TRT’deki Tiyatro ve Eğlence Yayınları Müdürlüğüne atandığımda önce sessiz, sonraları açık bir dirençle karşılaştım. Kendilerini “Solcu” diye nitelendiren aslında ise şişirilmiş egolarını böyle bir ambalajla pazarlayan kadrolar kök salmıştı. TRT’ye dışarıdan getirilen ilk yayın müdürü de bendim. Bunun bağışlanması mümkün değildi.
Bazı prodüktörler kendilerini dev aynasında görüyor ve benim emrimde çalışmayı içlerine sindiremiyorlardı. Oysa ben o göreve sadece bürokrat niteliğimden dolayı değil, yazarlığım da dikkate alınarak uygun görülmüştüm. Kendime güvenim vardı ve direncim tamdı. Solculuğa biat etmemiş yazarçizerlere de mesaj gönderiyor, radyo oyunları yazmalarını istiyordum. Mustafa Necati Karaer ve Peyami Safa’nın eserlerinden uyarlamalar yaptırdım. Tepkileri umursamadığım görülünce, muhtemel tepki sahiplerinden övgüler de gelmiyor değildi.
Açık ve net bir tavır koymuştum, sağ sol ayırımı yapmadan, bu kapıyı herkese açık tutacaktım. Ama bizim bir kısım sol entelektüelin değişmez bir huyu hatta şımarıklığı vardı: 'Ya hep biz ya hiç kimse.' Bu yüzden önceleri uzak duran yazarlar vardı. Fakat zamanla, sergilediğim tavrın samimi olduğunu görenler, tutumlarını değiştirmeye başladı.
Mesela Erhan Bener bir eser vermişti. Dramaturg raporları yazıldıktan sonra ben de dikkatle inceledim. Ufak tefek birkaç yeri çıkartarak yayınlayabileceğimizi ifade ettim. Yazarı davet ettim. Erhan Bener çıkarılmasını işaret ettiğim yerleri dikkatle inceledikten sonra şöyle dedi: “Bakıyorum hep içkili kısımlara takılmışsınız…” Açıkladım: “O sahnelerde içkinin dramatik kurguda bir işlevi olduğunu göremiyorum. Eserinizin teması ve mesajı ile de bir ilgisi yok… Hal böyle olunca, gereksiz olduğunu düşündüm…”
Erhan Bener rahatlamıştı “Ben sandım ki…” diye başladığı cümlesini tamamladım gülümseyerek: “Evet, sandınız ki bağnazlıktan kaynaklanan bir tavır…” Bir eserde normal içki sahnesinin eserin yapısı ve mesajı ile ilgili varsa itirazım olmadığını, ama içkiyi durup dururken özendirici gösteren sahnelere itirazımın da toplumsal kaygılardan ileri geldiğini belirttim.
Artık rahatça konuşabilirdik. Düzeltmeleri kabul etmişti, eserini de repertuara almıştık. Dostluğumuz da sürüp gitmişti.
Yazar Ayla Kutlu “Bir Göçmen Kuş O” romanını radyo dizisi haline getirerek başvurdu. İncelettim, kendim de okudum. Ayla Hanım’ın sadece bir repliği için itirazım vardı. Eserin bir yerinde “Kahbe Osmanlı” ifadesi yer alıyordu ve bunu çıkarmasını istiyordum. Tartıştık sonunda kabul etti ve oyun repertuara girmiş oldu. Ayla Kutlu’nun düşünce çizgisi ve tarihe bakışında yerli olduğunu görüyordum. Kendisine sipariş üzerine bir “Arkası Yarın” yazdırmak istemiştim. Repertuarda, Milli Mücadele ordularının İzmir’e girişini işleyen bir drama eseri yoktu. Böyle bir ihtiyaçtan bahsettim. Ayla Kutlu “Yedinci Bayrak” diye bir eser yazmış ve konunun hakkını da vermişti.
