Âşık Sümmânî Divanı’nda Celâlî Baba şiirleri ve Kulnuri’nin yutturmaları!

Abone Ol

Erzurum Büyükşehir Belediyesi yayınlarından çıkmış Âşık Sümmâni Divânı adlı eser. Dr. Abdullah Erkal imzalı. Abdullah Erkal bir akademisyen, Türk Dili Uzmanı, çalışmaları ise daha çok divan şiiri üzerine..

815 sayfa hacimli eser, Sümmânî’nin Hayatı, Karşılaşmaları, Hikâyeciliği ve Hikâyeleri ile Şiirleri adlı dört bölümden oluşmakta. Yazar bugüne kadar yapılamayan bir şeyi yapmaya çalışmış, Sümmânî’ye ait bir divân oluşturmuş! Oluşturmuş oluştumasına da yine bilindik kalıplarla, yine bilindik yöntemlerle; Erzurum usulü ile…

***

Bu Erzurum usulü ilginçtir! Nüfus ve coğrafya büyüklüğü ile TRT’yi bünyesinde barındıran Erzurum’un bölgedeki en namlı hüneri sözlü kültür ürünlerini kendisine mal etmesidir. Şöyle ki bugün Erzurum, tüm illeri geride bırakan bir türkü repertuarına sahiptir. 

Milletin tamamının vergi vererek ayakta tuttuğu TRT, kuruldukları yerlerde bölgelerinin tamamından gelecek talepleri değerlendirmesi gerekirken, TRT Erzurum Radyosu sadece Erzurum’a hizmet etmiştir. Mesela 1960 yılında kurulan TRT Erzurum Radyosu’nun henüz bir Bayburtlu sanatçısı olamamıştır. Oysa ki 1960 yılından bugüne Bayburtlu birçok yerel sanatçı yetişmiştir. Aşkaleli Mehmet Çalmaşır’a kapılar açılmıştır ama Bayburtlu Salih Demir’in girişimleri hep sonuçsuz kalmıştır.     

Eskiler anlatır ki, TRT Erzurum Radyosu sanatçıları veya Erzurum bölgesi âşıkları, Bayburt’un da içerisinde olduğu yöredeki köylerde bir tura çıkar, dinledikleri türküleri notaya alır ve kendilerine dolayısıyla Erzurum’a mal ederlerrmiş! Ki Erzurum’a mal edilmiş Bayburt türkülerinin varlığını da bilmekteyiz. 

Bu konuda Mustafa Ahıskalıoğlu, Bayburt türkülerine sahip çıkmaya başladığında ise, bu türkülerin birçoğu TRT repertuaına kasten kaydedilmediği için, Ahıskalıoğlu tarafından MESAM’a kayıt ettirilmiştir. 

***

Yazımızın asıl konusuna dönecek olursak, Aşık Sümmânî’yi, Bayburtlu Celâlî ile karşılaşması ve Celâlî’ye ‘aşkın nehri’ sıfatını yakıştırdığı koşması ve diğer bir kısmı bestelenmiş şiirlerinden tanır ve seve seve okuruz. Anadolu aşıklık geleneğinde bugün halk bilimcileri tarafından sınıflandırılan 7 koldan biri Sümmânî koludur. “Sümmani Ağzı” olarak bilinen ve yörede yaygınlık kazanan bir aşık ezgisinin varlığından da haberdarız. Hatta Sümmânî’yi Anadolu’da aşıklık geleneğine can veren baş kişilerden biri olarak görür, kabul ederiz.

Hal böyle iken, şiirlerinin birçoğu Birinci Cihan Harbi’nde yitirilmiş, kalan az sayıdaki şiiri ise, büyük ozanı bizzat görmüş ve dinlemiş kişilerden kayıt altına alınmış, hülasa sözlü kültürün günümüze ulaştırdığı veya cönklerden toparlanan Celâlî’nin sınırlı sayıdaki şiiri neden Sümmânî’ye mal edilmek istenir? Sümmânî’nin böyle bir şeye ihtiyacı mı var?

