“Söğüt” adlı bir dergi ve o dergide “Osmanlı’ya toz kondurtmayacağım” başlıklı bir yazı… Altındaki imzayı İspirli birinden duymuştum bir “e” farkıyla, o İspirli bana “Bu Rasim Cinisli var ya, o Milli Türk Talebe Birliği Genel Başkanlığına Nevzat Köseoğlu sayesinde geldi” demişti.
Evet evet, yanlış yazmadım, “Köseoğlu”, “Kösoğlu” değil… Sonra sonra öğreniyorum ki, köseliği pek şanına uygun bulmamış Nevzat Beğ, mehterin kösünden hız ve ilham alıp “Kösoğlu” edivermiş soyadını… “Kös’ün oğlu mu olurmuş?” diye kendime çok sordum ya yıllarca, kendisine hiç soramadım bunu.
Yılma Durak’a sormuştum dergideki o yazıyı ve bu “toz kondurtmama” işini. “Bu Osmanlı aşkı nereden geliyor, cumhuriyetle zoru mu var bu yazarın?” Yokmuş zoru, o da bizim gibi Türk Milliyetçisiymiş ama Cumhuriyeti kuran kadro Osmanlı düşmanlığı yapmış, hadi o bir derece tolare edilebilirmiş ama bu düşmanlık şimdi de sürdürülüyormuş, Nevzat da ona karşı çıkıyormuş.
İnanmışmış mıydım? Hayır.
Sonra Karslı arkadaşlarımdan duydum bu Kösoğlu’nun nâmını. Sedat Yurtseven, Ahmet Ali Arslan, Samet Ekinci’den… Kösoğlu ile Mehmet Niyazi Özdemir yedek subaylıklarını Kars’ta yapmışlar, o zaman tanışmışlar. Pek methederlerdi ikisini de…
Üniversiteliler Kültür Derneği’ni duyduk sonra, Ocak Dergisi’ni duyduk, gördük ve okuduk… “Ocakçılar” diyorduk başını, sonraki yılların gedikli Türk Ocağı Genel Başkanı Nuri Gürgür’ün çektiği bu oluşuma.
Ve o ekipten iki kişi ile arkadaşlığımız oldu Erzurum’da. Ali Safi Kral ve M.Rıfat Yüksel… Onlardan da bol bol “Nevzat Abi” propagandası dinledik… Sonra sonra “Nevzat Abi” MHP Genel Merkez kadrosunda görev aldı ve Erzurum’a da sık sık gelmeye başladı.
1973 seçimlerinde “aday ol” dediler “asla” dedi, durumu uygun görmüyordu, risk almıyordu, kendini feda etmiyordu, gayet hesaplı bir adamdı. Ve 1977 seçimlerinde ortamı uygun buldu, aday oldu, birinci sırayı almak için de Erzurum ve Ankara’daki bütün hayran ve yandaş kitlesini seferber etti. O sıralarda Ağrı’da yedek subayım ben, hafta sonları uğruyorum Erzurum’a gelişmelerden haberdar oluyorum.
Nevzat Kösoğlu, Erzurum’dan milletvekili seçiliyor o seçimde. Bunda Erzurum MHP Örgütü’nün özverisi ve olağanüstü çalışmasının rolü büyük oluyor… Seçim bitiyor ben de terhis oluyorum, varıyorum Erzurum’a…
Evet evet, yanlış yazmadım, “Köseoğlu”, “Kösoğlu” değil… Sonra sonra öğreniyorum ki, köseliği pek şanına uygun bulmamış Nevzat Beğ, mehterin kösünden hız ve ilham alıp “Kösoğlu” edivermiş soyadını… “Kös’ün oğlu mu olurmuş?” diye kendime çok sordum ya yıllarca, kendisine hiç soramadım bunu.
Yılma Durak’a sormuştum dergideki o yazıyı ve bu “toz kondurtmama” işini. “Bu Osmanlı aşkı nereden geliyor, cumhuriyetle zoru mu var bu yazarın?” Yokmuş zoru, o da bizim gibi Türk Milliyetçisiymiş ama Cumhuriyeti kuran kadro Osmanlı düşmanlığı yapmış, hadi o bir derece tolare edilebilirmiş ama bu düşmanlık şimdi de sürdürülüyormuş, Nevzat da ona karşı çıkıyormuş.
İnanmışmış mıydım? Hayır.
