Türkçe'nin dünya dillerinden bir başka ayrıcalığı vardır. Bu bakımdan eşsizdir. “Aynı karında neşv- ü nemâ bulmuş, aynı beşikte büyümüş, gelişmiş, çok sağlam ve sarsılmaz temellere oturmuş bir ikiz.” Türk Mûsikîsi !!. Bazı milletler ve diller ortadan kalkmışsa, o dilim mûsikîsi yoktur. Bazı göz kamaştırıp, ortadan siliniveren ideolojilerin ve doktrinlerin de mutlaka şarkıları veya türküleri yoktur.
Bu yazımızda, 331 yıl önce elimizden ikinci defa çıkan bir kale için, aslında Rumeli Hasret Vatanı için söylenmiş bir türküyü konu edineceğiz.
1683’ te kaybettiğimiz Estergon Kalesi için yakılan bir ağıt. Dünya'da en çok üstüne şiir yazılan, beste bağlanan nehir Tuna hasretinin üç asırlık destanı... Temposu, harp sahasında meydan savaşı kazanıldığı zaman mehterin vurduğu “Ceng-i Harbî” tuğ'unun velveleli dokuz sekizlik usûlündeki amcaoğlu . İnsanın yüreğini oyan Hicaz Makamının hüznüyle yüzünün yarısı gülen, yarısı ağlayan Rumeli'nin vakur çehresi. İçin için yanan, yağıya ve ellere Bir şey belli etmemeğe çalışan, Mete Han yahut, Atillâ gururu.
Bizler türküyü bir kıt'a olarak dinleyerek büyüdük. Taa ki, geçen ay Prizren'e kavuşup, şair-ressam-yazar Ethem Baymak'ın imzalayıp hediye ettiği kitabı, Türkçem Rumeli'nin Onur Kaynağı adlı İncelemesini görünceye kadar hep öyle bildik. Halbuki Türkü'nün başka kıt'aları da varmış.
Ben yazarken içimden söylüyorum. Buyurun sizler de okurken beraber söyleyelim.
Estergon kal'ası (bre dilber aman) subaşı durak (aman)
Kemirir gönlümü (bre şahin aman) bir sinsi firak
Gönül yâr peşinde (bre dilber aman) yâr ondan ırak
Akma Tuna akma (bre şahin aman) ben bir dertliyim
Yâr peşinde (aman) gezer koşar (yandım) kara bahtlıyım
Estergon kal'ası (bre dilber aman) subaşı kaya (aman)
Kemirir gönlümü (bre şahin aman) aşk denen belâ
Çektiğimi gel gör (bre dilber aman) gel etme cefâ (aman)
Akma Tuna akma (bre şahin aman) ben bir dertliyim
Yâr peşinde (aman) gezer koşar (yandım) kara bahtlıyım
Estaergon kal'ası (bre dilber aman) subaşı hisar (aman)
Baykuşlar çığrışır (bre şahin aman) bülbüller susar (aman)
Kâfir bayrağını (bre dilber aman) burcuna asar (aman)
Akma Tuna akma (bre şahin aman) ben bir dertliyim
Yâr peşinde (aman) gezer koşar (yandım) kara bahtlıyım
Estergon kal'ası (bre dilber aman) subaşı kale (aman)
Göklere ser çekmiş (bre şahin aman) burçları hele
Biz böyle kaleyi (bre dilber aman) vermezdik ele (aman)
Akma Tuna akma (bre şahin aman) ben bir dertliyim
Yâr peşinde (aman) gezer koşar (yandım) kara bahtlıyım.
***
Ethem Baymak, incelemesinde “Evliya Çelebi Ressam Olsaydı” başlığı altında topladığı bölümde, kimsenin aklına gelmeyen bir usulle, adetâ tayy-i mekân ederek Evliyâ Üstad'la beraber Rümeli'yi dolaşmış. Sadece dolaşmamış, 17. asırdaki mekâları Evliyâ Çelebi gibi görmüş ve tuvallerine aktarmış. Bu olay, Türk Resim Sanatında bir ilk. Seyahatnâmedeki yazıları fırça ile resmetmek, duymadığımız bir yöntem.
Bu olayı ruhuma çok yakın hissetmemin sebebini izninizle kendimden bahsederek açıklayayım. 1997 de Dildeste kitabımızı yazarken benzer bir metoda, mûsikî diliyle yaklaşmıştım. Elimizde hiçbir kaynak ve kayıt bulunmadığı için; Mustafa Itrî Efendi, Nevâkârı nasıl besteledi? Sorusuna cevap ararken, ben onun yerinde olsam nasıl hareket ederdim? Sorusunu kendime sordum. Ve iki “Nevâkâr” yazısı yazdım. Daha sonra, Dildeste ve Dilbeste hatta Satrançnâme kitaplarım ortaya çıktı.
Fırçanın virtüözü, Ethem Beyi çok iyi anlıyorum. Heyecanını, tutkusunu, sanatkâr hassasiyeti ile birlikte verimliliğini de takdir ediyorum.
Önceki yazıma başlık yaptığım, “Rumeli'de yorgun bir gramofon çalar” mısra'sına da küçük bir itirazım var. Eğer o gramofon yorgun olsaydı, bu kadar gür ve kuvvetle seslenebilir miydi?
Kop Dağları'ndan kaynayan kaya zemin üzerinde dupduru akan Çoruh Nehri yanında doğan bendeniz, Bistrica'yı görünce memleketimi yaşadım. Öbür taya akan Vardar da yine deli dolu Çoruh gibiydi. Eh Tuna'nın kardeşleri elbet bu kıratta olurdu. Ârif Nihat Asya bir şiirinde : “Nesi kalır dünyanın dağları çeksen aradan.” demişti. Irmaklar olmasa, sabır, metanet, kararlılık, ahde vefâyı kimden öğrenecektik? Vatan çoğunlukla, yaşadığımız coğrafya değil midir? Bizler dağlarımıza, ırmaklarımıza benzemez miyiz? Huyumuzla, suyumuzla...