Tarihte çağ kavramı, insanlığın tarihî hadiseleri algılamasında önemli bir mihenk taşıdır. Klasik olarak eski, orta, yeni ve yakınçağ kısımlarına ayrılmıştır. Yaşadığımız zaman dilimi ise bilgisayar, internet, teknoloji çağı ya da dijital çağ olarak ifade edilmektedir. Dijital teknolojinin hızı, insanın başını döndürür bir vaziyettedir. Bu sayede mesafeler kısalmakta, görüntülü iletişim kurulmakta ve dünya küçücük bir küresel köy şekline dönüşmektedir.
Teknolojinin kazanımlarını tartışmak yersizdir. Ama acaba bu kadar getirisinin yanı sıra götürdüğü bir şey de var mı? Meseleye biraz da bu noktadan bakmak lazımdır.
Konuya bu pencereden bakınca, elbette çok farklı şeyleri görmek mümkündür. Yıllar önce arşivde rastladığım bir belge, benzer bir durumu ortaya koymakta ve bugünkü yazının ana temasını oluşturmaktadır.
Eski kuşaklar çerçiyi, çerçiciliği çok çok iyi hatırlarlar. Ama yeni nesiller için bu kelimenin bir anlam ifade edip etmediği tam olarak kestirilememektedir. Sadece çerçiçilik değil, daha nice meslek kolları çağa ayak uyduramadığından eriyip yok olmadı mı? Bayburt’ta bir yüzyıl öncesinde şehrin en önemli esnaf kollarını oluşturan urbacı (elbise diken), mutafçı (keçi kılından dokuma yapanlar), bezirci, hancı ve porutçudan (topraktan kap-kaçak yapma işi) bir iz kaldı mı?
Belki bir kısmı isim değiştirerek varlığını sürdürdü tıpkı hancı-otelci, kaffaf-ayakkabıcı gibi. Bir kısmı ise halâ direnç göstermekte ama yakında onların da bu direnci kaybedecekleri gün gibi aşikârdır. Muhtemelen bir on yıl sonra bunlar da yeni kuşak için yabancı bir deyim özelliğine bürüneceklerdir. Tıpkı nalbant, bakırcı, semerci, kalaycı ve saraç gibi.
Gelelim çerçi ve çerçiciliğe. Çerçi ya da çerçicilik denildiğinde sizde neleri çağrıştırdı bilemiyorum ama bendeki ilk çağrışımı köy, köy meydanı, arpa-buğday hatta yumurta ve buna benzer köye ait öğelerdir. Eskiden at arabası ile köylere gelerek, getirdiği eşyayı köy meydanında satışa çıkarırlardı çerçiler. Çerçi gelince özellikle çocuklar bayram ederdi. Hele bazı çerçilerin köye geleceği gün sabitti. Onlar her hafta aynı gün köye gelirlerdi ve o günü çocuklar dört gözle beklerlerdi. Parası olan parayla, olmayan arpa-buğday karşılığında alış verişini yaparlardı. Ta Gümüşhane’den kalkıp ağaçtan tekerlekli o cazılı cızılı arabayla gelen elmacılar, pestilciler ise genellikle arpa ve buğdayla –dolu dolu ver dolu dolu al usulüyle- satış yaparlardı. Akşam karanlığı çökünce hangi köyde iseler orada misafir edilmek için köylüler arasında bir yarışa neden olurlardı. Çerçi denilince şüphesiz akla çocuklar da gelir. Annelerinden izinli ya da bazen izinsiz olarak aldıkları bir yumurta ile ya bir gofret yahut sakız alıp, çerçinin bir sonraki gelişine kadar mutluluğun tadını çıkarırlardı. Kısacası çerçiler, eskiden köylünün ve hele çocukların vazgeçilmezleriydi.