Sonra Karslı arkadaşlarımdan duydum bu Kösoğlu’nun nâmını. Sedat Yurtseven, Ahmet Ali Arslan, Samet Ekinci’den… Kösoğlu ile Mehmet Niyazi Özdemir yedek subaylıklarını Kars’ta yapmışlar, o zaman tanışmışlar. Pek methederlerdi ikisini de…
Üniversiteliler Kültür Derneği’ni duyduk sonra, Ocak Dergisi’ni duyduk, gördük ve okuduk… “Ocakçılar” diyorduk başını, sonraki yılların gedikli Türk Ocağı Genel Başkanı Nuri Gürgür’ün çektiği bu oluşuma.
Ve o ekipten iki kişi ile arkadaşlığımız oldu Erzurum’da. Ali Safi Kral ve M.Rıfat Yüksel… Onlardan da bol bol “Nevzat Abi” propagandası dinledik… Sonra sonra “Nevzat Abi” MHP Genel Merkez kadrosunda görev aldı ve Erzurum’a da sık sık gelmeye başladı.
1973 seçimlerinde “aday ol” dediler “asla” dedi, durumu uygun görmüyordu, risk almıyordu, kendini feda etmiyordu, gayet hesaplı bir adamdı. Ve 1977 seçimlerinde ortamı uygun buldu, aday oldu, birinci sırayı almak için de Erzurum ve Ankara’daki bütün hayran ve yandaş kitlesini seferber etti. O sıralarda Ağrı’da yedek subayım ben, hafta sonları uğruyorum Erzurum’a gelişmelerden haberdar oluyorum.
Nevzat Kösoğlu, Erzurum’dan milletvekili seçiliyor o seçimde. Bunda Erzurum MHP Örgütü’nün özverisi ve olağanüstü çalışmasının rolü büyük oluyor… Seçim bitiyor ben de terhis oluyorum, varıyorum Erzurum’a…
İkinci MC Hükümeti de kuruluyor o arada… MHP’ye de dört ya da beş bakanlık düşüyor. Gün Sazak da parlamento dışından Gümrük ve Tekel Bakanı oluyor. Erzurum MHP Örgütü de yakama yapışıyor, Tekel Başmüdürü edecekler beni. Nevzat Kösoğlu da pek uygun buluyor bu işi. Ankara’ya yanına varıyorum, beni alıp Müsteşar Namık Kemal Zeybek’e götürüyor, anlatıyor, “Hemşerindir Cazim aynı zamanda” diyor. Ayrılırken Zeybek’e “Bu iş olsun bir an önce Kemal” diyor, o da “Olur olur, hemşeriymişiz hem de, Bayburtluymuş” diye gülümsüyor. “Bak ben de İspirliyim haa ona göre” esprisine gülüyoruz.
Fakat o iş bir türlü olmuyor, Erzurum MHP Örgütü bastırıyor, Nevzat Kösoğlu, sabır tavsiye ediyor, ben Ankara’ya gidip gelmeye devam ediyorum…
Ve tam hükümetin bir gensoruyla düşürüldüğü gün benim tayinim yapılıyor… Gidip göreve başlıyorum, yeni bakan Tuncay Mataracı’nın emriyle sürgüne yollanan ilk başmüdür de ben oluyorum, Diyarbakır’a muhasebe memuru olarak tayin ediliyorum.
Nevzat Beğ, bana “Gitme, görevinden ayrılma, ilişiğini kesme, ben Mataracı ile görüşüp seni görevinde bıraktıracağım” diyor. Kösoğlu da aslında Rize kökenli, hemşeri ayağına yanaşmış Mataracı’ya anlatmış beni “Yahu hemşerim onun hakkında çok şikâyet var” demiş ya, Nevzat Beğ ikna etmiş onu, halledecekmiş işimi…
Etti mi? Ne gezer? Mataracı, viskiyi içip, çıktı meclis kürsüsüne “Bizden önceki hükümetin yaptığı bütün atamalar siyasi rüşvettir” dedi ve tüm ipleri kopardı…
Nevzat Beğ, Tekel’e tayinimi vaktinde gerçekleştirememişti, daha doğrusu benim için kimseyle kötü olmak istememişti. Mataracı’yi ikna çabaları da boşa çıkmıştı. Bu iki başarsızlığını bir nebze olsun giderebilmek için beni Erzurum’da yeni açılacak olan TSE Bölge Müdürlüğüne tayin ettirmek istedi ve beni alıp TSE Yönetim Kurul Başkanı, eski AP Milletvekili Şadi Pehlivanoğlu’nun yanına götürdü. Şadi Beğ, bir form uzattı “doldur” dedi, doldurdum, okudu, şaşırdı, “Seni Başmüdürlükten memurluğa indirip Diyarbakır’a mı sürdüler?” dedi, evet yanıtımı alınca da “Yarın gel tayin emrini al” karşılığını verdi.
