Son güz ve şiir…

Abone Ol
Sevgilinin bakışı Eylül bahçelerini çağrıştırıyor Feyzi Halıcı Usta'ya. Bütün masalların büyüdüğünü görüyor... Ve bir gül gibi topluyor uykusuz geceleri... Peki ya sonra? Sonrası Cemal Süreya'nın dediği gibi "iyilik, güzellik" değil. Okuyalım görelim:

"Bir alev-gül baygın dudaklarında 
Düş düş... 
Yalnızlık ormanları kuytu
Bütün masallar büyümüş...
Düşünüyorum, kuytu odalarda
Bir güle uzanıyor ellerin...
Bir damla yaş gibi sıcacık
Bakışlarında eylül bahçeleri...
Bir gül gibi topluyorum usulca
Uykusuz geceleri...”

İlkbahar sevdaların filizlenme, boy atma vaktiyse, sonbahar dökülme, hüzün ve ayrılık zamanıdır gibi algılanır genellikle, böyle dillendirilmiştir nice şairce. Mustafa Necati Karaer, bilinen ve yinelek bakışlardan sıyrılarak, çarşıların kapanması ile sonbahar arasında imgeli ve simgeli bağlar kuruyor:

"Bu rüzgârlar mıydı aklı alıp giden
Ne türküler bilir, ne kimseler
Öyle uzar gidenlerin gölgesi
Sonbaharın camlarında yeniden
Çok sesli yağmur, çok sesli bir keman
Yürüyelim çarşılar kapanmadan
Aslı'ya yeniden tel-duvak
Kerem'e bir tutam yağmur bulutu
Çobanlara biraz yıldız, biraz ateş
İsterseniz bir de söğüt yaprağı bıçak
Ve dağ başlarında halka halka duman
Alalım çarşılar kapanmadan."

Bahtiyar Vahapzade, "Ömrün Payızı (sonbaharı)" adlı şiirinde, insan ömrünün sonbaharının da meyve verilecek ve dünya hakkında derinden düşünülecek bir dönem olduğunu vurguluyor.

"Coşğundur, dəlidir o, külək (rüzgâr) kimi (gibi)
Barlı-bəhərlidir (meyveli ve ürünlüdür) payızı ömrün
İnsan da bar verib eğir başını
Dünyanı dərindən dərk etmək (derinden düşünmek) üçün"

Keşke ömrün sonbaharına böyle bakabilse herkes, meyve ve ürün verse, dünyayı terk değil de, derk eylese, düşünse derin derin, paylaşsa bu düşüncelerini, sanata, edebiyata yansıtabilse.

Batı Trakyalı şair Naim Özdamar, Gümülcine'de Türklüğün kadere küsmüş sonbaharını dillendirmekte:

"Gümülcine bir koca meydan
Erlerin yüzyıl önce uğurlandığı
Gümülcine çimen sarısı bir yaprak
Lodosla poyrazın kucağında savrulan
Gelincik baharlarını beklerken
Küçük Müsellim kırlarında
Kadere küsmüş sonbahar çıktı"

Akgün Akova, özgün ve özgür diyen bir şair, sonbahar onun dilinde sapsarı bir şekere dönüyor, ağzın içinde dağılan bir aşk. Müthiş! Başka ne diyeyim:

"sevdalılar bilir
bir kuş yağmurudur ilkbahar
sevmeyi beceremeyenlerin koyduğu yasaklar
çözülüp gider çocuk gölgelerinde yazın
ve ağzımızın içinde dağılır aşk
sapsarı bir şeker gibi erirken sonbahar
bitmeyen bir kıştan söz açılırsa sevgilim
sevgilim
yalnızca kanatlarına güven"

Sonbahar ya da Farsçasıyla “Hazan”, şairlere hüzünlü gelmiştir genellikle, düşen her yaprak, bitişe giden yolun son durağı gibi görülmüştür. Bayburt doğumlu içli şairimiz Kemalettin Kamu’nun şu dizeleri, bunun en çarpıcı örneğidir, onlarla bitirelim:

“Kurudu artık otlar
Bitmiyor tazeleri 
Birikinti sularda 
Yaprak cenazeleri 
Başım avuçlarımda 
Bir ağır külçe hüzün 
Düşüyor gözlerime 
Çiğ taneleri güzün”