Diğer taraftan yazar Sevinç Çokum’un da yazmasını arzu ediyordum. Hisar Dergisi'nden kalemdaşlığımız vardı. Özellikle hikâyelerini çok beğenirdim. Eserlerini Gazi Eğitim Enstitüsünde ders konusu olarak da okutmuştum. Sevinç Hanım bir radyo tiyatrosu gönderdi. Fakat radyo drama tekniğine hiç uymuyordu. Dramaturglar “red raporu” getirdiler. “Sevinç Çokum’a red yazısı yazmayalım, teknik hususlarda yapılması gereken düzenleme ve değişiklikleri belirten bir rapor gönderelim, sonra yeniden ele alırız.” dedim. Öyle de oldu. Fakat Sevinç Çokum bunu yapmamış, sonraları Mevlüt Uluğtekin Yılmaz aracılığıyla şöyle bir mesajını almıştım: “O Milliyetçi görünen solcu hâlâ o görevde mi?”
Yeri gelmişken anlatayım. 1987 yılında Kültür Bakanlığı'nın basılı romanların katılabildiği bir yarışması olmuştu. Ben de “Yaralı Dağlar” romanımla katılmıştım. Sevinç Çokum da seçici kurul üyesiydi. Romanımdaki ufak tefek dizgi yanlışlarını bile, diğer üyelere karşı Türkçe bozukluğu diye taktim ediyor ve eserimin dereceye girmemesi için büyük gayretler sergiliyor. Sonuç açıklandığında birincilik, ikincilik ve üçüncülüğe layık eser bulunamadığı, üç esere mansiyon verildiği belirtiliyordu. Üç mansiyondan biri de benim romanıma idi.
Ben bu mansiyonu Anadolu Ajansına yaptığım bir açıklama ile reddettim. Açıklama ve gerekçelerimi Milliyet ve Cumhuriyet gazeteleri aynen yayınlandı. Fakat o sıralarda benim kültür ve sanat sayfasında yazılar yazmakta olduğum Tercüman Gazetesi buna hiç yer vermedi. Sayfayı Beşir Ayvazoğlu yönetiyordu, kendisi de söz konusu roman yarışmasının seçici kurulundaydı. Ben de artık Tercüman’da o sayfaya yazı vermemeye başlamıştım. O arada Sevinç Çokum ‘dan da yeni bir mesaj geliyordu: “Bir karar versin,roman mı,tiyatro mu, yoksa şiir mi yazacağına dair…” Her halde hepsini yakıştıramıyordu. Fakat işte değerli kalemdaşımın sözünü tutmamak bir kusuru işlemeye devam ediyorum.
Nihat Genç de bir radyo oyunu ile başvurmuştu. Fakat yine işin tekniğine uzak bir metindi. Yine red raporunu durdurdum. Kendisine belirtilen doğrultuda yeniden yazmasını söyledim, fakat o da bir daha uğramaz olmuştu. Oysa sol tandanslı yazarlara üç beş kere yeniden yazdırdığım oluyordu ve itiraz, gücenme gibi tavırlarla da karşılaşmıyordum.
Müdürlüğümde iki dramaturg vardı. Vasfi Uçkan, Şaika Günsel. İkisi de kıdemli ve işlerinin ehliydiler. Fakat Şaika Günsel başına buyruk tavırlara alıştırılmıştı. Günün birinde, Mozart’ın hayatını ele alan bir radyo oyunu yazmak istediğini söyledi. Ben de buna karşı olmadığımı, ancak önce kendi musiki dünyamızın klasiklerinden birini yazmasını, sonrada Mozart’ı ele almasını teklif ettim. Hoşuna gitmedi. Hatta bir gün “Önceki müdürümüz benim tekliflerimi hiç geri çevirmezdi.” deyince “Ben de yeni müdürüm…” demek zorunda kalmıştım. Şaika Günsel sonra bu meseleyi büyütüp, aleyhimde bir kampanyaya dönüştürdü. Öyle ki artık zamanında göreve gelmiyor, verdiğim işleri savsaklıyordu. Önce sabah öğle ve akşam, masamda duran imza kartonuna personelin imza atması zorunluluğunu getirdim. Şaika Günsel masamdaki defteri imzalayıp, çarparak gidiyordu. Hakkında soruşturma açtım. Sorun gitgide büyüyordu. Savunmasında bana çamur atıyor, işi iftiraya kadar götürüyordu. Genel Müdürlük kendisini uyardı, ardından da benim birimimden alınarak Radyo Dairesi Başkanlığına verildi. Fakat orada da kaynatma kampanyasını değiştirerek sürdürmeye başlamıştı.
Kasım 2013
Editör: Yahya Akengin'in kırk yıllık hatıralarını içeren yazı dizisi devam edecek...