Çoruh üstüne bundan sonra konuşmak da, yazmak da, çizmek de yok! Tamam, kaybettik!
Bu yaz başında iş makinalarını yatağında çalışırken gördüğümde, biraz da sorup soruşturup bilgilendiğimde gidişatı sezmiş ama tam karar verememiştim. Ekim ayındaki son görüşümdeyse iyice yanına yanaştım, etrafında fırdöndüm, sesini dinledim, yüzüne baktım, konuşmak istemeyen çalışanlarla konuştum ve anladım ki artık Çoruh sizlere ömür!
El Fatiha!
Niye mi? Yazacağım da, yıllardır ya bizler anlatamadık ya da tüm o iş başındaki kadrolar anlamayı da öğrenememişler! Bu nedenle neyi bilmediklerini bu yüzden de beceremediklerini hem maddeler halinde yazayım hem de çizerek detaylandırayım dedim. Olur ya Allah rast getirir de belki içlerinden gücü yeten biri el koyar veya hemşerilerim ‘yeter ya hu’ der! Bu benimki saf ümit!..
Neyse sözü uzatmayayım! Sanki uzmanlar yıllardır yanlışlıkları işaret edip, nasıl olması gerektiğini dememiş gibi, gidip bu konudaki en içler acısı bakanlığın en klişe işler yapan emir kulu bürokrat, teknokrat ve inşaatçılarını bu işle görevlendirmişler. Geçmiş olsun!
Şimdi bakalım yıllar boyu bizler neler demişiz onlar neleri yanlış yapıyorlar! Tasarım dili olduğu için anlatmak zor ama yazacaklarımı sade ve basit yazmaya çalıştım.
1- Ben ve benim gibi düşünenler ta başından beri diyoruz ki; vaktiyle nehir yatağını, ıslah adı altında yanlış olarak iki duvar arasına aldınız. Tamam artık yapacak bir şey yok! Şimdiyse kambur üstüne kamburla devam ediyorsunuz. Balkonlu duvarın yanlışlığına geleceğim de önce nehir yatağının genişliği eğer orta yerde bir ada ya da özel bir tasarım yapılmayacaksa her yerde, yaklaşık olarak aynı olmak zorundadır. Oysa çözüm diye yapılan yeni beton duvarların nehrin dar yerine de geniş yerine de aynen uygulanması düşünülüyor.
Sanki bizler öyle dememişiz; nehrin yatak genişliği Üniversite’nin yukarılarında yaklaşık 25-30 metrelerde, Çarşı Köprüsü’yle Şehit Nusret parkı arasında ise 16-18 metre. Eğer şu an sürdüğü gibi yatağın geniş yerlerini beton duvarlarla kuşatırsanız, yazları su azaldığında o geniş yerlerde menderesler yapar. Bu nedenle nehir yatağını Erzurum Köprüsü girişinden Bent Köprüsü çıkışına kadar yaklaşık aynı metrelerde yapmak ön şart! Yani Çoruh’un yukarılarında da yatağı, şöyle böyle Taş Köprü ile Bent Köprüsü arasındaki boyutlara daraltmalısınız. Korkmayın dünya çapında uzmanlar söylüyor, onların önerdiklerine kulak verin ve uygulayın taşma olmaz. Oysa şimdi nehrin kimi yerleri Maşallah Nil nehri yatağı gibi geniş, kimi yerleri ise Çoruh’un eski gerçekçi yatağına uygun boyutlarda.
2- Ben ve benim gibi düşünenler diyoruz ki; nehrin yatağını eski mezbahanın oradan, yani Bent Köprüsü altından ta Erzurum Köprüsüne kadar derinleştirin.
Onlar sanki biz bunu söylememişiz gibi nehir tabanını her yerde derinleştireceklerine, yatağın dar olduğu yerlerde duvarları yükseltiyorlar, yatağın geniş olduğu yerlerde ise tabanı sığ bırakıp duvar yüksekliğini düşürüyorlar. Bu durumda nehir de suyun az olduğu dönemlerde yatağın geniş olduğu yerlerde dolaşıp kum biriktiriyor.
