yanan canının karşılığında kaybettiğini geri almak istercesine. Bırakmıyor uzun bir süre sonra açıyor avuçlarını ve o minicik ellerinden kum tanelerinin kayıp gidişine çaresizce bakıyor. Ama gözlerinde tarif edilemez bir ışık fark ediyorum. Yılmamış, teslim olmamış, yenilmemiş bir ışık… Kime çevirsem kafamı aynı ışık var gözlerine. Bir insan bu kadar canı yanmışken nasıl bu kadar dimdik durabilir aklım almıyor.
Sonra tekrar çıkıyorum o derinliğin ortasındaki ağacın dalına. Gururla oturuyorum bu sefer; çünkü o kara bulutların altında yatan kırmızı beyaz ırmakları görüyorum artık. Dalgalanan şanlı bayrağın o bulutları nasıl savurduğunu görüyorum. Şahadete bulanmış dualar duyuyorum. Vatan için ant içmiş bu milleti tanıyorum. Burası Türkiye biliyorum.