Sultan II. Abdühamid'in sigortacılığa bakışı ve ilk yerli sigorta şirketinin kuruluşu
Sigortacılık, ticaret ve özellikle deniz ticaretinin ivme kazandığı Avrupa liman şehirlerinde XIV. yüzyıldan itibaren modern biçimde işlevsellik kazanmıştı. İngiltere’de 1580’li yıllara ait vesikalar, deniz ve yangın sigortası bir yana hayat sigortasının başlangıcı olarak kabul edilmekteydi. Şunu kabul etmek gerekir ki, sigortacılık Osmanlı dünyasına oldukça geç bir dönemde girmiştir. Bunun sebepleri üzerindeki tartışmalar halen devam etmektedir. Avrupa’da sigortacılık sektörü, XIV. yüzyıldan itibaren görülürken, Osmanlı ülkesinde sigortanın dindeki yerinin merak edilerek fetvasının sorulduğu ve olumsuz cevabın alındığı tarih 1830’lu yıllar ve ilk yerli sigorta şirketinin kuruluş tarihi 1892’dir. Sorulan bir suale cevap vermek suretiyle meseleyi ele alan ilk bilgin İbn-i Abidin olup, sigorta şirketinin merkezinin İslam kurallarının uygulanmadığı harp (darülharp) ülkesinde olması halinde işlemin caiz olacağı, aksi halde olamayacağı fetvasını vermiştir. Bunun tartışması ayrıca yapılabilir. Esasında sorgulanması gereken ilk husus; sigortanın bu tarihe kadar merak edilip niçin fetvasının sorulamadığı meselesidir. Ya da niye ilk defa 1830’larda böyle bir soru sorma ihtiyacı duyulmuştur. Sektörle ilgili yapılan çalışmalarda sigortanın dindeki yeriyle ilgili daha öncesinde böyle bir tartışmanın yapılmadığı görülmektedir. Bu durumda ulemanın direnci, bu ilk fetvanın verildiği dönemle ilgili olmalıdır. Kanaatimizce bu soru, ticaret hacminin özellikle deniz ticaretinin gelişmesiyle ve sanayileşmenin başlamasıyla doğrudan ilgili olarak cevaplandırılmalıdır. Osmanlılar, her ne kadar 1475’te Karadeniz’i, 1538’de Akdeniz’i Türk gölü haline getirmiş olsalar da denizler üzerindeki bu siyasi egemenliğini ticari sahaya taşıyamamıştır. Avrupa ülkeleriyle yapılan ticaret, ağırlıklı olarak Avrupalı tüccar marifetiyle gerçekleştirilmiştir. Deniz ticaretinde mesafe almış Avrupa şehirlerinde bu işi icra eden tüccar, mallarının salimen menziline varabilmesi için sigorta talebinde bulunmuşlar, bu talebin neticesinde sigorta şirketleri teşekkül etmiştir. Deniz aşırı ticaret yapamayanların sigortaya ihtiyaç duymaları mümkün olmamıştır. Buradan bakınca XIX. yüzyıla kadar Osmanlı topraklarında sigortanın merak uyandırmamasının nedeni kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Daha önce başa gelen her türlü kazayı ilahi takdir şeklinde değerlendiren ve sigortaya rağbet gösterilmeyen düşünce, 1870’lerdeki Beyoğlu ve Pera yangınları sonrasında değişime uğramış ve sigorta yaptırmanın yollarını aramışlardır. İşte bu arayış ya da artan talep artışı sonrasında ilk defa İstanbul merkezli olarak Osmanlı kanunlarına tabi Osmanlı Sigorta Şirketi [Osmanlı Sigorta Şirket-i Umumisi] ortaya çıkmıştır. Şirket, Sultan II. Abdülhamid’in izniyle 1892’de İstanbul’da kurulmuştur. Padişah, her aşamada büyük destek vermiştir. Sosyal güvenlik alanında önemli projeleri olan II. Abdülhamid, ilk olarak emekli sandıklarıyla ilgili bir düzenleme yapmıştır. Her biri ayrı şekilde hizmet sunan askeri tekaüt sandıkları, 1886 yılında padişahın emriyle Umum Askeri Tekaüt Sandığı adıyla tek çatıda birleştirilmişti. Sivil memurlar için Mülkiye Tekaüt Sandığı kurulmuştur. Emekliliği bu şekilde sistemleştiren Sultan Abdülhamid, sosyal güvenliğin ikinci önemli kolu olan sigortacılığı da düzene koyma girişiminde bulunmuştur. Toplumun bir bölümünün sigortaya olumsuz bakışına rağmen, müteşebbislerin bu yöndeki çabalarını önemsemiş ve devletin denetiminde yerli bir şirketin kuruluşunun yolunu açmıştır. Böylece 1892’den itibaren, ülkede sigortacılık daha da yaygın hale gelmiş ve okullar başta olmak üzere devlete ait binalar zorunlu sigorta kapsamına alınmıştır.
Şirketin kurulduğu dönem, 1876’da ilan edilen Kanun-ı Esasi ve açılan meclisin ön gördüğü Osmanlıcılık kimliğinin geçerli olduğu bir zaman dilimidir. Bu dönemdeki Osmanlı algısı, imparatorluğun farklı etnik ve dini unsurlarını herhangi bir fark gözetmeksizin birleştiren bir kimlik algısıdır. İlk yerli sigorta şirketini kurma girişiminde bulunan gayrimüslim müteşebbisler, ilgili birimlere verdikleri dilekçelerde kendilerini Osmanlı, kuracakları şirketi yerli ve milli olarak nitelendirmişlerdi. Şirketin yerliliği, kurucuların etnik ya da dini durumlarıyla ilgili olmayıp; idare merkezinin İstanbul oluşu ve Osmanlı kanunlarıyla denetlenebilir olmasıyla ilgilidir. Gerçekte hükümetin meseleye bakışı da bundan farklı değildir. Bütün devlet kurumlarınca sahiplenilen şirket, kamu binalarının sigorta ettirilmesi imtiyazıyla adeta devletin sigorta şirketi gibi görülmeye başlamıştır. Hükümetin üzerinde durduğu en önemli hususlardan biri, sigorta işlemleri için yurt dışına akan paranın bundan böyle kesilecek olması gerçeğiydi.