3- Ben ve benim gibi düşünenler yıllardır ısrarla diyoruz ki nehrin etrafındaki ağaçları ve doğal dokuyu asla, ama asla bozmayın. Bu doğal doku suyu tutar, yapılan her müdahale onu destekleyici olmalıdır. Ağaçları ve sertleşmiş çimlerle tutunmuş toprağı ellemeden onun önüne, ön sıraya sel darbelerini yumuşatıcı işlenmemiş, kütlesel büyük taşlarla bir sıra harçsız, 45 derecelik açıyla dar ve kısa yığma duvar yapın. Çoruh’un en düşük olduğu zamanlardaki su yüzeyinden 60-70 cm yukarıya kadar birinci sırayı bu ham taşlarla örün. Elbet arada ağaçlara nefes boşlukları bırakarak..
Onlar sanki biz bunları dememişiz gibi nehrin etrafındaki doğal her şeyi ortadan kaldırın; yerleşik dokuyu tahrip edip, ağaçları katledip, otları yok ederek her yanı ama her tarafı betonla kaplayın.
4- Ben ve benim gibi düşünenler insanla suyun; suyla toprağın ilişkisini bitirdiği için o eski dik ve çirkin duvarları çok eleştirmiştik. Biz onca eleştirdik ya, sanırım buradan çıkardıkları sonuç şu: Dıştaki duvarın birkaç metre altında ona paralel ve tekdüze takip eden ikinci bir yürüme yolu yapmak! Hey Allahım!
El insaf! Sanırım şöyle düşündüler “bu duvarı eleştirme işinde haklılar galiba, bir de kademe diyorlardı, dur o zaman buraya bir kademe yürüme yolu yapalım”! Keşke o karmaşık sorun böyle basmakalıp çözülse! Yapılan bu ikinci yol işlevsiz, yanlış ve kullanışsızdır. Görün de bakın o alt şerit gibi yol hem pislik içinde olacak hem de herkesin değil de üç beş kişinin işine yarayacaktır. Ayrıca suyla insanın ilişkisine bir yararı da olmayacak. Sadece insanın suyla göz teması yukarıdaki duvardan daha yakın mesafeden olacak o kadar.
5- Ben benim gibi düşünenler yıllardır “nehir ıslahı çok özel bir alan, bunu sadece uzmanlar ortak akılla ve Bayburtluları da dinleyerek işlevsel ve estetik çözümleyebilir’ dedik durduk. Bunu Doğan Kuban, Hüseyin Kaptan, Korhan Gümüş ve daha onlarca kent planlamacısı söylüyor. Kimileri Bayburt’a gelip önerilerde de bulundular.
Bizler sanki bunları anlatmamış gibi su kanalı inşaatçıları o duvarın üstüne öne doğru 2 metre kadar betondan bir çıkıntı yapıyorlar. Ağlanır mı gülünür mü? Böyle çepeçevre balkon gibi bir çıkıntı görülmüş şey değil! Kesin adım gibi eminim şöyle düşünüyorlar “hele bitsin dövme demirden siyah parmaklıkları yaptık, bir de uçlarını altın yaldızla (Arapçı Vahhabi Zevki) boyadık, millet de orda gezdi mi çok güzel olacak. Bunlar yapamaz sadece eleştirirler”! Peki yaşayın ve kendinize yapılan kötülüğü görün!
6- Ben ve benim gibi düşünenler diyoruz ki geleneksel yapı elemanları ve yerli malzeme aradan çıkarılıp dekorasyona döndüğünde hem dayanıklılık sorunu başlar hem de sonuçta iş basmakalıp olur.