Erkal’ın eseri, her ne kadar akademik bir çalışma gibi görünse de sıradan bir kaynak çalışmasından dahi mahrumdur. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun 1927 yılında çıkan ‘Erzurum Şairleri’ adlı kaynak eserinde (kitabın çıktığı tarihte Bayburt Erzurum’a bağlıdır) yer alan ‘Celâlî’ başlığı da hiçe sayılmış, bu bölümde yer alan ‘Bizi kınamayın Hakk’ı sevenler’ adlı koşma Sümmânî’ye mal edilmeye çalışılmıştır.

Celâlî’nin Hindi köyünden olan ikinci eşine; Leyla’sına yazdığı ve Bayburtlu müzisyen Mecit Akyüz tarafından bestelenen ‘Sunam hangi bağın ayva narısın/Bahçalar ummanı sen sefa geldin’ adlı koşma da Sümmânî divanında yer alıyor.

‘Metâımdan alan gelsin/Derin deryâdan almışam’ adlı sözlü kültürde halen varlığını koruyan koşma da divanda yer alan bir başka Celâlî şiiri.

Bir diğer garabet ‘Ay ile Gün Destanı’. Celâlî şiirinin tüm özelliklerini bir arada toplayan bu destan, 'beni Celâlî yazdı' diyecek kadar tasavvufi ifadeler içermektedir. 

Eserle ilgili kaynak eser yoksunluğundan ve bir akademisyen titizliği mahrumiyetinden bahsetmiştik, bunu da  bir örnekle açıklayalım. Sümmânî gibi büyük bir ozanın, ne denli ciddiyetten uzak eserlere konu edildiğini de böylelikle anlatmış oluruz. 

Celâlî-Sümmânî aynı çağda yaşamış iki önemli şair. Rivayet edilir ki Bayburt’ta bir terzi dükkanında karşılaşmışlar, karşılaştıklarında birbirlerini dörtlüklerle selamlamışlar. Sözlü kültür bu atışmanın sadece birer dörtlüğünü günümüze taşıyabilmiş ve bugüne kadar sadece bu iki dörtlük kaynak eserlerde yer almıştır. Dr. Erkal’in eserinde ise, bu atışma üçer kıta olarak yer almaktadır. Peki nerden çıktı bu üçer kıta? Dr. Erkal girişte bir açıklama getiriyor: “Bir bölümünü Hikmet Dizdaroğlu 1944 yılında Fikirler dergisinde yayınlamıştır. Ancak biz karşılaşmanın yer aldığı sayıyı tüm çabalarımıza rağmen elde edemedik. Aşağıda verdiğimiz karşılaşmayı Âşık Kul Nuri’nin kasetinden yazıya aktardık.” 

Biz işin doğrusunu yazalım. Bu atışma birer kıtadır ve Fikirler dergisinde de, Türk Folklor Araştırmaları dergisinde de, Bayburt Postası gazetesi arşivinde de birer kıta olarak yer almıştır, başka bir kıtası yoktur. Kelkitli âşık Kulnuri kendi söylediği diğer iki kıtaları Celâlî-Sümmânî atışması diye kasetlerinde yutturmaya çalışınca, Dr. Erkal da araştırmadan, bir de kılıf uydurarak alıp divana koymuş. Bundan sonra olacak şu, yeni bir akademik çalışma yapacak olanlar bu divanı kaynak gösterecek, bu asılsız atışma böylelikle bilim dünyasında yer almış olacak!   

Kısacası Erkal’ın hazırladığı divan, sadece Celâlî şiirleri açısından bile bakıldığında bir yamalı bohça profili çiziyor. Son 5 ayda gazeteci yazar Osman Okutmuş’un “Bayburtlu Celâlî - Celâlî Baba’nın Bayburt’taki Mahalli Anlatımı’ adlı eserini yayına hazırladım. Bu eser Celâlî’ye ait tüm şiirleri içermekte. Celâlî şiirlerine hakim olduğum bir dönemde elime geçen 'Sümmâni Divanı' bana bu açıkları verdi!

Eserin, Hicranî başta olmak üzere yörenin yetiştirdiği diğer âşıklar açısından da bir değerlendirmeye tabi tutulmasına ihtiyaç var diye düşünüyorum. Çünkü adı ‘Sümmânî Divanı’ olan bu eserden, bir ‘Anadolu Aşıkları Antolojisi’ çalışması da çıkabilir!