Tükürükle Gelenler, Keramet ve Radyo Melaikesi

Abone Ol
Astronomi ile uğraşıyor, şairliğini konuşturarak “Ey dîde nedir uyku gel uyan gecelerde/Kevkeplerin (yıldızlar) et seyrini seyran gecelerde/Bak heyet-i âlemde bu hikmetleri seyret/Bul saniini (sanatçısını) ol ana hayran gecelerde” diye sesleniyor Hasankaleli hemşerilerine. Onlar ona değil, “gökyüzüyle uğraşmak uğursuzluk getirir” diyen softalara inanıyorlar.

Yaratılışı sorguluyor O, Darwinden yüz küsur yıl önce, evrimin İslamîsini ortaya atıyor, yazıyor Marifetnamesine. Bunu da anlamıyorlar.

Anatomi biliyor o, öyle biliyor ki, yüzüne baktı mı adamın ciğerini okuyor.

Tasavvufun ulu mertebelerine çıkmış, “Can ellerinden gelmişem/Fani mekânı neylerem/Ol mülke meylim salmışam/Ben bu cihanı neylerem” diyerek sonsuzluk âlemine olan özlemini dillendiriyor.

İşte bu sebeplerden dolayı “Sapkın” gözüyle bakıyorlar İbrahim Hakkı’ya 1700’li yılların Hasankalesi’nde.

Günlerden bir gün bu aydın veli, evinden çıkıyor bir yere gidecek, bir kuş çırpınarak önüne düşüyor, alıyor eline bakıyor, hemen anlıyor derdini, kuş solunum güçlüğü içinde, elini tükürükleyerek boynuna masaj yapmaya başlıyor, birkaç dakika içinde solunumunu düzeltip uçuruyor kuşu.

Görenler var bu olayı, hemen anlatıyorlar, yayıyorlar Hasankale’ye: “Gardaş ölmüş kuşu diriltti adam, bu adam boş değil, keramet ehli…” Bununla da kalmıyorlar, İbrahim Hakkı’ya gelip “Biz seni yanlış anlamışız, bundan böyle imamımız sen olacaksın, haydi kalk, ikindi vakti geliyor, bize ilk namazını kıldır”. İbrahim Hakkı, işin aslını anlatıyor ya, anlayan kim. Bakıyor ki böyle anlatmakla olmayacak, uygulamalı göstermek gerek bunlara “Peki, siz gidin camiye, bekleyin geliyorum” diyor.

Şalvarının içine ufacık bir körük yerleştiriyor İbrahim Hakkı, varıyor camiye, geçiyor imamet makamına. Rüku, sücud… Fakat o da ne, tehiyata oturunca İmam’dan “zart” diye ses çıkıyor, o hiç aldırış etmiyor, sürdürüyor namazı. Cemaat dürtüyor birbirine, dilleniyor: “Ola gardaş, herifin dalından ses çıhir, ebdestsiz namaza devam edir, haydıngidah, bele adamın arhasında namaz gılınmaz…”

Selam veriyor, bakıyor iki kişi kalmış arkasında. Soruyor İbrahim Hakkı “Cemaat nerede?” diye. “Yahu cemaat durur mu? Yellendin yellendin, hiç istifini bozmadan devam ettin namaza, bırakıp gitti herkes, biz de gidecektik de, dedik hele bakalım neden böyle yaptı, bir soralım”

Gülümser İbrahim Hakkı: “Bir tükürükle toplananlar, işte böyle bir osurukla dağılırlar, ben bunu göstermek istedim” der ve şalvarını sıyırarak körüğü çıkarıp gösterir.

Niye anlattık bu kıssayı, kime hisse çıkmasını istemekteyiz? Niye olacak, ülkemiz kerameti kendinden menkul “efendi hazretleri” ve onların tükürüğe benzer sahte kerametlerinin peşine takılanlarla doldu. CNN Türk’te Prof. Ergun Aybars’ın da katıldığı bir program izlemiştim birkaç yıl önce. Aybars Hoca “Eskiden Büyük Taarruzda derlerdi, şimdi Çanakkale’ye aldılar, güya sekiz metre boyunda bir evliyanın kerameti ile kazanmışız harbi” der demez, diğer katılımcılardan Yeni Asya Gazetesi yazarı o nurcu muhterem hemen atıldı, “Keramet yok mu, evliya yok mu, inanmıyor musun?” diye sorarak sıkıştırmaya başladı. Ürktü Aybars Hoca, geveledi. Ben olsam “Aziz Muhterem, imanın şartları arasına keramet ile evliyaya iman da girdi de bizim mi haberimiz olmadı? Getir bir keramet sahibi, bize de göstersin!” derdim. Sonra da eserlerinde, kendi rivayeti olan kerametlerini (!) yutturmaya kalkışan Said Nursi’nin radyo hakkında söylediği şu saçmalıkları vururdum yüzüne: “Bir melaike var, kırk bir başı var. Her başında kırk bin dil var. Her bir dilde kırk bin tespihat yapıyor. Altmış dört trilyon tespihatı aynı anda söylüyor. “ (Risale-i Nur Gözüyle Radyo-İhlas Dergisi 9-10 Ocak 1964)