Zaten dediklerimizi doğru bulsalardı o beton duvarların yüzeylerine fayans yapıştırır gibi 3,4 cm kalınlığında, kaplama için üretilmiş Bayburt taşlarını kimyasal harçla yapıştırırlar mıydı?.. Bir de Demedi demeyin birkaç yıl sonra dekorasyon malzemesi gibi kullanılan o taş kaplamalar suyla temas etsin dökülmeye başlayacak. Ya da bütün bunları unutun, yurt dışındaki doğru örnekleri taklit etme becerileri bile olsaydı Çoruh’a bu yapılmazdı
7- Ben ve benim gibi düşünenler diyoruz ki bu çok önemli hatta Kale’den bile önemli bir konu, sonuçta Çoruh iki milyon yıllık doğal bir kültür varlığı. Ona müdahaleden önce her önemli yer ve kademeden tasarımlar, perspektifler, neyin nasıl olacağı görseller çizilmeli, milletin göreceği yerde günlerce sergilenmeli, eleştiriler ve öneriler dinlenmeli. Sonra oluşacak ortak akıl ve zevkle iş kurgulanmalı.
Onlar sanki bunlar söylenmemiş gibi, inşaat şantiyesi ya da kapalı kapılar ardında belki de Ankara’da bir mimar ya da mühendisin çizdiği projeyi inşaatçı marifetiyle hayata geçiriyorlar. Ben onların bu anlamda tasarımla ilgili bilgiyi tanımadıklarını hatta anlamını bile değerlendiremediklerini düşünüyorum.
8- En önemlisi ben ve benim gibi düşünenler defalarca ama defalarca makalelerde, bildiriler de, konferanslarda “ıslah duvarları Çoruh’un derinleştirilmiş tabanından itibaren üste doğru yer yer 2 veya 3 hatta bazen 4 basamaklı, genişliği değişken kademelerle yukarı yükselmeli” diyoruz. “Kademeler arasındaki merdivenler ise Çoruh’a dik, paralel ya da çapraz inmeli, ayrıca bu merdivenlerin genişlikleri de farklı olmak zorunda” dedik durduk.
Sanki biz bunları defalarca anlatmamışız! Çoruh’un hem en geniş yatağının olduğu yeri hem en dar olduğu yeri sadece ‘fırdolayı’ iki kademeli yapıyorlar ve üst balkonla alt yol arasına çok uzun aralıklarla dar merdivenler koyuyorlar. İki kademe arasında da en az 3-4 metre kod farkı var! Bu yetmiyormuş gibi o balkon çıkıntılı teraslı yürüme yolundan alt yola iniş merdivenlerini hep aynı duvara paralele, aynı genişlikte ve elbette betondan tek düze yapıyorlar. Hey Allahım!
9- Ben ve benim gibi düşünenler diyoruz ki bir nehri ıslah etmek bütünsel bir sorundur. Bunu bir bakanlığın su kanalı yapan mimar ya da mühendisleri veya teknokratları veyahut da taşeronları yapmamalı. Bu hak önce o kentte yaşayanların öneri ve isteklerinden yola çıkarak uzmanlarca ve uzlaşıyla oluşturulmalı.
Bunu öyle Türkiye’de debisi ve rejimi en düşük Porsuk’u örnek alarak, debisi en yüksek nehrine uygulamazsınız. Çoruh apayrı değişken kişiliği olan bir nehir.
10- Çoruh’un temel derdi aslında dünyanın tüm tatlı sularının derdiyle aynı. Bilgisiz siyasetçiler, açgözlü iş insanları ve bilinçsiz kitleler kaynaklarını kurutuyor ve suları kirletiyorlar. Bu temel sorun ancak siyasi iradenin çok yönlü müdahalesiyle iyileştirilebilir. Böylesi bir ufuk ise ufukta görünmüyor.