Aldık, 15 gün de eğitim gördük Ankara’da, sonra ver elini Erzurum… Binasız, yersiz, yurtsuz bölge müdürü oldum, “bir müdür, bir mühür” misali. Ticaret Odası’nın toplantı salonunda gidip her gün birkaç saat oturuyorum.
Tayinim yapılırken Şadi Beğ, “Yakında genel kurulumuz var, hükümet burayı elimizden almak istiyor” diyor Nevzat Beğ’e, o da “Genel Kurulu gelin Erzurum’da yapın, orada alırız seçimi” diye karşılık veriyor. Böylece bana da bir önemli misyon yükleniyor. Erzurum’da ortamı hazırlayacakmışım.
Ortam mortam hazırlanamıyor, devrin Başbakanı Bülent Ecevit, bir sabah polisleri yollayıp atıyor dışarı yönetim kurulu üyelerini, yeni yönetim ve yeni genel sekreter tayin ediyor, genel kurulu Ankara’da toplamak için de çağrı yapıyor. Birkaç gün sonra da beni, önce Ankara “genel sekreterlik emrine” alıyorlar, rapor alıp gitmeyince, “siyasi nedenlerle atanmıştır” gerekçesiyle görevime son veriyorlar. Bir hafta önce evlenmişim, ne yapacağımı şaşırıyorum.
Terör, kıyım, sürgün, yokluk, kuyruk günleri o günler… Sonunda iş sıkıyönetime kadar gidiyor. Nevzat Beğ de Erzurum-Ankara arasında mekik dokuyor bol bol ahkâm kesiyor…
Ve o gün… Ülkücü Gençlik Derneği Erzurum Şube Başkanı Hayrettin Kotangil’in Ankara’dan gönderilen o günün ÜGD Genel Başkan Yardımcısı Sefa Şefkat Çetin tarafından görevden alınması, MHP İl Başkanı Necati Bölübaşı’nın hem Türkeş’i, hem de Nevzat Kösoğlu’nu aramasına karşın, hiçbir değişikliğin olmaması, bardağı taşırıyor, İlhami Kafkas arkadaşım ve ben Bölükbaşı’na “istifa et” diyoruz. Ediyor il örgütü ile birlikte.
Nevzat Kösoğlu çıkageliyor Erzurum’a halledecek işi, görüşmeler yapıyor, sonra bizi topluyor. Bulduğu çözüm şu: “Bu istifa yanlış ve zamansız olmuş, kongreye bir hafta kalmışken istifa mı edilirmiş? İlçe başkanlarıyla görüşmüş, onlara kongrede Necati Bölükbaşı’nı yeniden aday göstertecekmiş… Necati sinirleniyor “Siz beni ne sanıyorsunuz? Yeniden aday olacaktım da, niye istifa ettim? İstifamın gerekçesi belli, Hayrettin’in görevden alınışı gerekçesi belli, Hayrettin “Erzurum’da neden olay çıkmıyor” gerekçesiyle görevden elçektirildi. Siz bu gerekçeleri yok edecek, olumluya çevirecek ne yaptınız, ne yapabildiniz?”
Yanıtlamaya uğraşıyor Kösoğlu, kem küm…Bir arkadaşımız daha net soruyor:
“İstifa ediyorum, deseydiniz, Hayrettin yerinde kalırdı, niye yapmadınız?”
“İstifaya gerek yok arkadaş, kaşımı yıksaydım o iş olurdu, ama yanlış olurdu.”
Evet işte sıtkımızın/sıtkımın sıyrıldığı an işte bu andı… Nevzat Aga, kimseyle kötü olmak istemiyordu bizler için, benim tayinimde de aynı tutumu izlemişti.