Son zamanlarda Çerçi kelimenin etimolojisi üzerinde bilimsel çalışmalar yapılmakta ve özetle Çerçi kelimesinin sergici ve yaymacı kelimelerinden türetildiği kabul edilmektedir. Bayburt’ta çerçi isimli bir köyün bulunması da ayrıca kayda değerdir.
Yukarıda temas ettiğim arşiv belgesi 14 Ağustos 1850 tarihlidir. Bu tarihte Bayburt’ta müthiş bir rekabet yaşandığı anlaşılmaktadır. O dönemde şehirdeki esnafın büyük bir bölümü gıda iş kolu olarak tanımlanan alanlarda hizmet vermekteydi. Müşterisi sadece Bayburt sakinleri değil, aynı zamanda belirli aralıklarla köylerden şehre gelen köylülerdi.
Köylerin şehre olan uzaklığı ve dönemin ulaşım imkânları, ihtiyaçlarının temini hususunda köylüyü zor durumda bırakıyordu. Herhangi bir malzemeye ihtiyaç duyulduğunda, köyünde bunu karşılayamayan insanlar-köylerin çoğunda bu imkânsızdı-şehre gitmek zorunda kalıyor ve bu da zamanın şartlarından ötürü çeşitli sıkıntılara sebebiyet veriyordu.
İşte tam bu noktada köylünün imdadına çerçiler yetişiyordu. Çerçilerin gelişi köylüyü bir nebze de olsa rahatlatıyordu. Köylü durumdan memnundu ama bundan olumsuz etkilenen bir topluluk vardı o da şehir esnafıydı.
Esnaf bu rahatsızlığını yüksek sesle dile getirmiş ve tüccar takımı olarak nitelendirdiği bu grubu, “her yıl şehre gelmekte ve yanlarında getirdikleri malların bir kısmını şehirde, bir kısmını da köylerde satmaktalar ve bunun karşılığında devlete herhangi bir vergi de ödememektedirler.” İfadeleri ile ilgili mercilere şikâyet etmişlerdir.
Esnaf şikâyetinde haklı görünüyordu. Çünkü kendileri vergi veriyorlar, onlar vergi ödemeden para kazanıyorlardı. Belgenin devamında, şehirde yerli esnafın vergi ödediği bu satıcılar yüzünden mallarını satamadıkları ve mağdur oldukları hususu dile getiriliyordu.
Mağduriyetini bildiren esnaf ilgili makamlara, “dışardan gelen tüccar köylere çıkmasın, ellerindeki malzemeleri taliplisine toptan versin. Eğer ille de köylere çıkıp çerçiciler gibi mallarını parça parça ya da endaze ile satmak isterlerse, onlardan da, bizden alındığı gibi vergi alınsın” şeklinde de bir çözüm önerisinde bulunmuşlardır.
Bu tartışmanın nasıl sonuçlandığını takip etme imkânı ne yazık ki bulunamadı. Muhtemelen onlarda da vergi talep edilmiş gibi görünmektedir. Tartışmanın sonucundan ziyade, tartışmanın yaşandığını gösteren belgenin bize unutulmuş bir mesleği hatırlatması daha önemli görülmektedir.
Kuşaklar arası iletişimin kopma noktasına geldiği bu yüzyılda, kaybolan değerlerin, mesleklerin, isimlerin bir şekilde onlara hatırlatılması icap etmektedir. Yeni işletmelere isim aranırken, tarihin tozlu sayfalarından faydalanılabileceği hatırdan çıkarılmamalıdır.
Özellikle 19. yüzyılda Bayburt yöresinde varlığını sürdüren meslek dalları ile ilgili olarak, tarafımızdan hazırlanan XIX. Yüzyıl Bayburt (Sosyo-Ekonomik , İdarî ve Demografik Yapı) kitabına bakılabilir.
Not: Çerçi kelimesi üzerine yapılan bir bilimsel çalışma için bkz. Seyfullah Türkmen, “Yaymacı”dan “Çerçi”ye, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, Güz 2005, s.82-84.