Bellek yani hafıza, bilgiyi kodlama, saklama ve gerektiğinde erişme (hatırlama) işlevlerine sahip en önemli zihinsel kapasitelerimizden birisi. Bu kapasite hele de toplumsal hatırlama konusu Bayburt’ta sorunlu, kent çok göç verdiği için hafızası ha bire siliniyor. Bu yüzden iyi, doğru ve güzel olan, geçmişe özlem gibi duygusal bir anı olarak damgalanabiliyor. Oysa bunlar olmayınca aidiyet ve kente sadakat azalır. Bu nedenlerle de yanlış uygulamalar sebebiyle Çoruh’un kaynağından şehir içinden geçişine kadar hırpalandığını gençler görmüyor, yaşlılar ise çaresiz.
Bizim gibi insanların görevi, toplumdan önce tehlikeyi görüp işaret etmektir. Bu iktidarın ilk belediye başkanı Bekir Çetin zamanında Çoruh nasıl ıslah edilmeli diye toplantı yaptık. Hacı Ali Polat döneminde Bayproje girişimiyle Şehircilik Kongresi’nin ana temasını Çoruh olarak belirledik. Yine Mete Memiş döneminde Kale odaklı kongrede sunumumda aksilik olunca sözü yine dönüp dolaştırıp Çoruh’a getirdim..
İktidarın, hemşerimiz olan bakanıyla bu konuda İstanbul’da bir kaç cümle; milletvekiliyle de hem yüz yüze hem telefonda görüştüm. Her ikisi de Orman ve Su İşleri Bakanı’nın bu işte tek söz sahibi olduğunu söylediler. Belediye Başkanı’nın ise bu işte ne yetkisi ne etkisi ne de ‘dahli’ var. Olsa olsa iş takibi, hak ediş raporu ya da kontrol sorumluluğu vardır o kadar. Kendisi kentin seçilmiş en önemli siyasi yetkilisi ama belli ki onu bu konuda ‘tırtıya’ katmıyorlar, üzücü..
Bir de yanlışlarını ve bilgisizliklerini dürüstçe pat pat yüzlerine vuruyorum diye biliyorum bana ‘gıcık’ oluyorlar ama susarsam ‘dilsiz Şeytan’ olurum. Asıl ihanet o zaman olur. Ezeli ve ebedi muhalif tavrımla eleştiriyorum diye zannediyorlar ki karnım ağrıyor, sanıyorlar ki çekemiyorum, sanıyorlar ki yaptıkları her şeye ‘tu kaka’ diyorum. Oysa yaptıkları elbette doğru ve güzel şeyler de var ben onları takdir ediyor ve beğeniyorum. Örneğin, yanlışları tükete tükete de olsa nihayet alt yapıyı düzeltiyorlar. Arnavut kaldırımlar doğru ve estetik, trafiğe çözüm doğru yolda, yeni park bir iki tuhaflığa rağmen çok iyi, Bayburt Gökdeleni’ni yıkmaları harika ama arkalarında bıraktıkları tahribat öylesine büyük ki insanın içinden ‘alın iyiliğinizi verin eski kenti’ demek geçiyor!
Şimdi kış geliyor, bu bir son şans olabilir çünkü inşaat duracak. Siyasetçiler sadece seçmenin yüz çevirmesinden korkarlar. Bu yüzden hemşerilerim ellerini akıllarına koyup bir kez daha düşünmeliler. Topluca bir tavır sergiledi sergilediler; yoksa gelecekte bu işin bütün vebal ve günahı onlara; çok yönlü tahribatı ise çocukları ile torunlarına kalacak.
Sonuçta bir avuç insanın memleketi için çırpınmaları anlaşılmıyor. Bu yüzden başlıkta sözleri Fuzuli'ye ait Hafız Sami Efendi’nin okuduğu gazeli yazdım ve aşağıda paylaşıyorum, isteyen dinleyebilir. Bizler yıllardır anlatamadık belki bu gazel çaresizliğimizi anlatır.
Fuzuli'ye ait Hafız Sami Efendi’nin okuduğu gazel
Fuzuli'ye ait Hafız Sami Efendi’nin okuduğu gazel