Ve 1979 yılının Aralık ayı, Ecevit Hükümeti gitmiş, Adalet Partisi’nin son azınlık hükümeti gelmiş iş başına, ben de Tekel’deki görevime dönerim umuduyla Ankara-Erzurum arasında gidip gelmekteyim. Gidip geliyorum ya, tayinimde bir arpa boyu yol bile katettiğim yok. Necati Bölübaşı’nın nurcu üvey abisi Zeki Korkmaz bir mektup veriyor bana “Al bunu Osman Demirci Hocama ver, o senin işini halleder” diyor, almak istemiyorum, çok ısrar ediyor, mutlaka yanına girmek için de bana yemin verdiriyor.
Evet işte sıtkımızın/sıtkımın sıyrıldığı an işte bu andı… Nevzat Aga, kimseyle kötü olmak istemiyordu bizler için, benim tayinimde de aynı tutumu izlemişti.
Ve 1979 yılının Aralık ayı, Ecevit Hükümeti gitmiş, Adalet Partisi’nin son azınlık hükümeti gelmiş iş başına, ben de Tekel’deki görevime dönerim umuduyla Ankara-Erzurum arasında gidip gelmekteyim. Gidip geliyorum ya, tayinimde bir arpa boyu yol bile katettiğim yok. Necati Bölübaşı’nın nurcu üvey abisi Zeki Korkmaz bir mektup veriyor bana “Al bunu Osman Demirci Hocama ver, o senin işini halleder” diyor, almak istemiyorum, çok ısrar ediyor, mutlaka yanına girmek için de bana yemin verdiriyor.
Osman Demirci, nurcuların pirlerinden biri, bir emekli vaiz, vaizlik yıllarında çok dinlemişim, şimdilerde Adalet Partisi Erzurum Milletvekili… Varıyorum meclise arayıp buluyorum Demirci Hoca’nın mekânını. Bir hayli kalabalık… Kendisi yok, biraz sonra gelirmiş… Geliyor gerçekten de biraz sonra, kalabalık el öpme yarışına giriyor, o da asık bir suratla, el öpme sıradan bir işlemmiş gibi davranıyor ve göz ucuyla bana bakıyor, elini öpmeyen bir ben kaldım.
Telefonun başına geçiyor bizi dinlemeden önce, birisiyle sohbete koyuluyor, birinden söz ediyor, diyor ki “Möhterem, ben onu araştırdım, Aleviymiş o adam, pek makbul bir adam değilmiş, değmez üzülmeye… Tamam vurmayaydılar iyiydi ama olmuş işte… Yavu olsun MHP’li, MHP’de neler var neler…”
Anlıyorum kimden söz ettiğini, dün gece Ankara Ulus’ta avukatlık yazıhanesinde MHP Genel İdare Kurulu Üyesi ve Kars’tan senatör adayı olan Hüseyin Cahit Aküzüm’ü (ANAP döneminde bakanlık yapan İlhan Aküzüm’ün amcası) vurdular, bu çirkin sohbet onun üstüne.
Osman Demirci’ye mektubu uzatıyorum, okuyor yüzüme uzun uzun bakıyor… “Kardeşim siz buralarda beklemeyin gidin, bu iş olmaz, bir müdür mıuavinliği gibi bir şey olursa biz size haber veririz” diyor ve bence doğru diyor.
Döneceğim Erzurum’a ama şu Nevzat Aga’yı da bir arayayım diyorum. Telefon ediyorum “Arkadaş geldiğini duydum, sen nerelerdesin?” diyor ve ertesi gün meclise gidip onu bulmamı istiyor. Gidiyorum, beni Namık Kemal Zeybek’le buluşturacak, şimdiki müsteşar Zeybek’in yardımcısıymış bizim dönemimizde, ondan bir randevu alacaklar, gidip görüşeceğim. Alıyorlar, görüşüyorum, hiçbir sonuç yok…
O gün Nevzat Aga ile gezerken meclis koridorunda, karşıdan Osman Demirci’nin geldiğini görüyorum. Bize ters ters bakıp geçiyor yanımızdan. Ben bana terslendiğini sanıyorum, meğer Nevzat Beğ’le de hiç yokmuş arası. Bir gün önceki görüşmemizi anlatıyorum, Aküzüm hakkında dediklerini de naklediyorum, Nevzat Aga “O... çocuğu” diyor.
Hey gidi hey! 1980’den sonra, onlara “o... çocuğu” diyen adam, Nurcularla arayı düzüp onlarla düşüp kalkacak, Said Nursi hakkında kitap yazacak, ağzından “Bediüzzaman” düşmeyecektir.
Neyse döneriz oralara, biz yine kronolojik sıramızı izleyelim.
(Haftaya devam edeceğiz)